Her fırsat buldukça yabancılardan sorarız:

- Gaziantep’imizi nasıl buldunuz?

Evvelâ bir <<Hayret>> çeker, <<Hiç böyle tanımıyorduk!>> der. Sonra kendi zaviyesinden intibalarını anlatmaya başlarlar…

Geç uyuyanlar:

- Bu şehirdeki gece hayatını ben hiç bir şehirde görmedim.

Erken uyananlar:

- Bu şehrin ne çalışkan halkı var? Karanlık iken sokaklar arı kovanı gibi kaynamaya, herkes işinin başına gitmeye başlıyor, der. Sanat bu şehirdeki zanaatçıların elinde sanki istiskal mevzudur. Onların yapamayacağı bir bölüm hatırlamıyorum. Fitrî sanat kabiliyeti olan Gaziantepli neticede her sanatın şeref payesine hak kazanabilir.

Gençler üniversitelerimiz de olsun, Avrupa’da, Amerika’da olsun modern ilmin, tekniğin sayılı şöhretleri olabiliyorlar.

Dünya milletleri Atom sırrını çözmeye ajanlar kullanırken, Amerika’daki sayılı üç Atom alimlerinden birisi, bizim bir kaç sınıf öncemiz Kafadar Ahmettir.

Maziye dönelim, Mütercim Asım’lar, Münif paşalar bu yurdun özçocuklarıdırlar…

Sanaatta, bilgide bu derece meziyetler gösteren yüzbinlik bu şehrin, ilkokul sayısı ancak iki elin parmak sayısı kadardır…

Yakın maziye kadar bu şehrin <<Darül-Harir>> denilen bir ipekçilik Enstitüsü, bir Amerikan kolleji, bir Eczacı koffa mektebi, bir ticaret idadisi ve bugün bizim için bir hayal olan bir tıbbiye okulu varmış…

Ne garip tecelli değil midirki, şehrimizde Tekniker okulunun açılması için teşebbüse geçenlere bir sözde maarifçimiz:

<<-Ben diyor, Aydın dururken nasıl Gaziantep’e Tekniker okulu açabilirim!>>

Biz bu sözleri garipsemiyoruz. Bir tarihte bir vekil maiyetinden:

<<- Gaziantep Suriyede değil mi?>>

Diye sormamışmıydı?

Ve bugün dahi Ankaraya gidenlerimizden arkadaşları:

<<- Siz pasaportu ne kadar kolay alabiliyorsunuz?>>

Diyenler çıkmıyor mu?

Bu sadece bizi böyle tanıyanların hiç değil ilk okul coğrafi kültürlerinin noksanlığı yanında bizim kendi kendimizi olduğu kadar başkalarınada kendimiz tanıtamayışımızın bir sonucu değilmidir?

Türkiye’ye fındıktan sonra döviz getiren karşılığı altından kıymetli dolar olan fıstığımızın adı İstanbul gibi şehirlerde halâ şam fıstığı değilmidir?

Cennet bahçesine dinlenmek için giden bir talebemiz fıstık satıcısına:

<<- Küçük der sen bunu Gaziantep fıstığı diye satarsan her defasında senden alacağım!>>

<- Efendim o zaman ben başkalarına satamam>>

Sonra üç defa <<Gaziantep>> üç defa <<Şam>> diye bağırmakta antant kalırlar.>>

Arkadaşım anlatırdı.. Ben ne zaman bahçeye girsem çocuk beni görünce:

<<- Gaziantep fıstığı, diye bağırır, bende alırdım>> derdi.

Bu şehrin 650, bu vilâyetin binin üstünde, civar vilâyetler dahil bir kaç bini bulan talebeleri, İstanbulda, Ankarada, İzmirde hatta Erzurum Üniversitelerinde okuyorlar…

Trabzon gibi küçük bir vilâyet Tıp Fakültesine kavuşuyormuş… Pekalâ..

Ama, Ata’nın her kasaba Gaziantep’ten örnek alabilir dediği, istiklâl mücadelemizde, cenubun kalesi, Türk izzeti nefsinin olduğu kadar Türk harsının koruyucusu bu şehir inkılap Hükûmetimizin güneyde açacağı bir üniversiteden elbette payını isteyecektir.

Biz Üniversitenin bir kaç kolunu değil tümünü sinemizde talebeleriyle yaşatacak maddi manevî destekleyecek bir bölge vilâyetiyiz..

Hiç şüphemiz yoktur. Durumumuzu sayın büyüklerimiz dikkate alacaklardır. Yeterki biz istemesini bilelim!..

Değişmeyen kaide, ağlamayan çocuğa meme vermezler.

(Yeni Ülkü’den)