İncelemekte olduğumuz Mahkeme-i Şer’iye sicilleri, gerek yazısı, gerek dili ve gerekse çeşitli mevzuları bakımından dört başı mamûr eşsiz vesikalar hazinesidir. Her müdekkik, kendini ilgilendiren konuya ait, kuvvetli delilleri burada hemen bulabilir. Gaziantep’in Arap idaresinden Osmanlı hâkimiyetine geçtiği ilk günlerden. Cumhuriyet’e kadar kronolojik tarihini takip etmek mümkündür.

Şehir, bu sayfalarda, mahalleleleri, köyleri mezraaları, bugün olduğu gibi, yaşamaktadır. Sicil defterleri, eğer teşbihte hata olmazsa, her sınıf halktan şahısla; kadın, erkek, suçlu, suçsuz, günahlı, günahsız taraftan ve kahramanlıklarıyla âdetâ; birer heyecanlar vakalar koleksiyonu olan tiyatro eserleridir. Cansız sayfalar içerisinde şehrin 500 yıllık geçmişi yaşıyor. Şu vesikayı beraber okuyalım Vech-i tahrir-i huruf oldur ki mezbur Mehmet Çelebi meclis-i şer a gelip şöyle ikrar ve iltizam edip dedi ki maktul, kardeşim Ahmet’i Süleyman katledüptür mazannem Süleyman'dır. ehl-i örf işkence etsinler canına canım ve azâsına âzam olsun dediği sebti siclolundu . tahriren fi 10 Şehr-i Evvel.-ül Cuma' di fi sene 938 H" — 1531 M.

Şu dört beş satırlık sicil; bize 417 yıl önce bu şehirde geçen bir kanlı facia sahnesini ne kadar kuvvetle canlandırmaktadır.

Diğer mevzular hususundaki incelemeyi başkalarına bırakarak dil bakımından gördüğüm enteresan noktaları arzetmeğe çalışacağım.

Yazılarda, hâkim kısım, (Siyakat) larzıdır. Fakat buna, (Siyakat Kırması)'; yahut (Siyakat Azması) demek daha uygun olur. Çünkü bu çeşit hatta aranılan vasıflara tamamiyle riayet olunmamıştır. Daha doğrusu bir kaligrafi kaygusu ile hareket edilmemiştir. Çünkü bizi bu düşünceye sevkedçn emarelere yer yer tesadüf olunuyor.

İmlâda da bir kat’ilik yoktur. Bir zaptü rapta riayet olunmamıştır. Yani eski; fazının uzun zaman münakaşa konusu olan imlâ taassu buna bu yazılarda rastlanmıyor. Bu sayfada bir türlü yazılan bir söz; öteki sayfalarda başka çeşitlerde yazılmıştır. Bu kayıtsızlık yalnız türkçe kelimelere münhasır değildir. Arapça kelimelerde de kaidesizlik vardır. Bu, kâtibin cehaletine ihmaline; o zamanlar imalâ hususun, da aşırı kaidecilik olmamasına; yazıda konuşma dilinin esas tutulmasına; veyahut yalınız ifade sahibinin söyleyişine sadakat göstermiye hamlolunabilir. Fakat bize göre son ihtimal daha galip bir sebeptir. Maamâfih bu satırlar arasında da yer yer (Çakişip Bilâsınca) gibi eski yazının, başka, yazılıp başka okunmak özelliğini taşıyacak şekilde yazılmış sözler çok görülüyor.

Sicillerde göze çarpan bir özellik de ilk zamanlarda dilin mümkün

mertebe sade olduğudur, arapça kelimelere yer daha sonraları verilmiştir; Bu arada yarısı türkçe, yarısı arapça veya büsbütün arapça yazılmış siciller vardır. Bu ciheti yalınız Kadının bir gayretkeşliğine yormak doğru olmasa gerek. Bazı talâk meseleleri, satın alma ve icarlar yarı yarıya; kefalet hususunun yüzde doksan beş kadarı arâpça ile yazılmıştır. Bu yönde belki bir emrin, belki bir teamülün rolü vardır.

“Şu sicli de okuyalım”

“Vech-i tahrir-i huruf’ oldur ki mezburan İvaz ve Yağmur itiraf edüp dediler ki biz meyhanede şarap îşdik deyu ikrarları septi sicil olundu tahriren fi şehr i evvel-ül cumadi 938 H.- 1531 M.)

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere sicillerde dikkati çeken bir cihet de klişe bir ifade halinde oluşudur" “Vechi zahiri huruf oldur ki” başlangıç cümlesi ile “septi sicil olundu’’ bitim cümlesi ufak tefek bazı kelime farklarıyla hemen hepsinde aynıdır.

Sicillerin başlarında kefalet, boşanma, zimmet-i ferman gibi özet sözler vardır. Davacı sağda, davalı solda yazılmıştır. Son kısımlarında ise tarih ve “Şühud ül ha tâbiri ve şahiler yer almaktadır. Bazı sicillerin sonu tarihsizdir. Bazılarında da tarihi mezbur kaydına tesadüf olunuyor, önemli bir cihet de fıkaraların tam bir kronoloji ile sıralanmamış olduğudur. Bir tarihten sonra ondan çok evvelki veya çok sonraki tarihlere rastlamaktayız. Bundan şöyle bir sonuç çıkarıyoruz: Fıkralar doğrudan doğruya ve aynı günde yazılmıyordu. Kâğıt parçalarına yazılıyor; sonra temize çekiliyordu. Bu zamanda da kâğıtlar tarihlere göre sıralanmıyordu. Belki yalnız ayni yılda olmaları göz önünde tutuluyordu. Fıkralar mevzuları bakımından da bir tasnife tabi tutulmamıştır. Boşanma, kefalet, izalei şuyu, alım-satım... arka arkaya yazılmıştır.

İncelemeler esnasında vardığımız bir sonuç ta bu hususta bir iş bölümüne yer verilmemiş olmasıdır. O zaman Kadı her şeydir. Sulh, ceza, hukuk, noterlik... vazifelerini bir adam yalınız başıma ve re’sen görüyormuş.

Yukarıda zikredilen fıkrada “Ehl-i örf, işkence etsinler; canına canım ve âzasma âzam olsun! cümlelerinde “ dumanı üstünde kabilinden büyük bir canlılık ve zindelik vardır. Bu, bugünkü dil ile 'de^'-ancak bü kadar küvfetie söylene­bilir.

İkinci fıkrada görülen (İşündük) sözü dikkati çekiyor, bilindiği üzere kelimenin kökü (Iç) dir. Çekimli bir fiildir Fiilin, başkalarının dahli olmadan yapıldığını anlatmak üzere bir (N) eki ilâve olunmuştur. (Içinmek, kaçınmak..,) gibi. Fiilin birinci çoğul şahsı, (içindik, kaçındık) olur. Fakat görüldüğü üzere kelimenin (Ç) harfi (Ş) olmuştur. Çıkak noktaları birbirine yakın ve ikisi de sert sessiz olan bu iki harfin bazen yer değiştirdiğine bunu da bir delil sayabiliriz. İleride bu konu üzerinde sık sık durulacaktır.