Nüket yirmi yıl önce varlığından fırtınalar yaratan nihayet bir inkisarı hayalle sona eren büyük aşkını çoktan unutmuştu.

Yuvasında yavrularile haşrü neşroluyor, onların istikbali için kafasının son zekâ kırıntılarını harcıyordu.

Lisenin dokuzuncu sınıfında olan büyük kızı ”Akgün” onun aynı zaman da arkadaş ve dert ortağı idi. Ortanca kızı “Ayla” idi. Yedinci sınıfta sessiz, kapalı kendi halinde derslerde uğraşır dururdu. En küçüğü “Ayşen” ilkokulun son sınıfında delişmen, cana yakın bir kızdı. Biraz çocukluk biraz da yaradılışın tesiri alarak çok nikbin ve şen, herkesi sever ve herkes tarafından sevilirdi.

Nüket çocuklarındı üçünü de çok sever, onların bütün isteklerini hemen anlar ve yerine getirirdi. Kalbinin sonsuz aşk duygularını üç yavrusu için bol bol harcardı...

Muhitinde vekarı ve dürüstlüğü ile iyi bir mevki edinmiş olan kocası Nihat akşamları eve gelip yavrularile beraber hep sofraya oturunca Nüket yuvasından ve hayatından memnun hiç bir şey düşünmezdi...

Nihad’ı seviyor muydu? Bunu çok tahlil etti. Fakat hiç birisine kat’i bir hüküm veremedi. Ona çok bağlı idi. Onu sayıyordu. Yavrularının babası, yuvasının hamisi, nihayet kendini çok düşünen ve her dediğini yapan iyi bir kocaydı. Fakat hiç bir gün Nüktei derin, kuvvetli ve muhteris bir aşkla sevdiğini his ettirmemişti.

Rabıtası düz, sade ve çok ateşsizdi. Nüket yeni evlendiği sıralarda bir hayli ruhi mücadeleler geçirmiş ve ıstırap çekmişti. Ama sonunda alışmış, muti ve mütevekkil kendini hayatın tabii seyrine bırakmış herşeyi unutmuştu. Yirmi yıllık müşterek hayatlarında ufak tefek münakaşalar müstesna hep iyi geçirmişlerdi. Düz ve yeknasak yaşayışlarını bir birinden üçer yıl fasıla yavruları şenlendirmişti. Nihadın hiçbir şeye karşı aşırı bir alakası, hususi bir istidadı yoktu. O dünyada her şeyin orta derecesini nefsinde toplamıştı. Orta boylu, ne şişman ne zayıf, yüz hatları ne fevkalâde güzel ne çirkindi. Zekâsı, da ortaydı. Hayata atılışındaki ilk muvaffakiyet ve umumi tesir ne artmış ne de eksilmişti...

İstikbali müemmen, mazisi temizdi. Bütün bu hususiyetler Nüketten müsamahakâr ve mütevekkil kadın ruhu ile birleşince mesud ve müreffef yaşayıp gidiyorlardı.

Nüket kırk yaşındaydı artık ...

Şakaklarındaki gümüş teller çoğalmış, ihtiyarlık denilen insafsız kudretin elin de sürükleniyordu: Tatlı bir bahar akşamı, gununun son ışıkları ufkun derinliklerinde kayıp oluyor. Nüket balkonda oturmuş elindeki örgüyle uğraşıyor. Akşamın güzel tablosu karşısında içi sonsuz bir ferahlık ve sevinçle doluyor. Esnedi, gerindi ve gözleri ufukta bir şey arar egibi daldı, iki saat sonra mutad sofra âlemi . Nihayet herkes odasına çekilince Nüket sebebini bilmediği bir iç ferahlığı ile yatağına uzandı ve çabucak uyudu.

Sık ve yeşil ağaçlıklı bir orman, kuş cıvıltıları ve ağaçların uğultusu arasında genç bir kadın, tepesindeki dalların hışırtıları arasında hafif bir rüzgârın önünde yürüyordu, bir an durdu. Gözleri bir çift yeşil gözle karşılaştı. Bir adim daha ilerliyemeden bir ağaca tutundu ve boğuk bir sesle

- Nejad... diye haykırdı. Sesinin ihtizazları ormanın sık ağaçlarına çarparak parçalandı ve yayılmak üzere idi... Nejad koştu ve yere yığılmasına ramak kalan sevgiliyi kucaklıyarak yürüdü...

Billur bir derenin kenarında onu dizlerine oturttu. Büyük ve biçimli ellerile onun solgun yüzünü kendine çekti. İki çift ateşli dudak birleşti. Uzun ve içli bir öpüşmeden sonra Nüket birden silkindi. Ayağa kalktı. Telaşla:

- Gidiniz. Gidiniz Nejad. Sizi istemiyorum. Siz hain ve zalimsiniz diye bağırdı. Bu içli ve acı haykırışla yerinden sıçradı. Yatağının içinde olduğunu görünce neye uğradığını bilmedi. Dudaklarında bir sızı ve ateş vardı. Kalbi çarpıyor bütün varlığı yirmi yıl evvelki eşsiz aşkın tesirde kavruluyordu.

Zaman onun kırktan sonra nükseden hastalığını tedavi edemedi. Vefasız sevgiliyi bir kere deha rüyada görmek için hep tanrıya yalvarıyordu. Fakat Allah ona bu saadeti bile çok gördü.

Bir türlü onu rüyada göstermedi.

Yazan: Leman URAL