(GEÇEN SAYIDAN DEVAM)

1 numaralı dergideki parçanın özeti:

Bir yolcu Karadağ’dan geçerken atı yuvarlanıp ölüyor. Mileli köyünün muhtarı Hösso Kâhya yolcuyu Rum kale Müsellimi (kaymakam demektir.) Bekir beye yolluyor, Bekir Bey gönüllü olarak askere giden bu atılgan gence bir at, bir kese de para ikram ederek yoluna devam imkanını veriyor.

Serçeme Mehmet Ali Ağa

Üçüncü Selim devri: İçten geriliğin, katmerli bir cehaletin, şahsi menfaat hırslarının azıtma hareketleri ile tından da iştihası kabarmış, emperyalist devletlerin hükümranlığımızı yıkma saldırışları ile mücadeleleri ile dopdoludur. O devir de mürtekip, menfaatçi, liyakatsiz vezirler elinde devlet otoritesi temelinden sarsılmıştı. Arabistan’da, Mısırda, Suriye ve Lübnan’da, Rumeli’de ve hemen imparatorluğun her tarafında yer yer başkaldırmalar… Hindistan’ın anahtarı olan Mısır üzerinde İngiliz-Fransız rekabeti… İçişlerimize Rus müdahaleleri dolayısıyla Babıali’de de şaşkınlık içinde bir bocalama göze çarpar…

Napolyon: Akada bir avuç Nizami Cedit önünde duraklamağa mecbur kalmış, aşamayacağı bir duvara, tarih boyunca dünyanın her bucağında iz ve ün bırakmış olan Kahraman Mehmetçiğin İmanlı göğsüne çarparak daha ileri gidemeyeceğini, gidebilse de birçok tehlikelerle karşılaşacağını anlamış, geri dönmeye karar vermişti. Lakin Mısırı emniyet altına alıncıya kadar Filistin taraflarında oyalama harbi ne devam faydalı buldu. Bu işe de itimat ettiği bir iki generali memur ederek kendisi Mısıra döndü.

Gerek Napolyon ve gerekse halefleriler vuku bulan savaşlarda değerli hizmetler, umulmadık başarılar elde eden Serçeme (Gönüllü askerlerin ve onlara kumanda edenlerin maaş ve istihkaklarını hükümetten alıp tevzi eden ve bunların idaresini üzerine alan memur ki: (Milis alayı komutanı demektir.) Mehmet Ali Ağa adında birini tanımaya uğurladığımız yolcudan başka bir kimse değildi.

Filistin’de beş altı sene devam eden mücadelelerde Mehmet Ali Ağa Mir-i miran (Türkçe karşılığı beylerbeyi demek ise de beylerbeyi bir derece daha yüksektir. Saltanat idaresinde mülkiye amirlerine verilen ve paşalık unvanını haiz olan rütbelerin ikincisidir.) Tahir Paşanın maiyetinde Rumeli gönüllüleri ile birlikte hizmete başlamış, çeviklik ve atılganlığı ileriyi görüşte isabeti, gönül kazanmaktaki ince buluşları sayesinde kendini muhitine çok sevdirmiş, Tahir paşanın da emniyet ve itimadını kazanarak serleşmeli mevkiine yükselmişti. O kadar sevilmiş ki: Bir gölge gibi Tahir Paşadan ayrılmaz olmuş, Serçeme Mehmet Ali Ağanın fikrinden istifade edilerek yapılan bütün işler daima uğurlu sonuçlar getirmiş…

Tahir Paşanın maiyetinde Mısıra giren Mehmet Ali Ağanın bu defa da iç işlerindeki geniş kudreti gözleri kamaştırmağa başlıyor. Fırsat kollayan kölemen beylerinin entrikalarını önlüyor, isyanlarını bastırıyor. Aylıkları verilmeyen gönüllülerin memnun edilmesini de aralarında geçimsizlik olan fermanlı paşalara. Serdarlara bırakıyor. Paşalar birbirini öldürüyor, halka ağır vergi atan vali kumandan da başka tarafta vazifelendirilmesi dileğiyle İstanbul’a yollanarak Mısır valiliğinin Mehmet Ali Ağaya tevcih olunması için bir de umumi mahzar: (mazbata) sunuluyor. Hadiseleri vukuundan ancak altı ay sonra haber ala bilen Babıali (Padişah) halkın dileğine uymaktan başka çare bulamıyor. Serçeme Mehmet Ali Ağayı (1220) hicret yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa adıyla Mısır idaresini ele almış görüyoruz,

Mehmet Ali Paşa Mısırda bir vali gibi değil, adeta hükümdarcasına hareket etti. En sağlam dayanak noktası halkın samimi hissiyat idi. Onun biricik düşüncesi: İmkânlardan istifade yolunu bilmek, halka refah ve huzur vermek ve onlardan alacağı maddi manevi kudretlerle asrın icap ve zaruretlerine ayak uydurarak idaresini takviye ve tevsi etmekti.

Halkı okşamada adaletin icra ve tevzinde çok titiz davrandı. Oğlu İbrahim paşayı zeki bir diplomat, cesur bir asker yetiştirdi. Bir gün parçalanacağına inandığı Osmanlı İmparatorluğundan bir parça da kendisi koparmak hevesine kapıldı. Mora ve Vehbiler isyanının bastırılmasına mükâfat olarak Suriye’nin kendi idaresine verilmesini Padişahtan istedi. Olamaz denince oğlu İbrahim Paşayı Suriye ve Anadolu’nun fethine memur etti 50.000 kişilik bir ordu ile oğlunu yolcu ederken şöyle diyordu.

Oğlum yolun açık, Tanrı muinin olsun… Zafer onu elde etmeğe çalışanların, azimkâr insanların hakkıdır. Azim ve cesaretle yürü: Sana en doğruyu ateşin zekân gösterecektir, buna eminim. Tecrübelerimden edindiğim fikir ve Kanaatların sana müfit olacağını sanıyorum. Dikkat et. Öğütlerimi kulaklarına küpe diye tak. Uğrayacağın yerlerde halk adalete çok susamıştır. Sakın kimseye zulüm etme. Ammeye huzur ve emniyet vermek için adalet icrasına ihtiyaç duyarsan, lüzumsuz merhametin mağlubu olma… vakit kaybetmeden adalet icabını yerine getir… halk görsün. Onların imanı gözlerindedir. Kılıcın ne kadar keskin ve parlak olursa olsun, adaletten ayrıldın mı elinde sağlam dursa da kırılmış bil…

Bu umumi öğütlerinden sonra sana bir şey emanet edeceğim, iyi sakla: Ben gönüllü bir askerdim. Buralara gelirken atım yuvarlandı öldü, yolda kaldım. Lütuf kârbir zahir elimden tutmasaydı: ben Mısır valisi, sen de İbrahim Paşa olamazdım… bütün mazhariyetlerimizi o zata borçluyuz. Bir gün yolun onun bulunduğu tarafa kadar uzarsa benim minnettarlık borçlarımı sen ödeyeceksin. Asla unutmayacaksın. Rum kale Müsellimi Bekir Bey, benim gördüğüm zamanlarda ihtiyardı, vefat etmişse evlatlarına selamlarımı ilet…

Yerime gözlerinden öp… onlardan sertlik de görsen bir kardeş muamelesi yap. Bana döndüğün zaman ilk soracağım onlar olacaktır. Unutma demiş ve ileride oğlunu beklemekte olan parlak zaferleri düşününce babalık gururu kabarmış, başını kaldırmış, biraz sonra da şefkat hisleri köpürmüş, taşmış umut bağladığı yavrusunu, sevgili İbrahim’ini bağrına basarak koklamış, nemli gözlerini göstermemek için (Durma yürü) emrini vermiş

YAZAN: İsmet Paşa İlkokulu Başöğretmeni Hüseyin İlhan YAZGAN