1961 Türkiye’sinde biz, demokrasi, fert hürriyetleri, çok partili hayat, iktisadi kalkınmayı hızlandırma, memleketin fakir bölgelerini ve zümrelerini tatmin etme, Avrupa Birliğine ve Ortak Pazara katılma gibi önemli meselelerle uğraşıyoruz. Halbuki Atatürk’ün kafasını işgal eden meseleler bam başkaydı. Milli istiklali gerçek kurarak, saltanat ve hilafeti tasfiye, bazı zorlayıcı tedbirler alarak reformlar yapma gibi meseleler o’nun icraat ve düşüncesine hakimdi, 1961 Türkiye’sinde bütün bu hedefler aşılmış ve kullanılan otoriterleştirme, Milli Hakimiyet esasına dayanan bir Cumhuriyet usuller devrini doldurmuştur. İşte bu bakımdadır ki, Atatürk bizim için aşılmaz bir semboldür. Fakat O’nun her devir için varil olan, manidar olan başka bir yönü daha vardır ki, biz bugün Atatürk’ün o yönünü iyi anlamak zorundayız. Atatürk’ün bu yönü Batı Medeniyetine, O’nun usullerine ve hayat tarzına hayran olan tarafıdır. Bu bakımdan ölmeyen ve aşılmayan Atatürkçülük, bize sonu (İzm) le biten bir ideoloji bırakmış olması değil, fakat meselelerimizin çözümlenmesi için, Batı Medeniyetinin en kuvvetli silahı olan bilimi bize gerçek kılavuz olarak göstermesidir. İşte Ankara’da bir fakülte duvarına yazılı olan (Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!) sözü, onun batılı zihniyetinin tam ifadesidir. Atatürk’ü tekerlemeler haline gelen sözler ve muhtevasını kaybetmiş bazı klişeler halinde düşünmekten vaz geçerek ancak o takdirde, o’nun hakiki yönünü yakalamış oluruz. Yoksa bugün içinde bulunduğumuz fikri ve manevi boşluk içinde, o’na saygı değil, fakat hürmetsizlik teşkil edecek sahillikler göze çarpmaktadır. Onun bize bıraktığı en kıymetli gelenek, bilim metodu ve müspet düşünce demek olan batılılaşma hamleleridir.

Prof. Aydın YALÇIN

(Öncü’den)