Gaziantep Savaşı kahramanlarından (Karayılan)’ın hayat hikâyesini, akrabaları ve arkadaşlarından dinleyen Mehmet Solmaz arkadaşımız, resmi belgelere de uygun olan bilgileri (Karayılan) kitapçığında toplamıştı. 1963 yılında Kültür Derneği yayınlan arasında çıkan bu eserin, 1964 yılında ikinci baskısı yapılmıştı.

Karayılan hakkında bir de film hazırlanmıştır. Kervan film tarafından meydana getirilmiş baştan başa gerçeklere aykırı olarak düzenlenmiş (Karayılan) filmini, 1965 yılının Mart ayında Gaziantep sinemalarında seyreden Antepliler, çok üzülmüşlerdir. Vatansever duygularla hazırlandığına şüphe etmediğimiz bu filimde, Karayılan, Amerikan kovboylarına benzetilmiş. Karayılan hakkında bir kitap var iken, Gazianteplilerden birçok bilgiler edilmek mümkünken, Kervan filmin, temamen uydurma bir konuyu ele almasının faydasını anlıyamadık. Gerçeklere uyulsa idi film, Türk halkının büyük bir ilgisi ile karşılanacaktı. Türk halkının ruhu, filimdeki Karayılanı benimsemiş değildir. Karayılan gibi bize yabancı ve uydurma filimlerle filimciliğimiz, halkın desteğini sağlamadığından, yerinde saymakta devam ediyor.

Son yıllarda bazı aşırı solcular, yazılı belgelerin aksine, Gaziantep savaşını bir sınıf kavgası açısından, delilsiz izah etmiye çalışıyorlar. Yalan sözlerle, onbinlerin bildiği ve belgelere dayanan gerçekleri değiştirmenin mümkün olmadığını ve bilâkis yalan iddialarla bizzat kendi itibarlarını yok ettikleri bir hakikattir.

Gaziantep’in kurtuluşunun 43. yıl dönümü münasebetiyle, Yön dergisinde Nâzım Hikmet’in (Karayılan) manzumesinin iktibas edildiğini haber veren bazı okuyucularımız; Nâzım Hikmet ile Karayılan manzumesi hakkında geniş bilgi istediklerinden, bu yazıyı hazırlamış bulunuyoruz.

Kültür Derneği tarafından Yön dergisine gönderilen yazı ve dernek yayınları ile, gerçek durum hatırlatılmıştır.

Nazım Hikmet'in Karayılan manzumesinde gerçekleri neden değiştirmek istediğini daha iyi anlamak için evvelâ Nâzım Hikmeti tanımamız gerekiyor. Bu sebeple 08.01.1965 tarihli Tercüman gazetesinde yayınlanan Kadircan Kafîı imzalı (Nâzım Hikmetoviç Verzanski) başlıklı tanıtma yazısını aynen aşağıda iktibas ettik. İkinci iktibas ettiğimiz yazı ise: Fuat Uluç’un hazırladığı Mart 1965 tarihli Bayrak Dergisinin yayınladığı (Bir yavanlık ve yalan şaheseri) isimli yazıdır. Bu yazıda: Karayılan manzumesindeki uydurma Karayılan ile gerçek Karayılan karşılaştırılıyor.

G. Kültür

NAZIM HİKMETOVİÇ VERZANSKİ

Kadircan KAFLI

Kemikleri Moskovada gömülü olan bir şair bozuntusunu kendisinin gönüllü olarak aldığı isimle hatırlatalım: Nazım Hikmetoviç Verzanski...

Türkiyenin ölüm dirim günleri olan İstiklâl Savaşının başladığı günlerde aydın vatanseverler bir çok tehlikeleri göze alarak Anadolu’ya geçerken Nazım Hikmet ne yapmış?

Türk milletinin en büyük düşmanlarından Rusya’nın devlet merkezi olan Moskova’ya gitmiş?

Orada ne yapmış?

Komünizm vasıtasiyie başka milletlerin ülkelerini Rus sömürgesi yapmanın usullerini o milletlere ihanet edenlere öğreten ihtilâl üniversitesine girmiş, Türkiye’de Rusya hesabına beşinci kol vazifesini nasıl yapacağını öğrenmiş.

Sonra Türkiye’ye dönmüş, hiyanetini yapmış, mahkûm olmuş, imtiyazlı bir mahkûm hayatı yaşamış, affedilmiş, askerlik vazifesini yapmamak için tekrar Moskova’ya kaçmış, oraya ayak bastığı zaman bütün dünyaya ilân etmiş:

- Beni Stalin yarattı. Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum. 24 yıl sonra bu büyük şehire gelirken asıl ve büyük vatanıma dönmüş oluyorum!

Demek Türkiye onun vatanı değildir, Türkiyenin kendisine vatan olduğunu reddetmiş.

Türkiye’de iken onu Nâzım Hikmet derlerdi. «Ran» diye bir soyadı da almıştı.

Bu isim nar kelimesinin tersinden, bu ad olarak seçmekle nar gibi kızıl olduğunu belirtiyordu. Öyle bir kızıl ki dışı yeşildir, asıl mahiyeti içindedir. Rusya’ya kaçtıktan sonra kızıllığını tamamiyle açıkladı.

Bununla da kalmadı. Soyunun bir yanının Slâv ve Polonyalı olduğunu hatırladı; Polonya tebaası oldu, aslını belirten Verzanski soyadını aldı.

İşte bunun için ona Nazım Hikmetoviç Verzanski demek gerekir.

Kendisinin Türk olmadığını, Slâv olduğunu âdeta öğünerek haykıran bu adamı bizde aşırı solcuların Türk şairi olduğunu yazmaları ve söylemeleri kadar utanmazlık tasavvur edilebilir mi ?

Türkçe şiirler yazmışmış! Yazmaz olaydı! Kaldı ki yazdıklarının hepsi Rus propagandasıdır, düşman propagandasıdır, bayrağı ve hain satırlardır.

Nazım Hikmetoviç Verzanski, Rusya’nın Türkiye aleyhindeki gayeleri uğruna Türkçe şiirler yazan basit bir Slâv şairidir. Bunu böyle bilmek gerek...

Bir Yavanlık Ve Yalan Şaheserı̇

Fuat ULUÇ

Karayılan, Gaziantep savunmasının başta gelen kahramanlarındandı. Kurtuluş Savaşı’nın destanını yazan bir şair için böyle bir kahraman elbetde ihmal edilmezdi. Nâzım Hikmet de ihmal etmemiş nitekim. Fakat bakın ki nasıl:

Karayılan

Karayılan olmadan önce Antep köylerinde ırgattı.”

Yalan!.. Hem de kuyruğu bir kaç kilometrelik. Karayılan, Pazarcığın Elif köyündendir. Babası Mamo (Mahmut) bu köye ve çevresine yerleşmiş bulunan "Kabalar” aşiretinin reisiydi. 1904’te köylerine baskın yapan Ermeni eşkiyaları tarafından şehit edilmiş ve yerine henüz on altı yaşındaki Karayılan reis olmuştur. Aşiret reislerinin ve çocuklarının ırgatlık yaptıkları ise, ne görülmüş, ne de duyulmuştur

"Yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi,

Ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar”

Yalnız yalan değil, düpedüz iftira, düpedüz hakaret bu. Hem de Karayılan gibi milli gurur kaynağımız olan aziz bir şehidimize...

Karayılan, Erzurumda muvazzaf askerliğini yaparken Birinci Cihan Savaşı patlamış, birliği ile beraber, Ruslarla yapılan bütün muharebelere katılmıştır. Bu muharebelerde gösterdiği yararlıklara karşılık da evvelâ onbaşı, sonra çavuşluğa yükseltilmiştir. Bu savaşların birinde yaralanmış, Malatya hastahanesinde tedavi görürken muharebe sona ermiş, köyüne dönmüştür. Bunu takibeden hayatı ise, Nâzım Hikmet’in canlandırmasına aslâ imkân olmayan hakikî bir destandır.

Nasıl tarla faresine benzetilir, nası korkak diye hakaret ve iftiraya uğratılır böyle bir kahraman? Bir Türk şairi, dili taş kesilmeden nasıl söyliyebilir bu mısraları ?

"Yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur,

Onun atı, silâhı toprağı yoktu.”

Tabii bunlar da yalan. Eğer yiğitlik atla, silâhla, toprakla idiyse, hepsi vardı Karayılanda. Bir saltanat paşasının torunu Nâzım Hikmet de daha fazlasına sahipti muhakkak. Fakat yiğitlik, atla, silâhla, toprakla değil, yürekle, imanla olduğu için, biri vatanı için canını verdi; biri Moskova meyhanelerinde gönül eğlendirdi. Hem de, utanmadan hasret şiirleri yazdığı memleketinde kan gövdeyi götürürken.

Övmek elinden gelmiyordu, bâri yermeseydi bu kahramanı. Fakat, çökmüş aşağılık duygusu bir kere içine. Bir ruh hastalığıdır bu, yapamazki başka türlüsünü.

"Gavurlar Antep’e girince

Antepli onu

Korkusunu saklayan

Bir fıstık ağacından

Alıp indirdiler

Altına bir at çekip

Eline bir mavzer verdiler.”

İşte koskocaman bir yalan ve korkunç bir iftira daha!..

Karayılan, hastahaneden köyüne döndüğü sıralarda devletin ve hükümetin tam bir acz içinde bulunmasından cesaret alan bir takım edepsizler dağa çıkmış, ortalığı haraca kesiyorlardı. Bölgede mal, can, ırz ve namus emniyeti kalmamıştı. Özellikle Bozan Ağa isimli bir hain, başına topladığı 150 kadar serseri ile kan kusturuyordu köylülere. Bunlara hükümet kuvvetlerinin bir şey yapamadığını gören Karayılan, aşiretinin delikanlıları ile silâha sarıldı. Takip müfrezelerinin yardımlarını da sağlayarak düşdü Bozan Ağa çetesinin peşine. Uzun kovalamalar ve çetin müsademelerden sonra Bozan Ağayı öldürüp, çetesini dağıttı. Böylece Pazarcık ve Besni çevreleri tekrar huzura kavuşmuş oldu.

Karayılanın altına ne kimse at çekmiş, ne de omuzuna mavzer vermiştir. Aksine Antep müdafaasının en şerefli sayfalarını yazan 82 kişilik çetesini kendi kesesinden silahlandırmıştır. Böyle bir kahraman için “Destan" diye, utanmadan bunları yaz.

Boynu yine böyle çöp gibi ince,

Ve böyle kocaman kafalıydı.

Karayılan

Karayılan olmadan önce.“

Halbuki yakın arkadaşları ve tanıyanlar, Karayılanı “Esmer, siyah bıyıklı, değirmi yüzlü, orta boylu, enli vücutlu, gür kaşlı, mert görünüşlü” bir erkek güzeli olarak anlatırlar. Nazım Hikmetin çizdiği ‘’Miki Adam” tablosu ise, kendi gönlünde yatan kahraman (!) Nazım Hikmet’in portesi olsa gerek.

‘’Karayılan olmadan önce,

Umurunda değildi Karayılanın

Kıyamete dek gâvura verselerdi Antep’i*

Çünkü onu düşündürmeğe alıştırmadılar.”

Yalanın, iftiranın, uydurmanın böylesine pes doğrusu!..

Karayılan okur-yazardı. Hemde köy hocalığı yapacak kadar. Bu yüzden aşireti arasında “molla” diye anılırdı. Askerlikte onbaşılık, çavuşluk yapmıştı. Kendine göre, memleket meselelerini düşünür, çözümler, payına düşeni yapardı. Nitekim, kimsenin teşviki, telkini, ikaz ve zorlaması olmadan, vicdanından aldığı emirle harekete geçmiş. Gaziantep savunmasının ilk büyük zaferi olan ve ”Karabıyıklı baskını” diye anılan destanı yaşatmıştır. Baskına uğrattığı düşman kuvveti, bir süvari takımı ve büyükçe bir piyade müfrezesi ile himaye edilen 40 arabalık bir nakliye koludur. Baskın 80 kişi ile yapılmıştır. 20 Ocak 1920 gününün öğle vaktinde iki saat kadar süren bu yaman boğuşmanın bilânçosu şudur:

100’dan fazla ölü, 50 esir, ganimet olarak da kadana katır ve at cinsinden 100 baş hayvan: bir ağır, iki hafif makineli tüfek; 160 piyade tüfeği, 20 sandık cephane, 100 bomba, içleri çeşitli yiyecek maddeleri dolu 40 araba.

Savaşın en kızgın zamanında Karayılan’ın 15 arkadaşı ile Fransızların içine dalması, dört Tunuslu erle iki makineli tüfeği esir ederek bulundukları tepeye çıkarması, Tunuslulara kullandırarak düşmana ölüm saçması ayrıca kayda değer bir kahramanlık harikasıdır.

Nazım Hikmet de okumuştu, hem de bir askeri okulda. Dolayısiyle askerce düşünmeğe alıştırılmıştı. Fakat, kendi yaşındakiler, Anadolu yaylasında vatan için kafile kafile toprağa serilirken, niye alıştırıldığı askerce düşüncenin icabını yapmamışt, acaba? Çünkü, maddesi de, madde ötesi tarafı da hıyanet çamuru ile yoğurulmuştu onun.

“Ak bir taşın ardından Karayılan

Çıkardı kafasını Derisi ışıl ışıl

Dili çatal

Gözleri ateşten aldı.

Birden bir kurşun gelip

Kafasını aldı

Devrildi kaldı.

Karayılan

Karayılan olmadan önce

Karayılanın encamını görünce

Haykırdı avaz avaz

Ömrünün ilk düşüncesini

— İbret al deli gönlüm;

Demir sandıkta saklansan bulur seni

Aktaş ardında Karayılanı bulan ölüm

Ve bir tarla sıçanı kadar korkak olan

Fırlayıp atlayınca ileri

Bir dehşet aldı Anteplileri.

Seyirttiler peşince

Gâvuru tepelerde vurdular,

Ve bir tarla sıçanı kadar korkak olana

Karayılan dediler.”

Gördüğünüz mü Karayılanın kahramanlık felsefesine kaynak olan hadis-i ibreti ve isminin nerden geldiğini?.. Bütün yazdıkları gibi, bunlar da yalan elbette...

Kurtuluş savaşında düşman istilâsına karşı koymuş Kilis, Antep, Maraş mücahidierinin başta gelenlerinden hiç birisi kendi isimleri ile anılmazlar. Adlar hep takmadır O zamanın âdetiydi bu. Asıl ismi Memo (Mehmet) olan Karayılan için de gerçek budur. Bir serseri kurşunun aktaş ardında Karayılanın başını koparması, Nâzım Hikmetin kopasıca başında doğmuş bir masaldır. Özellikle Karayılanı kasdederek “Fırlayıp atlayınca ileri Bir dehşet aldı Anteplileri” demesi, Fransız kuman danlarından Abadi’ye “Türk Verdün’ü Antep’i,, yazdıran kahramanların tümüne birden hakarettir.

Karayılan, Karabıyıklı baskınından sonra Antep Kuvayi Miliye Merkezinden aldığı emirle eşkiya Samlı Kel Ahmet çetesini imha etmiş, Kilis, Antep, Nizip, Antep yolları savaşları ile Antep şehir içi savaşlarının 54 günlük kısmına katılmıştır Mağara başı, Kurban baba savaşlarında gösterdiği kahramanlıklar hâlâ dillere destan" dır. Nihayet 24 Mayıs 1920’de Samsaktepe taaruzunda tam kalbinden aldığı bir isabetle şehit düşmüş, Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Şimdi lütfen ellerinizi vicdanlarınıza koyarak söyleyin; Kısaca hayat hikâyesini naklettiğimiz Karayılanla, Nâzım Hikmetin nefes kesen (!) destanı arasında münasebet var mıdır?