Mehtaplı bir Ağustos gecesi, Ramazan'ın 24'ü, saat iki buçuğa üç var. Sokaktan gelen bir takım ayak sesleri ve gürültüler beni yerimden fırlattı. Gecenin bu sessiz saatinde ıssız köy sokaklarındaki gürültünün sebebini merak ve tecessüsle araştırırken yanımızdaki minarede İlâhi bir ses kalpleri hûşû ile titreterek selâ okumaya başladı. Bu sırada sesler gürültüler arttı. "Nihayet getirebildik, Hüseyin bulundu fakat Ali nerede onu bulamadık." sözleri ile büyük bir grup camiye doğru ilerliyordu.
Etraftaki heyecanlı kalabalıktan bir şey anlamak imkansızdı.
Nihayet ihtiyar bir kadın onların ( yalvarma törenine ) gitmekte olduklarını söyleri. Düşmanlarını affetmemek, merasimden uzaklaşmak isteyen Hüseyin'i getirmişleıdi. Camiden sonra gidecekleri yer yakın yapılacak törende önemli olduğu için gayrı ihtiyari bende karıştım. Şimdi Hüseyinlerin büyük avlusundayız. Civar köylerden toplanan kırk elli kişilik bir grup ağır ağır ilerliyor. Sanki bir kumanda bir emirle hareket ediyorlarmış gibi hepsi birden yere diz çöktü ve kapandılar. İçlerinden en yaşlısı olan Hacı Murat hafif titrek bir sesle:
—Hüseyin,
diye seslendi.
—Hepimiz sana dehalet ediyoruz. Esadı ve Ahmedi af etmeni, onlara karşı kan gütmemeni diliyoruz, diye yakardı.
Aradan saniyeler geçiyor. Çıt yok. Nihayet bir oda kapısı açılıyor, uzun boylu yağız çehreli bir genç olan Hüseyin merdiven başında tunçtan bir heykel gibi dimdik duruyor. Renk uçuk, gözler donuk, şakaklarından iri ter taneleri süzülüyor. Her zaman dik ve sert olan vücut şimdi taşıdığı ıztırap yüküyle sanki iki büklüm olmuş. Ağır ağır ilerliyor.
Kendisine doğru yerde sürünerek yaklaşan gencin kollarından tutarak göğsüne bastırıyor.. Her tarafta bir sessizlik, yalnız sağdan, soldan hıçkırıklar duyuluyor.
—Seni affettim. Çünkü günahsızsın. Fakat gözüme görünmemek evini buradan uzaklaştırmak şartıyla köyde kalabilirsin. Ama onu canavar ruhlu katili ne ben, ne Allah, ne de ölen kardeşimin yavruları af etmeyecektir. diyor Hüseyin.