Sarılar yüz evlik büyük bir köydü. Nazlı nazlı akan bir derenin iki tarafına kurulmuştu. Evler kavak, söğüt ağaçları arasında kaybolmuş yeşil birer güvercin yuvasını andırıyordu; güzel bir Anadolu köyü idi.

Köylüler iyidi. Çiftçilikten, ırgatlıktan başka bir şey bilmediklerinden gelirleri gayet mahduttu. Kanaatkar kimselerdi. Bereketli yıllarda yüzleri biraz gülerdi. Bununla beraber borçtan bir türlü kurtu lamazlardı. Namuslu insanlar oldukları için vereceklerini ödeyecekler diye sevinirlerdi. Yüzlerinin gülmesi, neşelenmeleri işte bundan ileri geliyordu.

Civar köylerden birine yakın köyleri âdeta haraca kesmiş biri vardı. Nereden geldiği bilinmiyordu. Esmer çehreli kıvırcık saçlı idi. Hicazlı olduğunu, yedi defa Hacceddiğini söyler, ve ömründe helâle asla haram katmadığını anlatırdı. Kalabalık yerlerde beş vakit namaz kılmaktan da ziyadesile hoşlanırdı. Hele teşbihi hiç bırakmazdı.

Köylüler arasında “Hacı Baba” adile anılırdı. Hatrı sayılır derecede parası vardı. Hiçbir iş tutmaz yalnız parayı işletmesini iyi bilirdi. Kafesine düşen bir köylü bir daha kurtulamaz; dolambaçlı faiz hesaplarına akıl indiremezdi. Muhtekirlerin kulağı çınlasın! Makul kârı kâfi görmeyen Hacı Baba tam manasile bir muhtekirdi. Parayı para mukabilinde vermek kendince günahtı. Faizin haram olduğunu faiz yiyenin cehennemde yanacağını söylerdi. Yalnız borca verilen bir paraya karşılık borçlu ayni kıymette bir şeyler verirse ziyanı yoktu. O zamanda bunun faiz sayılamayacağından adına “baş” denmesi lazım geldiğini ilave ederdi. Bazı köylüler bu sözlere aldanırdı. Açıkgöz bazı köylüler ise bunları yatmaz, kıs kıs gülerek arkasından;

Hacı Baba fış fış!

Faiz onda mafiş!...

Tekerlemesini söylerlerdi.

Yaz gelip te harman zamanı olunca Hacı Babanın, köyünden başlıyarak bütün civar köyleri dolaşmak âdetiydi. Siyah kablı defteri heybeye, heybeyi de merkebe atarborçluları ziyarete giderdi. Köylüler bu beklenilmeyen misafirden bir mültezim, bir zabtiya görmüş gibi korkarlar. “Baba gelmiş!... Baba gelmiş!... ”diye birbirlerine seslenirlerdi. Alacaklı ile borçlu arasında ekseriya şöyle bir konuşma olurdu:

— Hacı Baba! İnşallah bu kez borcumuzu tükediriz.

— Ne gezer Daha… Borcuyun anası duruyor. Başın başını vereceksin. İşte defter.

Ne yapalım, sen bilirsin Baba! Allah kerim, onu da öderiz.

Hacı Baba Sarılar köyünde küçük bir harman başında durdu.

Bu, bir kadınla iki çocuğa âitti. İstiklal savaşında şehit düşen Mehmet Dayı yirmi yıl evvel evlenirken bu adama borçlanmıştı. Fakat o günden bu güne ödenmektte olan bu borç bir türlü bilmek bilmiyordu. İşte alacaklı yine gelmişti. Uğursuz bir kara karga gibi harmanın başına kondu:

— Fedıme bacı! Maşallah harmanın bereketli!..

— Ne değeri var onun hey Ağa?

— Değersiz olur mu canım? Hiç olmazsa bir kısım borcunu öder.

— Öder öder emme… Biz de aç kalırız Ağam!

— Gayri orasına karışmam!...

Epeyce münazaadan ve diğer köylülerin de müdahelesinden sonra Baba, mahsulün yarısını alıp gitti...

Geriye kalan buğday ile üç kişi nasıl geçineceklerdi.? Kışı nasıl geçireceklerini kadın ve çocuklar elleri yüzlerinde böyle düşünüyorlardı. Dul kadın başım yavaş yavaşyukarı kaldırdı. Ve yaşlı gözlerini gök—yüzünde sabit bir noktaya dikti. Ağzından şu kelimeler döküldü:

— Tanrım sen bize merhamet et!..

Öğle vaktiydi. Güneş ortalığı yakıyordu. Haci Baba eşeğine binmiş bir köyden Ötekine gitmekte idi. Dün gece uykusunu kaçıran faiz hesapları zihnîni hâlâ işgal ediyordu. Sıcak, vücudunu gevşetti. Uyku göz kapaklarını indir; yola devam edemeyeceğini anladı. Yoldan ayrılıp biraz ileride büyük bir ceviz ağacının gölgesine sığındı. Uyku gittikçe bastırıyordu. Derin bir uykuya daldı...

Ertesi gün oradan geçen köylüler Hacı Babayı ölmüş buldular.

Elleri, ayaklan şişmiş vûcudü morarmıştı. Zabıtaya haber verdiler. Hükümet doktoru geldi; cesedi uzun uzadıya muayene etti, Boynundaki ısırıktan başka bir şey ğörülmiyordü. Doktur hükmünü verdi: “müthiş bir yılan tarafından zehirlenmiştir.”

Haber derhal her tarafa yayıldı. Havadisi duyanların gözleri parlıyor, çehreleri penbeleşiyordu. Bu ölüm etrafında herkes birşey söyledi. Bazı kimseler de dul kadının bedduasına uğradı dediler.

Ziya GÜNER