Gaziantep kalesinin tarihini tetkik etmek, bizzat Gaziantep tarihini tetkik etmek demektir. İlmî esaslara dayanan bir Gaziantep tarihi yazılmadıkça, Gaziantep kalesinin mazideki safhalarını takip etmek güç, hatta imkânsız olacaktır.

Gönül ister ki, sevgili yurdumuzun böyle bir tarihini yazmak ([1]) suretile kalenin durumunu belli başlı zaman bölümleri içerisinde, tarihin laboratuarından geçirerek tetkik etsin, daha doğrusu edebilsin.

Bugün müsbet ilimler arasında yer almış olan tarihten maksadın ([2]) 19. Asırda olduğu gibi, vakaları bir zaman sırasile yazmak veyahut ta kitaplardan kopya yapmak demek olmadığını biliriz. Onun için sadece kitap ve kâğıt vesikalara dayanarak tarih yazmakla iktifa edemeyiz. Bunun için toprak altında gizli kalmış olan tarih hazinelerini açmak, ilk medeniyet görüşünden itibaren bir tekâmül takip etmek lâzımdır.

Bugün bir tarih, arkeoloji, filoloji, etnoğrafya, etnoloji, antropoloji, paleografi, epikrafi, nümizmatik, coğrafya ve folklorun yardımile o devrin içtimâi, felsefî, fikrî hayatına, sanat durumuna nüfuz edilerek meydana getirilmiyorsa ilmî hiçbir kıymeti olmayacağı muhakkaktır. Bize bu malzemeyi sistematik bir kazının sağlayacağı da şüphesizdir. Bugün, baştan başa şan ve şeref destanı olan bu Gazi yurdumuzun böyle bir tarihini yazmak için bu şemiler ilmî bir zaman hazırlanmış değildir. Kendimizi zorlıyarak meydana getireceğimiz bir eser, veya birkaç satır yukarıda denildiği gibi 19. asır zihniyetinde kitap ve yazılı vesikalarda münhasır kalacak, netice itibarile noksan olacak.

Bunu söylemekten maksat, Gaziantep kalesi hakkında yazılacak birkaç satırın doğru olsa da ne kadar eksikli olacağını belirtmektir. İlmî araştırmaların, söylenen sözleri tamamlıyacağı gibi yanlış veya doğru olarak isbat etmesi de mümkündür.

Şimdiye kadar Gaziantep kalesi hakkında söylenenlerin teferruatı bırakılarak, ([3]) kalenin buğünkü durumu, yakından tetkik edilir ve yer yer açılmış olan profillere dikkat edilirse, Gaziantep kalesinin katlarından meydana gelmiş bir büyük üzerine kurulmuş olduğu görülür. (*) Çekirdeği hüyük olan bu kalenin en alt katında kalkolitik tabaka olduğunu, bulunmuş olan seramik delillere dayanarak söyleyebiliriz.

Arkeolojik bir kazı neticesinde bakır, Öneti, Eti ve Etinden sonraki çağların da meydana çıkarılacağı kuvvetle tahmin olunmaktadır.

Etiler zamanında hudutları şarka Fırata, garpte Zincirliye (Sam'al) şimalde Milit (Malatya) e karşı Toroslara, ve cenupta Suriyeye dayanmakta olan ve Gaziantebin merkezî kısmını içerisine alan bölgeye Kizatna denilmekte idi. Etiler bu mıntakayı hiç bir zaman, tam manasile baş eğdiremedikleri imtiyazlı bir Beylik halinde idare ediyorlardı. Burası Huriler tarafından iskân edilmişti. Bugün Eti Hiyeroglif kültür sahasının hâricinde görülen KizWatna, şüphesiz diğer bakımlardan Etilerin tesiri altında idi.

Burası, Asur metinlerinde Kutmuh olarak geçmektedir. Yalnız Asur devrinde garpteki hudut biraz daha dardı.

Anadolu ile Mezopotamya arasında arkeolojik mühim bir intikal noktası olarak duran Sakçagöz de bu mıntaka içerisindedir. (*)

Şöyle denilmek isteniyor ki, böyle bir bölgenin içerisinde bulunan Antep hüyüğünün, sonraki Antep kalesinin bu devirde mühim roller oynamamış ve bölgenin hayatına iştirak etmemiş olması imkânsızdır.

Daha sonra da Romalılar zamanında, imtiyazlı, hatta müstakil bir eyalet olarak idare edilen Kammageni hudutları içerisinde idi ve mühim roller oynadığı şüphesizdir. Fakat kesin bilgiyi kazının vereceği unutulmamalıdır.

Bu kalenin Jüstinyen tarafından tamir gördüğü söylenmektedir. Fakat, şimdiye kadar bu yolda ne müsbet bir vesikaya rasladım, ne de yazan akadaş mebaz vermiştir. Üzerindeki inşaatın mimari tarzı bunun bir Selçuk eseri olduğunu isbata kafîdir. Bir kazının Selçuk tesisatı altında Bizans temelleri meydana çıkarması imkân dahilindedir.

Elde mevcut yazılı vesikalara göre, hemen 15.asrın ([4]) başlarında kalenin tarihle ilgili Mentaş isminde birini görüyoruz. Bundan ([5])Antepli Aynî bahsediyor, ve halkın bu yüzden çektiği sıkıntıları ve mertçe müdafaasını anlatıyor.

886 hicri senesinde Melik Eşref Kayıtbay tarafından tamir görüyor.

Kanunî Bağdat ([6]) seferleri esnasında bugün maalesef çökmiye yüz tutmuş olan bu cenubu şarki burcu üzerindeki kitabeyi yazdırıyor.

946 dan başlıyan mahkeme sicillerinde Antep kalesinin her yönden durumuna ait birçok kayıtlar geçmekte ve sık sık kaleye ait meselelere rastlanmaktadır. Bu vesikalardan Gaziantebin ve kalesinin bütün safhalarına ait olayları kesiksiz olarak takip etmek ve hiç olmazsa bu devre ait olsun bütün bir tarih yazmak mümkündür. Mevcut delillerden kalenin takriben 40-50 sene evveline kadar meskûn olduğu görülüyor.

Kalkolitik çağdanberi yavaş yavaş büyüyerek canlı bir tarih sembolü gibi bize kadar devam eden Antep kalesinin, her yönden uyanık bir durumda olduğumuz, tarihin, tarihî âbidelerinin ve sanat eserlerinin değerini en çok idrak ettiğimiz bu devirde ölmesine müsaade etmiyeceğiz.

O, bize bir emanettir, ecdat yadigârıdır. Bizden evvelkilerin evlâtları bizden sonraki ataları olmağa lâyık olduğumuzu bize kadar gelen tarih âbidelerimizi itina ile teslim almak, sağlam olarak devretmekle isbat edeceğiz.

Birgün vatanımıza göz dikecek olanları da, kuvvetimize olduğu kadar, bu toprağın en alt katlarına kadar sokulmuş olan kültür belgelerimize dayanarak kovmak yetkisini kazanacağız.

Bu meselenin Teknik bakımından incelenmesi diriltilmesi veya ölüme bırakılması hakkında alınacak tedbirlerin izahını mimar arkadaşlardan bekleriz.

Yazan: Sabahat GÖGÜŞ

Gaziantep Müze Müdürü


([1]) Bu yazı YeniGaziantep Gazetesinin 26 Şubat 945 tarih ve 407 sayılı nüshasında neşredilmiş, fakat yazmak (yapmak)

([2])Maksadın (maksadım)

([3])Teferrüatı bırakılarak (teferrüatı bırakarak)

(*) (Gaziantep) 18 Şubat 1938

(*) Sümeroloji araştırmaları S. 1013

([4]) 15 nci asır (17 nci asır)

([5]) Bundan (Bunu da)

([6]) Bağdat (Mısır) kelimeleri mürettip hatası olarak yanlışlıkla dizilmiştir. Düzeltir okuyucularımızdan özür dileriz.