Son günlerde farklı ve hatta zıt kutuplara mensup insanların müşterek bir şikâyetleri var: Kendileri gibi düşünmeyen kimselerin, onlara karşı tahammülsüz davranışları. Bu şikâyet çok haklıdır. Kafasında fikir olan, düşüncesini, hissiyatını başkalarına haber vermek isteyen herkes, bu memlekette baskıdan, hürriyetsizlikten şikâyetçidir. Baskı yapan ve hürriyetlere saygısızlık gösteren yalnızca siyasi otorite değildir. Eğer iş bununla kalsaydı, meselenin halli çok kolay olurdu. Fakat maalesef meselenin çok derin kökleri vardır. Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı aldığımız tavırları bir gözden geçirsek, işin ne kadar çetrefil olduğunu derhal anlarız.

Siyasi fikirlerinden dolayı hapse atılan, işine son verilen, politikacı, gazeteci ve fikir adamının, hürriyetlerini korumak için ihtilâller yapıyoruz, anayasalar çıkarıyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen, yazılarımızın, düşünürlerimizin, sanatçılarımızın artık, korkudan kurtulduğunu, keyfi muameleden masun kılındıklarını el’an iddia edebilir miyiz? Bütün gayretlerimiz, hiç olmazsa siyasi alanda ifade hürriyetini, fikir hürriyetini, sansür, hapis veya para cezası gibi, en şiddetli müdahalelerden kurtarmaya yönelmiştir. Bu sahada daha çok mücadele edeceğimize hiç şüphemiz yoktur. Kendimizi devletten, siyasi otoriteye sahip çevrelerden gelecek müdahalelere karşı korumaya çalışırken bizzat fikir adamlarının, gazetecilerin, fikrini duyurmak isteyen herkesin, davranışlarında müşahade ettiğimiz taassup ve müsamahasızlık, bizi asıl endişeye sevkeden sebeplerin başındadır.

Ne siyasi partileri, ne orduyu, ne de idare cihazını tek taraflı ithama mahal yoktur. Türkiye’de siyasi hürriyetler tam olarak teessüs edemiyorsa, bundan başkalarını sorumlu tutmak yanlıştır. Bu eksikliğin ve arızasının baş sorumlusu bizzat kendimiziz. Türk cemiyeti, asırlık çabalarına rağmen, el’an büyük bir konformizm içindedir; her şeyi alışmış kalıplar içinde görmek ve düşünmek eylimizi, ruhumuza, benliğimize sinmiştir. Alıştığımız, bellediğimiz yollar ve usullerden çıkmak, bizim için en zor işlerden biridir. Türk cemiyeti, bütün devrimcilik iddialarına rağmen, el’an dünyanın en muhafazakâr toplumlarından biridir. Politika hayatımızda basın ve üniversite muhitlerinde, aydın çevrelerde, zaman zaman yapılan tartışmaların aldığı şekil, bizi adeta ürkütmektedir. Farklı bir fikir söylemek yeni bir şey araştırmak çoğunluğun temeyyüllerine aykırı, ondan farklı bir yol tutmak, değme babayiğidin göze alamayacağı bir harekettir.

Türk cemiyeti, bilhassa ilkel toplumların özelliğini teşkil eden bu konformizmden, yeknasak düşünme ve davranış vasıflarından el’an kendini kurtaramamıştır. İlkel cemiyetin farklaşmamış içtimai bünyesinin, fertleri bir kalıba dökmek isteyen şiddetli manevi baskısı düşünen, araştıran duyan ve konuşmak isteyen kimseler için, bazen dayanılmaz bir cendere haline gelmektedir. Siyasi baskının dışında, bazen kendileri gibi düşünmeyen yazarları ve düşünürleri tellin etmek için gösteriler yaparlar, gazete ve matbaa yıkanlar, umumi cereyana uymadığı için, haysiyet divanları ve disiplin kurulları marifetiyle meslek ve cemiyetlerinde atılanlar, bizdeki tahammülsüzlüğün acı tezahürleridir.

Yıllarca ağızlarından demokrasi lâfını eksik etmeyenlerin, muarızlarına karşı reva gördükleri ağır muameleler, itham, küfür ve hakaretler; rakiplerini fikir alanında yenemeyeceklerini hissedenlerin başvurdukları entrikalar, iftiralar, jürnaller, aslında bu cemiyetin esaslı tedaviye muhtaç mühim arızalarına işaret etmektedir. Olgunluğa doğru gelişmenin ilk tezahürü, farklı fikirler karşısında rahatsız olmayacak kadar kendimize güven hissini karanabilmemizdir. Farklı ve aykırı fikirler karşısında korkmaya başlamak henüz yetişmemiş olmanın, olgunluktan uzaklığın, ilker bir ruh yapısının tipik tezahürleridir. Millet olarak, toplum olarak, demokrasiyi hak ettiğimizi isbat etmek istiyorsak, medeniyet dünyasında bir yer sahibi olmak iddiasında bulunuyorsak, göstermek zorunda olduğumuz ilk belge, farklı fikirlerin hürmet ve tahammülle karşılanmasıdır.

Prof. Aydın Yalçın