Bazanda öfkeyle hududu vurup geçeceğîm, ne yaparlarsa yapsınlar. Ben burada ölmek ve yaşamak istemiyorum. Feleğin ve kaderin gözü kör olsun. Şu bir kaç günlük ömrüde burada geçirmeyeceğim. Biraz sonrada Suriye’deki çoluk ve çocuğunu hatırlayınca gerisin geriye söylediklerine adeta pişman oluyor. “Viran olası hanede evlâdı ayalar” der gibi sabun köpüğü gibi gerisin geriye iniyor. Gözlerini bir noktaya dikip acı acı düşüncelere dalıyor. Eğer hududa yakın ise yüksek bir tepeden Türkiye’ye kederli gözlerle bakıyor sonrada ah, of diye içini çekiyor. Bazende şu mayınlar benim başıma belâ oldu. Mayınlar olmasa ben bilirdim yapacağımı. Suriyeli askerler değil ordu bile yolumda olsa korkmam gene hududu geçerim. Ya şu mayınlara ne demeli... Çoluk çocuğu son demde parça parça edip koçu kurda yemmi edelim diyor. Bazende bekle koca Ahmet. Şu devran ne gösterecektir. Alem o alem, devran o devran öyle mi diyor. Gözler yine yaşlı, gözler yine Türkiye ufuklarındadır. Hasretlik - vatan ve hısım akraba ah diyor.

YOL VE İMAR ÇALIŞMALARI FRANSIZLAR ZAMANINDAN KÖTÜDÜR

Suriye’de belli başlı ana yollar ve şehirlerin imar durumu Osmanlılar ve Fransızlar zamanında olduğu gibidir. Pek az ilerleme olmuştur. Yol ve İmar köylere girmemiştir. Hele yol durumu köylerde hiç yoktur. Ana yollar Fransızların müstemlekesi iken asfaltlanmıştır. Bugün yer yer asfaltları sökülmüş haldedir. Meydana gelen çukurlar arabaların makaslarını kırınca siz dinleyin şoförlerin yakası açılmadık küfürlerini ve serzenişlerini. Bir kısımları ise Fransızlara, Osmanlılara rahmet okuyorlar. Baştakilerin birbiriyle uğraşmadan, sık sık ihtilâl yapmadan yol ve imar işleriyle uğraşmaya elleri değmiyor ki. Bilhassa ilçelerde dikkati çekecek bir durum yoktur. Halep’te muazzam binalar ve caddeler var. Burada belediye çalışması insanın gözüne çarpıyor. Köylerde ise ne sen sor; ne ben söyliyeyim. Sanki Halep dışında bulunan yerlere bir çivi çakmaya yeminlilermiş gibi.

Köylerde ne uhrevi ne dünyevî çalışma tatmin edici bir halden çok uzaktır. Birde köy odalarında bazıları hâdisten ayetten dem vurarak “hiç çalışanla, çalışmayan bir olur mu?” derler. Hele Münbüç’te bir kolaçan yapacak olursanız içiniz sızlar, gözleriniz yaşarır.

Sadece bir iki ilkokul birde orta okul binası binaya benziyor diğerleri ise gece kondu durumundadır. Caddelelerde bulunan insanlar ise yürekler acısıdır. Gayri müslümlerin gerek yaşama gerek konut tarzları iyidir. Suriye’de en perişan bir halde yaşıyanlar köylülerdir. Büyük şehirlerde yaşıyanlar nisbeten kendilerini medeniyete uyduruyorlar. Kasaba ve köyler maalesef yayadır. Çocukları ise eğitim ve öğretimden nasiplerini alamamaktadırlar. Onun için, Suriye’de subaylar ve devlet memurlarının hemen hepisi büyük şehirler de yaşıyan orta halli veyahut zengin insanların çocuklarıdırlar. Tabii okuyanların çocukları da okuyorlar. Kabak yine okuyamıyanların başlarında patlıyor. Gezdiğim yerlerde memurların hangisine sorsam hemen hepisi Şam’lı yahut Halep’li olduğundan bahsediyor. Subaylarda aynı durumda. Erler ise hemen hemen hepisi köylüdürler. Verginin yükü yine köylüdedir.

Şehir banliyölerinde ve sulu ve güzergâh boyu köyler nisbeten uyanmıştır. Diğerleri ise Ortaçağ hayatını yaşamaktadır. Karasaban yine en mühim çift âletidir. Zaten traktörler ise çiftçilikten ziyade nakliyecilikte kullanılmaktadır. O da parça yokluğundan yahut karaborsasından işe yaramaz hale gelmiştir. Çünkü İngiliz malıdır. Bazı gözü açıklar Türkiye’den çeşitli yollarla temin edebiliyorlar. Diğerleri ise duvar diplerinde yahut uydurma kerpiç garajlarda ne zaman temin edileceği meçhul olan parçayı beklemektedir. Arazi reformundan ise müsbet netice alınamamıştır.

MAYINLARI SURİYELİLER İSTEMİYOR

Türk-Suriye hududu üzerinde yüzlerce kilometre süren mayınlı, tel örgülü kısım vardır. Şerit halinde devam eder. Bu şeritten geçmek isteyen gerek Suriyeli gerek Türkiyeli kaçakçılar ölmüştür. Binlerce at, eşek, sığır, deve de mayınlara basarak parçalanmıştır. Suriye’nin muhtelif köylerinde tek ayaklı yüzlerce kaçakçıya rastlarsınız. Bunların her birinin bir anısı vardır. Bazıları acı, bazıları tatlı. Çokları acıdır. Kendileriyle bilhassa tek ayaklı olan kaçakçılarla konuştuğumda bana parmaklarıyla tel örgüyü ve mayını gösteriyorlar. Aynen şöyle diyorlar. Şu gördüğünüz mayınlar çoğumuzun anasını ağlattı. Çoğumuzun hanesini tarımar etti. Allah düşmanımında başına vermesin. Bir çok arkadaşlarımız canlarını verdi. Halâ mayınlı sahanın sağında solunda bir çok mezar vardır. Bu mezarlar Suriyeli ve Türkiyeli kaçakçıların mezarıdır. Tabii bu mezarlar bir iki yıl içinde tarlaya karışıyor. Çünkü tek başlarına tarlalar içinde gömülüdür. Bir kısımları da mayın imha etmenin çeşitli yollarını öğrenmişlerdir.

SURİYE SINIR KÖYLERİ TÜRKİYE SINIR KÖYLERİ İLE GECELERİ ATEŞLE GÜNDÜZLERİ AYNA İLE HABERLEŞİYORLAR

Suriye sınır köylerinde bulunan kaçakçılar Türkiyeli sınır köylerinde bulunan kaçakçılarla haberleşmelere başvuruyorlar. Hattâ evcil güvercinden de istifade ediyorlar. Bir kısımları ise bundan binlerce yıl önceleri kullanılan ateşle muhabereleşme işine tevessül ediyorlar. Suriyedeki bir kaçakçı bir tepe üzerine çıkarak ateş yakıyor. Ucu gaza batırılmış değneği yakarak Türkiye’deki kaçakçı arkadaşına aralarındaki özel şifreye uygun olarak işaretler veriyor. Karşıda durumunu ona göre ayarlıyor. Gündüzleri ve güneşli günlerde ise büyükcek bir ayna ile işaret veriyor. Bazanda beyaz bir mendille yahut kırmızı bir bez parçası ile sallıyarak açarak havada bir şeyler yaparak karşı tarafa işaretler verir. Bu işaretleri verenin yanında durursanız bazen karşı taraftanda aynı minvalde işaretler gelmeğe başlar.

Mehmet SOLMAZ