(Geçen sayıdan devam)

“Ben de sıcak taşlar üzerine çıktım, tepeye vardım: ötede tamamen dutluklarla örtülü, çalılıklara, bölenmiş, işlenmemiş bir arazi gördüm. Serbest gibi görünen bir yeri seçerek atladım. Fakat, çok şaşılacak şey, ayaklarım toprağa değmedi.” toprak kayboldu, gözlerim birden bire kesif bir karanlığa gömüldü. Sonra sert bir temas oldu elim yumuşak bir cisme çaptı.

“Neşedeyim? Dört metreden daha derin bir çukurda, cidarı kalın bir ot tabakasıyla örtülü olduğu için ucuz kurtulmuştum. Comtesse tamamen şaşkın bir durumda, önümde, ayakta duruyordu. Düşerken çarptığım yumuşak cisim göğsü idi... Boynundaki altın zincir kırılmış, üstündeki haç da yere düşmüştü...

Kollarımdan yakalıyarak,

“— Ay! Allahım, sizmisiniz? diye bağırdı. Neredeyiz?

“— Hiç canım bir kuyuda, diye cevap verdim. Bir yanınıza bir şey olmadı ya?

“— Hayır zannedersem.”

“Sesi titriyordu. Elleriyle beni daha fazla sıkıyordu. Ona baktım: telaşlı bir hali vardı. Sonra gözlerim gayri ihtiyari yukarıya çevrildi. Kuyunun ağzının, duvardayken onu gözümden saklıyan, büyük otlarla çevrili olduğunu gördüm.

Daha yukarda, çok uzaklarda, serseriler gibi dolaşan bulutlar görünüyordu... Ormanlardaki vahşi hayvanlar gibi tuzağa düşmüştük...

- Ne yapmalı? Bağırmak mı? pek tabiî

- Heyy! hu huuu!...

Karşılıklı bağırışlarımız, meyve toplamağa daldığından yoldan ayrıldığımızı göremeyen Comte’u telâşa düşürdüler. Çağırışlarımızın nereden geldiğini bulmak için hayli zaman harcadı. Nihayet çekingen ve korkak bir durumda uzanan başını gördük. Aynı akıbete uğratmaktan korkarak gayet ihtiyatlı davranıyordu.

—Ne yapıyorsunuz orada? Bu da ne? Dikkat edemez misiniz? Haşarıla sana uzaklaşma, benden ayrılma dememiş miydim?

- “Yemekte siz diye hitap ederdi, fakat heyecan ona kullanışları unutturuyordu.

- “ Peki ne yapalım şimdi? Ne yapalım?

- ‘Perişan olmuştu. Hatta’ bir aralık ağlıyacak sandım, işe giriştim. Dedim ki:

- “Bayan Comtesse sırtıma çıkacak, siz de elinden yakalamağa gayret edeceksin.

- “Ama, nasıl olur, çok derin diye sızlandı. Yetişemiyecek...

- “Ne yapalım, deneriz, diye sözünü birden kestim.

“Sallanmamak için duvara doğru eğildim. Comtesse önce sırtımda diz çöktü, sonra ayaklarının üstüne kalktı. Boşuna...

“— Bir de omuzuma çıkınız, dedim, yalnız dengenizi muhafaza etmek için duvara tutununuz.

“O sözlerime itaat ederken ben de yavaş yavaş doğruluyordum. Fakat hep boşa. Deliğe yaklaşabilmesi için daha tam bir metre vardı.

‘’Ümitsizlenerek kaymağa başladı, fakat hatalı bir hararet yaptı ve birden bire omuzuma otura geçti; çıplak baldırları boynumun iki tarafından sarkıyordu...

“Sahneyi yukarıdan takip eden kocası ümitsizlikten saçlarını yolarak yüzünü örttü. Bana gelince, avuçlarımla dolgun baldırlarını tuttum ve öne doğru eğilerek usulca otlar üzerine koydum.

“Uff! diye nefes alıyordum. Havadaki ses sızlanarak,

“— Sonuna kadar bu delikte

mi kalacaksınız! dedi. Ne olacağız?

“— En basit yol, gidip köyden bir ip veya bir merdiven getirmenizdir, diye cevap verdim.

“— Peki ama finnarın dibi, iki kilometre çekilir mi? diye sızlandı.

"—Başka hal çaresi yok diye seslendim, meğer ki bir melek [1]Booz’un merdivenini getire.

“Comtesse bu kutsal kitap angısına tebessüm etti. Ozaman Comte birden karar verdi.

- Peki, kabul, gidiyorum, bir yere kıpırdamayınız!

“Sayıklıyordu, silâh koleksiyoncusu! Nereye kıpırdayabildiydik ki?..

“Başbaşa kalmıştık, küçük beyaz bulutlar üstümüzden geçerken bize bakmak için can atıyorlar küçük haylazlar! sonra bir çırpıda, hırsızlar gibi, kaçışıyorlardı.

“Comtesse bana baktı, ben Comtesse’e baktım. Gözleri parlıyor, dudakları yanıyordu. Bir ah çekti. Başını göğsümün üstüne koydu... Sonra olup bitenleri anlatmayacağım. Fakat mesut geçen bir saat, onun manevi bir yalnızlık ve fizikî azaplarla geçen on dokuz yılını teselli etti.

“Ah Ulu Tanrıml diyerek Binbaşı içini çekti. Bu kadın ne kadar tatlı ve sevimliydil Ne kadar güzeldi!

“Uslu uslu oturup epey bir zaman sohbet ettik, derken, yukarda, mavi gök üzerinde acayip bir siluetin peyda olduğunu gördük: başında şapka, yüzünden terler akan Comte, sol omuzunda bir merdiven, sağ elinde de bir kargı tutuyordu! Gidip kargısını almağa düşünmüş, halbuki...

“Tahmin edilmeyen bu garip ve bayağı manzara karşısında biz gülmekten katıldık. Kırk yıl geçtiği halde, o anı hatırladığım zaman, halâ katılırcasına gülerim.

Fakat Binbaşı tekrar birden bire ciddileşti.

- Üç hafta sonra tatil bitince, bu parlak günün bir yarını olmadan Poitoi'dan ayrıldım...

(Bitti)


[1] Booz: Kutsal kitabın kahramanlarından,Ruth’un kocası