Türk tarihinin insanlık âlemini doldurduğu devirlerden kalma büyük hatıralardan biri ve belki en mühimmi kalelerdir.

Onların her burcu bir zafer kartalının muhteşem takıdır. Her duvarı, yaşadığı devrin iman selâbetinin, dayanma kudretinin timsali gibi görünüyor, içinde gezerken, yanından geçerken insana kudret ve hürmet telkin ediyor. Öyle sanıyorum ki Antebe her ilk gelende uyanan ilk heves kaleyi görmek hevesidir.

Halbuki her hangi bir ziyaretti kale dibindeki meydana gidiptekaleye 30-40 metre uzaklıkta dikilen kara levhalardaki ( TEHLİKELİDİR GEÇMEYİNİZ ) yazısını okuyunca derin bir iç sızısı duymatan kendini alamaz.

Şehrimiz tarihinin eskiliğini ve büyüklüğünü gösteren bu hâkimiyet sembolünü, üzerimize yıkılmaya hazır bir harabe halinde görmek, muhakkak ki her Türkün vicdanında bir azap, ruhunda bir ıztırap olur.

Ne yapmalı?

İşte buna, bugün için, ancaL bir hülya olarak cevap verebileceğim.

Tasavvur edelim ki şehrin tam ortasında yükselen kalemizin etrafındaki dik meyil, etekleri biraz doldurularak tatlılaştırılmış, kale bedenlerinden eteklere kadar ağaçlandırılmış, çiçek ve çimenlerle süslenmiş. Yılankavi kaleyi dönen güzel, çakıllı, kumlu yollara yer yer sabit kanepeler yerleştirilmiş, geniş ve emniyetli bir kapıdan girilen kalenin içi keza ağaç ve çimenden güzel bir park haline getirilmiş, bir iki yerine hoparlör tesisatı yapılmış; kalenin bütün görülmeğe ve yaşatılmağa lâyık burçları, eserleri muhafaza altına alınarak bütün meraklıların ince ince, uzun uzun seyretmesine elverişli bir hale getirilmiş olsun…

Şimdi bir ejderha gibi üzerimize atılacağından korktuğumuz bu heyülâ o zaman en münis bir arslan gibi önümüzde yatacak biz bütün tecessüs iştiyaklarımızı onun tarihî telkinleri altında doya doya tatmin edeceyiz. Ne tatlı hülya.

Tarihin bu büyük eserinin kucağında bu günkü neslin korkusuzca, hatta sevgi ve neş’e ile yaşıyacağı günü hasretle bekliyoruz..

C. ONAY