26 eylül tarihi Dil bayramımızdır. Bu bayram da milli bir bayramdır. Çünkü dil dâvamızda milli bir dâvadır: Dil bayramımızı kutlarken kutlarken dil devrimi hakkında bir iki söz söylemek faydalı olur. Büyük Türk milletinin anayurdu Orta Asya olduğu gibi, Türk dilinin de anayurdu orası olduğu tabiidir. Fakat şunu teredddütsüz olarak söyliyebiliriz ki bütün dillerin anayurdu da Orta Asyadır. Bu fikir, gelişi güzel bir tasarlama veya bir ipotez yahut övünme kabilinden değildir; bunun bir gerçek olduğu birçok sebep ve delillerle sabit olduğu gibi; bunlardan bir tanesi daha olarak, yanında bulunan altmış yetmiş yıllık fransızca ansiklopedik bir kitabın (dil) hakkında verdiği bilgiler arasında, şu hakikat de bir delil ve isbat teşkil edebilir ki o parçanın motamot tsrcümesini sunuyorum: (Bütün dillerin birbirlerile akrabalıkları vardır.. Fakat bunların hepsinin menşei, beşer nevinin ve medeniyetin beşiği olan Orta Asya’dan gelmiştir..) Burada dilin menşeini ve ne demek olduğunu uzun uzadıya tarif ve izaha girişecek değilim. Dilimizi ise kendimiz övmeğe dc hacet görmiyorum. Yalnız; bir arap bilgini ve filozofu olan Semame'nin şu sözü de bunu pek kısaca ve veciz olarak anlatır: (Türklerin vücutları ve sesleri gibi, konuştukları dil de azametlidir.)

Bir milletin şerefile muterafik olan dilin zamanla bir çok sekir ve heyetlere girerek uzun bir müddet allak bullak bir halde yasamış olması ne feci ve elimdir: Orta Asyadan batıya doğru büyük türk akını sonucunda Türk anadili oralarda da yayılmışken tarihin gösterdiği bazı dağılma ve yayılmadan sonraki toplulukta ne yazık ki, milletimize verilen isim gibi bir de Osmanlıca diye bir dil meydana çıktı; Ve bu dil asırlarca yurtta ve ( resmi dil ) olarak yaşadı. Daha sonraları, tanzimat ve meşrutiyette, resmi dil olmadıysa bile edebiyatımız pek tedrici Ve ufak bir dil açıklığı hasretti. Fakat o zamana kadar, millet kadar dil işi de mükemmel kalmıştı. Bir dil devrimi, yapmak ,hiç kimsenin hatır ve hayaline gelmiyecek derecede uyuşuk bir hale gelmiştik.. Ve ancak Cumhuriyet devrindedir ki dil işimiz de bir millî dâva şeklini almak şerefini kazandı.

Dil, bir milletin benliğinin, varlığın bir ifade ve örneğidir. Büyük milletimizin benliği ve şerefile uygun öz dile, sahip bulunması pek zaruri ve tabii idi; bu da „ir dil devrimde mümkün olurdu. İşte bu ihtiyacı en önce sezen Ebedî Şefimiz Atatürk olmuştur. Bunun için kurduğu kongrelerden sonra,, bir dil burumumuz teşekkül etti. On beş yıldan beri bu kurul her yılda ^dil uğrundaki faaliyetleri yayınlamak, dil bilginlerimiz ve uzmanlarımızın tazelerini bildirmek ve bu yolda yeni hamleler almak üzere iki yılda bir kurultay halinde toplanmak şeklinde de çalışmaktadır.

İkinci dil kurultayına, Gaziantep ili adına giden sayın millet vekilimiz Ömer Asım Aksoy'la birlikte dinleyici sıfatije iştirak etmiştim. Kurultaya Türk dil bilginlerimiz ve uzmanlarımızdan başka yabancı milletlerden de bilğin ve uzman misafirlerimizle dinleyiciler bine yakın muazzam bir aydın (müneyver)', kütlesi Atatürk’ün himayelerinde toplanmıştı. Dil bilginlerimizin uzmanlarımızın verdikleri tezler, cidden bu millî dâvayı başaracağımıza çok ümitler veriyordu...

Atatürkün sağlığında olduğu gibi, Mİllî Şefimiz İnönü’nün başkanlıkları devrinde de bu dâvanın bütün hızile ve daha özen ve önemle yürümekte olduğunu şükranlarla görüyoruz. Büyük, küçük hemen hepimizin bu yolda aldığımız konalgalar (merhaleler) de besbellidir. Bundan 20 yıl, 10 yıl, 5 yıl ve bugün yazdıklarımızın birbirinden çok fark göstermesi buna bir ölçü teşkil edebilir. Demek millî bir dâvamız olan bu işde de mîlletin büyük ilgisi bize büyük ve kesin ümitler vermekte olduğunu övünerek kaydetmek gerektir.

Artık, gerçek diyecek yerde (hakikat) demiyoruz. Nitekim, bir köylüye (filhakika) sözile: birşey anlatmış olmayız. Fakat (gerçekten) dersek çabuk anlar; ilim dilinde de böyledir; artık ne arapça “müselles” ne de lâtinceden alınmet a fransızca olarak “triangle,, demeğe, hiç ihtiyacımız yoktır. Üçgen demek pekâlâ yeter...

Anayasamızın Tükçeleştirildiği büyük başarı gibi, bir halk hükümetinde halk, dilini yaşatmak büyük emelimizdir.

Yazan: Cemil GÜÇYETMEZ