Birkaç gün öncesiydi. Bir dostum beraber Halfeti'ye gitmemiz için haber yollamıştı. Hanımı ile hanımım, kendisiyle ben, çocuklarıyla çocuklarımız, biri diğerimizi bir gün bile görmesek, özlem duyan iki komşu ve ahpaplardık. Çoluk cocuk hep beraber gidecek, öğle yemeğini bahçelerinde yiyecektik. Öyle de oldu...

Hava pek tatlıydı... Halfeti kışta sonbaharını yaşıyordu. Pardesülerimiz, süeterlerimiz ağır ve sıkıcı geldi. Fırat’ın kimbilir kaç bin seneler yalayarak yatağında bugün bile bulanık akışını bulduğu, sarp kayalar, vahşi güzelliğini, meyve ve fıstık bahçeleri gerisinde gizlemiyordu…

Kayaların muzipliğini yakın tarihe kadar unutmuştum... Fıratın beri sahillerinden seslenen çocuklara, karşı sahilin ötesindeki “Tellikaya” denilen kayalar ses veriyordu.

Bir ara şehride dolaştık. Halfeti her zaman bana, görgülü ailelerin, fakrüzarurete düştüğünü hatırlatır... Nasıl gıcır gıcır elbiselerin yerini bu gibi ailelerde yırtık veya yamalı, fakat tertemiz elbiseler alırsa, Halfeti’nin sokak ve evleri de bugün aynı manzaradadır.

Üstesine halkının geleneklerine bağlı, mazileriyle öğünür, bunu her vesiyle ile hattâ misafirperverlikleriyle isbatlar oluşları inkâr kabul etmez.

Adam Ali Bey’dir, Mehmet Efendi’dir... Fakat bu, fakir düşmüş olmasıyle isminin izafesini eksiltmez. Kayıkçıdır yine Bey’dir. Yine asildir, yine bonkör, yine görgülüdür. Çiftçi’dir, yine Efendi’dir, ismen değil, gerek anlamıyle... Köklü ailelerin fakirleri Halfeti’de kalmış, zenginleri taşraya taşmış.

Ortaçağ aristokrasisinin halka inişi bu şehirde dejenere olmadan hayat hikayesini yaşıyor.

Belki bende, zengin bir babanın varlıklı olmayan bir çocuğu olduğum için olacak, onların yırtık ve pırtık içindeki beylikleri, efendilikleri tabiî, kendi yaşayışım gibi geliyor…

Fakir, fakat asil halkı olan Halfeti, senin sevgin çocukluğumdan beri gönlüm de tahtını kurmuştur. Buna inan!...

Mataryalist düşünce ve davranışlara boyun eğmemek kişiliğine sahip halkına rağmen, haşin kayalıklar hakimiyeti eteğinde, mevve bahçeleri arasından süzülen Fırat'ın, Boğaziçi manzarası sende!... Portakal ve limon çiçek kokularına, rengarenk güllerin, katmerli nergizlerin dinsel inançli kokusu sende!... Sen bu güzelliğin rehavetinde cennetten bir köse, sana gönül bağlayanların içinde bir füsunsun!...

Halfeti’ye biz yine Birecik üzerinden gittik.

Bireciğin dar yollardan nasıl sahil yolu kurtaracaksa, Halfeti’yi de Gaziantep’e henüz tamamlanmamış yolları bağlayacaktır.

Kaymakamlık hariç diğer dairelir hep eski evlerdir.

İki ilk, bir orta okulu olan Halfeti’de en yeni bina Ziraat kooperatifi binasıdır. Cumhuriyet'in ilk kız okulu burada açıldığı için hanımlarıda erkekleri kadar uyanıktır.

Halfeti bol suya ilk Büyük Millet Meclisi Mebusu Yasin Kutluğ'un Belediye Başkanlığı zamanında kavuşmuş, çok gayretli ve vefalı şimdiki Belediye Başkanı Kadir Ağa zamanında da şebekeleştirilmiştir.

İller Bankası yardımı ile yine Yasin Kutluğ zamanında yapılan bahçeleri bir boydan bir boya takip eden betonarme su yolları, cidden güzeldir. Yol boyunca sizi, inecek güzergahında, pırıl pırıl berrak sular izler… Halfeti denince akla zaten bir su şehiri gelmelidir.

Şehir bol ve ucuz elektiriğe de kavuşmak üzeredir. Yer çekişmesi yüzünden birinci beş yıllık plan devresinde ele alınamıyan Hükümet konağı için, ikinci beş yıllık plan devresine üç buçuk milyon lira konduğunu Halfetili çocuklardan bile öğrenmek mümkündür.

Gaziantep’e Urfa’ya Bireciğe dağılmış, Halfeti Beylerinin Efendilerinin ve tüm şehirlinin yerini ne yazık yabancılar dolduracak…

Emeğin yok pahasına, enerjinin bol ve ucuz tabiat zenginliğinin alabildiğine, Gaziantep, Urfa hinterlandına yakın şarkın kapısında olan bu şehirde, niçin sanayii gelişmesin?

Halfeti geleceğin sadece güzellik örneği değil, bir sanayi merkezi olmanın namzedidir. Hele kısa ve asfalt yollar, onu bize oldu bu kadar, bizi de ona bağlıyacak! Gaziantep ayrıca şipşirin bir mesire şehrine, bir dinlenme köşesine kavuşacaktır… Hem kış aylarını bahar güzelliğinde geçirmek üzre... Yeterki biraz Halfetililer, gayret göstersinler!

7.11.1967 (Haber)