Yabancı sözleri bırakamayan kimseler bir de şunu söylerler: Ne yapalım, Türkçeleri yoktur.

Önce bir nokta üzerinde önemle durmak gerekir: Türkçeleri yok sandığımız birçok yabancı sözlerin dilimizde karşılıkları vardır ama, biz bilmiyoruz. Bunları kendi gayretimizle bulmak, yahut uzun çalışma ve incelemelerle meydana getirilmiş olan eserlerden öğrenmek mümkündür. Kalemimizin ucuna gelen her yabancı kelimeyi hemen kâğıda geçirmeyip biraz düşünsek veya biraz sıkıntıya katlanarak araştırma yapsak birçoklarına uygun, güzel karşılıklar bulabiliriz. Asıl mesele, yabancı kelime kullanarak bilgili görünmenin övünülecek şey olmadığı, Türkçeyi, hatta sırasına göre genel dile girmemiş bölge kelimelerini kullanmanın da ayıp sayılamayacağı inancının benliğimizde yer etmesidir. Birçok Iügâtçilerimiz Arapça bir kelimenin anlamın Farsça bir kelime ile, Farsçanınkini Arapça ile gösterirler. Yahut bir tarif yaparlar ama Türkçe karşılık vermeğe pek yanaşmazlar. Bu, kendi dilini hor görmek değil midir? Buna benzer davranışlar, Türkçeyi bildiğimiz hale getirmiştir. Halbuki eski lügatçiler, Türkçe, karşılık göstermeğe çok önem verirlerdi. Meselâ hemşerimiz büyük lûgatçi Mütercim Asım, Bürhan ve Kamus tecrübelerinde Farsça ve Arapça kelimelere hep Türkçe karşılıklar bulmağa çalışmış, bunu yaparken yalnız İstanbul Türkçesini kullanmış, İstanbul’da Bilinmeyen Gaziantep kelimelerinden de faydalanmıştır. Hem de “bizim diyarlarda şöyle tâbir ederler” taşra türküsünde böyle derler, gibi sözlerle, karşılığın bölge kelimesi olduğunu belirterek. Birkaç örnek vereyim:

Bâganc: Yeni yumuşamış ve koruk haddini savuşmuş üzüm ki bizim diyarlarda benlenmiş tabi ederler. (Burhanı katı ter.)

Şekak: Usul üzere el kakıldıkta sadir olan savt hikayesidir. Raks hengamında daireden beden bazı yaranlar elleriyle bu güne usul tutarlar. Türkler çibik çalmak tabir ederler (Bürhan ter.)

Înek: Ziyade karih olan şeye işaret olur. Türkide Aha ve işte ile tabir olunur. (Bürhan ter.)

Belgande: … Arka yükü ki Türkide şelek tabir olunur. (Bürhan ter.)

Es-sebîh: Uzun uzun dürülmüş pamuk sebikelerinde denir ki taşra Türkisinde bedrik tabir olunur. (Bürhan ter.)

El - mûte : Baygınlığa denir, gaşy mânasına ki sara marazı gibi bazı ârızadan neşet eder. Asıl Türkîde uğunmak tâbir olunur. (Kamus ter.)

En - nakûd : Tuzağa düşmüş kuş burniyle tuzağa peyderpey urmak mânasınadır ki kekmek tâbir olunur. (Kamus ter.)

Arapça “zılf” kelimesini Şemsettin Sami şöyle tarif eder: “Sığır ve koyun gibi hayvanatın çatal tırnağı.”

Aynı kelime için Mütercim Asım şu karşılığı yazar: “Sığır ve koyun ve keçi ve âhû makulesinin bakanağına denir.”

Ş. Sami’de gördüğümüz “çatal tırnak” sözü daha ziyade bir tariftir. Halbuki Asım bize Arapça kelimenin Türkçe tam karşılığı olan “Bakanak” kelimesini vermektedir.

Bu örnekler açıkça gösteriyor ki Türkçeleri yok sanıları birçok yabancı sözlerin Türkçeleri vardır. Herkes Mütercim Asım gibi davranmış olsaydı dilimiz çok şeyler kazanmış olacaktı. Bugün bile bazı hemşerilerim, Gaziantep / Ağzı adlı eserimin şehrimiz ağzıyle alay edilmesine vesile olduğunu söylüyorlarmış. Hatta eserin bunun için yazıldığım söylüyenler varmış. Bunlar çok gülünç düşüncelerdir. Bölge ağızlarını incelemek dilimize yapılacak hizmetlerin en büyüklerindendir. Türk Dil Kurumu, yurdun her tarafında halk ağzından sözler derlemekte, bunların sözlüğünü ortaya koymaktadır. Söz Derleme Dergisi, türkologların en çok değer verdikleri eserlerdendir. Kurum, eski eserlerde bulunan bölge kelimelerinin sözlüğünü de meydana getirmektedir. Bütün bunlar karşılıkları yok sandığımız birçok yaban sözlerinci Türkçelerini bize öğretmektedir.

Dilimizde gerçekten karşılığı bulunmayan sözlere gelince: Düşünmeliyiz ki bunlar, kendi dillerine gökten inmemişlerdir. İhtiyaç duyuldukça yapılmış, o dillerin sözleri arasına katılmışlardır, işte bizim yolumuz da bu olmalıdır. Ancak bu yolu tutmak iledir ki dilimizi geliştirebilir, kendine yeter bir kültür dili haline getirebiliriz.

Dili asıl fakirleştiren, gelişmekten ve zenginleşmekten alıkoyan şey, kendimizi “ne yapalım, Türkçeleri yoktur” düşüncesine kaptırmak ve bunu mazeret gibi göstererek tembel tembel oturmaktır.

Ömer Asım AKSOY