Geneyik köyünde

Geçen yıl bir tesadüfle gaziantebin merkez ilçesine bağlı köylerini görmem mümkün oldu.

Hayvan sırtında yorucu bir yolculuktan sonra Geneyik köyü’ne vardık. Sıcak bir gündü. Vazifemizi yaptıktan sonra küçücük mescidin serin avlusuna indik. Misafirsever köylülerimizin yerle re-yaydıkları minderlere oturduk.

Yemekten sonra köylü dayı larla öteden beriden konuşmaya başladık. Bu sırada ben duvarlara göz gezdiriyordum. Sağ taraftaki duvarda, pencerenin yanında eski yazılarla yazılmış ve silinmeğe yüz tutmuş mısraları okuyorum:

“Ezan için yapılmıştır Minare;”

“Kuzgun konar koza, çınara...”

Faruk Nafiz’in "Han duvarların” da dediği gibi duvarda bir şair arkadaşa raslamıştım.

Zeki Muhtar anlattı:

- Bizim bir şairimiz var. Bu yazıları o yazdı.

Tanışmak ve konuşmak istediğimi söyledim. Çağırdılar.

Anadan doğma şair olan Ukaş Adil Toprak “Efgan Didarı” mahlasını almış. Suallerime verdiği cevaplarla hayatını şöylece hikâye etti:

“Ataları Sultan Mahmut Gaznevî zamanında Gazne’den gelip buraya yerleşmişlerdi. Kendilerine “Ayaz uşağı” derlerdi. Babası “Ayaz Hüseyin” de şairdi. Kendinden iyi şir söylerdi.

1282 de Geneyik’de doğdu. Yedi yaşında anasını, okikisinde babasını kaybetti. Köyde “Molla Hüseyin” adında bir hocadan ders aldı. İnşa, Güldeste, Tuhfei Sıbyan ve Tuhfei Vehbi'yi okudu. Bir müddet Gaziantep'te tahsilde bulundu. Maksut, Bina... Gördü. Fakat mazbut bir tahsil yapama- dığından “icazetname,, alamadı.

Gaziantep'te iken “Muhacir Zühre,, adında bir kıza âşık oldu. Aklını kaybetti. Bu hal bir buçuk yıl kadar sürdü. Sonra sürekli bir seyahata çıktı. Suriye' yi, Hecazı dolaştı. 1304—1308 senelerini Şamda geçirdi. 1319— 1320 yılında Mekke'de kaldı. Haç yaptı. Bu gezi gözünü, gönlünü açtı. Dünyayı tanımasına bilgisinin artmasına yardım etti. Arapça ve Acemceyi konuşacak derecede ilerletti.

Şair oluşu: Babası ölünce çok müteessir oldu. Bir gece “Alemi mâna” da kendisini güzel bir bahçe içerisinde ve bir havuz başında gördü. Fakat bahçede kimseler yoktu ve havuz da susuzdu. Kendisine suyun biraz sonra geleceğini söylediler. Gerçekten su geldi. Bu çok tatlı sudan kana kana birkaç avuç içebildi. Ertesi gün kendinde bir başkalık hissetti. Yanık şiirler söylemiye başladı. Ne yazık ki bu zamana ait şiirlerini saklıyamamıştır. Zührenin aşkı ile şairliği büsbütün artmış oldu...”

Kendi el yazısile vücude ge- tirdiği Efgan Didarî Divanı, Didarî Mevlûdu, Bahrü Fenvar, “Manzum Hatıralar” Enfeül- Ulûm, Risalei Fezaili Teravih “Manzum ilmihal”.. Miratülmakasıt “Fıkıha ait,, adlı eserlerini gösterdi.

Dil ve şiir tekniği bakımından bazı kusurları bulunan bu yazılar şüphesiz ki kıymetli bir gayretin mahsulü idi. Hepsi de gelişememiş, gizli bir istidadı göstermekte idiler. Birçok gizli cevherleri göküsnde saklıyan köylerimizi bu yönden de tetkik etmek çok isabetli bir hareket olur. O ücra köşelerde el değmemiş nice mevzular saklı bulunmaktadır.

Ukâş Adil Toprağın yazılan üzerinde yaptığım incelemede:

Şairin hicve meyyal bulunduğunu, mizah ve nükte vadilerinde fazlaca muvaffak olduğunu ve millî vezinle yazdığı zaman daha çok şairleştiğini gördüm.

Efgan Didari’yi daha iyi tanıtmak için bir iki şiirini örnek olarak alıyorum:

Kahve hakkında yazdığı şiir:

Kendisinin yüzü kara yüz ağartır bîkıyas

Evvelâ zirizeminde bâde balâda cilas

Niceler anınçun nicelere eder iltimas

Meclisi irfanda dahi kullanır hasulhavas

Bu cihanda bilmeyen yok hem cümleye aşinas [[1]]

Şair. İkide birde karısına:

“Bize Ayaz Bey Efgan uşağı derler!..”

Mısraile kafa tutar ve öğünürmüş. Bir gün karısı kendisinden tuz istedi. Kocasının eve eli boş geldiğini gören kadın “Sivaslı kız dayanamıyarak:

“Çoğun yoktur azın yoktur,”

“Kolda Şahinbazm yoktur,”

“Şikâr için tazın yoktur, ”

“Böyle “Beylik” başını yesin!..”

dedi.

Hazır cevap şair durur mu? Hemen şu cevabı yapıştırdı:

Benim aşiretimdir emtia Avşar; Beyliğimi kimse edemez inkâr. Malatyadan elma, Binboğadan kar, Erciyaş dağından buzum gelecek...

Ne kadar güzel ve Esperi dolu bir karşılık değil mi?

Efgan Didarî bugün 76 yaşında olmasına rağmen yine dinçtir.

Ziya GÜNER


[1] Şair “âşinâ kelimesini kafiye zarureti için böyle kullanmış.