Geçen gün Şehreküstü’yü ziyarete gittim. Beni davet falan eden olmadı. Ama ben, günlük çevremden çıkarak severim şehrimi gezmeyi! Günlük iş hayatımızın size çizdiği dar yollardan çıkarak şöyle bir açılabilirseniz dinleniyorsunuz. Ruh yapınız yeni bir canlılık kazanıyor. Bende öyle yaptım. Arasa’da işimi bitirdikten sonra şöyle bir Şehreküstüye kadar uzanayım, dedim. Çoktandır görmediğim dar cadde genişletilmiş, baştan başa asfaltlanmıştı. Sağ kaldırımda etrafı seyrederek yürümeye başladım. Dükkânları daha çok çorapçılar, trikotajcılar doldurmuştu. Arada büyük boy iplik boyahaneleri göze çarpıyordu Esenbek Camii ile Şehitler kütüphanesini geçtikten sonra, öteden Ahmet Çelebi İlkokulu gözüktü. Biraz sonra ilkokulun önünde eski bir tanıdıkla karşılaştım. Bu her Gaziantep’linin tanıdığı meşhur Büyük saatdi. Onu 30 yıl önce

İlk defa Maarifin köşesinde görmüştüm.

O zaman kaide ve sütunundaki zarif süsleriyle herkesin hayranlığını çekerdi. Kocaman başındaki dev akreple yelkovanı düzenli bir şekilde çevirecek kim bilir nasıl bir mötörü vardır, diye çocuk ruhumla insan zekasının bir harikası saydığım Büyük saatin karşısında âdeta saygı duyardım. Bizim Büyük Saat, önce Belediye Pasajının bulunduğu meydana, arkasından Balıkı’ya göç ettikten sonra Şehreküstü’de karar kılmışa benziyordu. Yanından geçerken ona bir eski dost gibi baktım. Sütunundaki süslemelere gece gündüz saydığı zaman hiçmi hiç etki etmemişti. Okadar taze ve temiz kalmıştı bu süslemeler.

Büyük Saati geçtikten sonra karşıma büyük bir yapı çıktı. Bana kadar gelen uzak gürültülerden burasının bir fabrika olduğunu anladım. Biraz daha yaklaşınca tahinim beni doğruladı. Büyükçe bir un fabrikasıydı. Bu sırada ikinci bir çağrışım zihnimi yokladı. Fabrika aylarca önce ziyaret vardettiğim bir dostumun tam tarif ettiği yerdeydi. Fırsat bu fırsattır, diyerek kapıdan içeri daldım. Fabrikanın sahipleri Kadir Sarıbaşak ile sonradan gelen Gürbüz Bayel, beni nezaketle karşılayarak fabrikayı gezdirdiler. Adının SABA Un fabrikası olduğunu öğrendiğim kuruluşta değirmen taşları yerini çoktan modern makinalara bırakmıştı. Önce anbardan alınan buğdayı çöp sasörü temizliyor, bir makina yıkıyor, öbürü ise kurutuyordu. Kuruyan tertemiz buğday öğütma makinalarından geçtikten sonra dev eleklerde toplanıyordu. Bu bir çift elek, modern tekniğin hayranlık uyandıran örnekleriydi. Beni asıl ilgilendiren ve sevindiren yönü ise bu dev eleklerden birinin, orjinalinden örnek alınarak şehrimiz teknisyenlerince yapılması idi. Evet, Gaziantep Sanayii, bunun gibi daha birçok zorlu işleri başaracak bir güce ulaşmıştı. Eleklerden son defa saflaştırılan un torbalama makinesine gönderiliyor, bütün bu işlemleri el değmeden otomatik makinelerle yapılıyordu. Son olarak bir kasa baya yetecek güçte iki büyük dizel motör fabrikaya gerekli enerjiyi sağlıyordu.

Yazıhanede kahvelerimizi içerken Gürbüz Beyel ile Kadir Sarıbaşak, bana kentimizdeki Un Endüstrisi konusunda bilgi verdiler. Bu bilgilere göre; Gaziantep’te 13 büyük un fabrikası ile 20 kadar değirmen vardır. Bu un fabrikaları: Saba, Göymen, Yeni Un, Örnek, Hat, Metanet, Altınbaşak, Başaran, Arıca, Büyük Arpacı, Pürsefa, Güneş ve Özova adını taşmaktaydılar. Bunlar 15 ile 50 ton arasında un imal ediyorlardı Bütün Un Fabrikalarının toplam imalatı ise değirmenlerle birlikte günde 400 tona ulaşmaktaydı. Fabrikalara gerekli günlük buğday stoku 10.000 ton idi. Bu rakam ise Gaziantep’i Güneyin en büyük buğday anbarı yapmakta idi. Nitekim, Urfa, Mardin, Konya illeriyle Kırıkhan, Reyhan ve İslâhiye ilçelerinin buğday üretimi büyük ölçüde Gaziantep’de toplanmaktaydı. Günde 400 tonun imal eden Gaziantep, 30-35 tonunu şehirdeki fırınlarda kullanıyor kalan büyük miktarı ise vagon vagon, kamyon kamyon Urfa’dan Van’a kadar Doğu illerine gönderiyordu Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Maraş, Hatay hatta Adana, Gaziantep ununu ekmek eden iller arasındaydılar.

Beni nezaketle uğurlayan Saba Un Fabrikası sahiplerine veda ederken, öğünç duygularıyla doluydum.

Çünkü Gaziantep, Yıllık Türkiye Buğday Üretiminin kırkta birini fabrikalarında işliyecek bir güce ulaşmıştı.