Gazi yurdun güzelliklerini, inceliklerini ve müstesna vasıflarını kendine has çekici ve hoş bir üslupla anlatan ve Antep hakkında üstün bir kıymet taşıyan Sayın Hasan Reşit Tankutun bu yazıları 5 ve 6 Kasım tarihli Ulus Gazetesinde yayınlanmıştır. Çok nefis olan bu yazı ille biz de dergimizi süslüyor ve aynen alıyoruz:

Gaziantep büyük şehirlerimizdendir. Barındırdığı nüfus bakımından beşinci geldiğini söylerler. Fakat ben onun büyüklüğünü ne nüfusun çokluğuna, ne güzel ve hacimli yapılarının heybetli yığınlarında aradım. Hatta ne kamu hizmeti gören başarılı kurullarının çokluğu, ne temiz caddelerinin genişliği, ne parklarının solmaz babarı benim için bir oranlama esası oldu. Çünkü Gaziantep’in büyüklüğü günlük hayatının akışındaki azametindedir.

Bu şehirde günlük hayatın akışı yatağının yolumu içinde vakarlı bir hızla geçen engel bilmez ulu çaylarındakine benzer. Ne taşar, ne dağılır, ne duraklar. Onun hızdan düştüğünü, rengini değiştirdiğini gören olmadı. Uğultusunda tok ve doygun bir anlam duyulur. Çevik fakat telâşsız, sert fakat bıkmayan bir akış.

Gaziantep’in çarşısına giren bir gezgin bu ulu hayat akışının dalgaları üstünde bir yaprak gibi kalır. Onun içindir ki Gaziantep’te büyük bir şehirden ziyade, bir şehir büyüklüğü görürsünüz. Bu şehir büyüklüğü Gaziantep’e metropol olmak yolunu açmış bulunuyor.

Bir şehrin bağrında yüzbinlerin toplanması iki mazhariyete bakar. Ya şehrin tabii çekimi (cazibe), ya şehirlilerin üstün kabiliyeti. Gaziantep iki yönden de mutludur. Orada hayatla savaşanların dev insan durumu var. Onlar nerede bir çetin şey varsa ona yönelir ve günün her saatinde birkaç engeli birden devirirler. Onun içindir ki kabarık göğüsler ‘’burada gördüğünüz medeniyet meyvalarının hepsi bizimdir diye seslenebiliyor.

Gerçek! Antep’te izbelikten konaklaşan her yapı ve tebeşir taşı üzerinde yeşeren bir cennet; başında yerli iradeden bir sorguç taşımaktadır. El tezgahlarının bir anda nasıl bir işlik (atölye) olduğunu, bir demirci dükkanından fabrikaya nasıl geçildiğini en iyi olarak ancak burada görebiliriz. Antep’te gayretlerin teklisi de toplusu da başarılı oluyor.

Tuttuğu her işin hakkından gelen Anteplinin zekâsı ne kadar çevik ise aklı o kadar oturumludur, serin düşünmeyi, çabuk kavramayı bilen Antepli birden ve hızla davranmayı bilir.

Nerede bir Antepli tanıdımsa onun bu üç meziyeti de birbirinden üstündü. Bazı kimseler varki faziletleri daha ziyade gurbette ışıldar. Fakat Antepli kendi memleketinde de iş eri ve başarı kahramanıdır, hiçbir kazanç, hiçbir şeref ona Antep’te ettiklerinden fazla gurur veremez. Antep galiba ezelden beri zekânın, cesaretin ve iradenin memleketi oldu.

Antep’te gündüzün iş saatleri hareket doludur. Keskin, ateşli, istekli ve inatçı bir hareket, yumruk kadar çocuktan yetmişlik kocaya kadar herkes bir didinme ve savaşma halindedir. Bu andan doğma neşeli keyifli ve şakacı insanların iş başındaki sessizliğini hatta seriliğini iyice incelerseniz Antep’teki şehir büyüklüğünün gizlice erebilirsiniz.

Bir aylak, bir başıboş, bir iş kaçağı bulmak için haylı yorulmak gerektiğini öğrenince Antep’in iş hayatı karşısında seve seve eğildim. Çarşıdan dışarda, ufku geniş bir pencere ardındayım. Güneş ışığının bu iklimlere özgü bir tellenmesi ve bu iklimlere özgü bir manevilenmesi var. Bakışlarım bu manevilenmenin dingi (Sükün) için de noktadan noktaya kayarken fikrim şehrin göbeğindeki iş hayatının sahipsiz uğultusu içinde çırpınıyordu ve oradan bir türlü ayrılamıyordu.

Çocukken katırcı kervanları bizi Antep’e getirdi. Sayısız taş yapı hanlardan birinin büyük taş odalarından birine yerleştirdik, sonra çarşıya çıkardık. Şimdi iyice hatırlıyorum, bu çarşı o zaman da bu kadar hareketli idi keskin, ateşli, inatçı ve yorulmak bilmeyen bir hareket.

Bu hareketin, refahlı, gönençli bir hayat içinde dinlenmesine kadar haklı ise bu dinlenmenin zevki o kadar mutlu oluyor, bir gün Antep çok büyük bir şehir olmak yolunu tutan kentlerimizi geride bırakır ve önce geçerse elbette ki hak yerini bulmuş olacaktır.

Güneş alçalıyor, gölgeler uzanıyordu, şimdiye kadar upuzun bir sessizlik halinde uyuklamış olan büyük caddede birdenbire hayat cıvıldadı Güzel giyinmiş, iyice süslenmiş. Neşeli bir halk akışı görüyorum. Bunlar şimdiye kadar nerede idi? Sayısız kulüpler mi, sinemalar mı boşanmıştı? Bunlar hangi mutlu alemin kaygısız insanları idi? Büyük ve zengin bir düğün mü dağılıyordu? Hayır, hiçbiri değil. Bunlar, keskin, ateşli, inatçı ve yorulmak bilmez iş adamları idi. Demirci meşin önlüğünü ne zaman atmıştı? Beş dakika içinde iş hayatından tertemiz bir eğlence hayatına geçebilen bu kudretli insanların hangisi nalbant, hangisi terzi, hangisi telkar, hangisi çulhadır? Ayırdedemezsiniz. Taş yonucu ile ipekçinin el sıkışı ancak bu memlekette birbiri gibidir.

Büyük caddeden meydana boşanan bu halk kol kol bahçelere, parklara dağıldı. Koyu yeşilliğin gölgesindeki masalara baygın ve ıtırlı bir son ikindi ışığı süzülüyor. Masalara çöken çalışkan Antep’lilerin şimdi. Kulağı sazda ve dudağı bardaktadır. Hayat savaşında ödevini yerine getirirken ne kadar cesur ve gayretli ise hayattan hakkını almakta o kadar dikkatli olan Antepliyi sahan sahan sini sini baklava, tepsi tepsi üzüm yerken ve arada bir topak topak rakı yuvarlarken görürseniz şaşmayınız. O gıpta edilecek, örnek tutulacak üstün bir insandır. Hayat yolunun engellerini Antep’li gibi devirebilenler hayat zevklerinden Antep’li gibi hisselenebilirler.

Antepliler memleketlerini çok severler. Nerede rastlarsanız rastlayınız; her Antepli olduğunu acımaktan kendini alamaz. Sakarya boyunda milyonluk taahhüt işlerinin başındaki mühendisten, kırk kuru arabası ile ağrı eteklerinde çalışan şoföre kadar her Anteplli böyledir. Mardin’den Araskaynaklarına kadar kendi giderinde (otomobil yerinde kullandım) yol yaptığım Antepli şoför bizi yayla güneşinin kavurduğu ve tok tozların boğduğu saatlerde bile memleketini övmekten haz duydu. Birgün pamuk tarlalarını yarmış genç ve gür kayısı bahçeler de güzel değil mi dediğim zaman Antepli şoför uzun uzun düşündükten sonra kelimenin son hecesini titrek bir çekme ile sürttürerek ayıntab dedi ve sustu. Şoförün bu sükütu derindi. Bu derinliğin dibinden yüzüne kadar tok ve doygun bir gurur gezişiyordu. Bu gururda canını dişine alarak engeller aşan bir erkek benliği dibinden yüzüne kadar tok ve doygun bir gurur gezişiyordu. Bu gururda canını dişine alarak engeller aşan bir erkek benliği babayiğit oğlunun üstün varlığı karşısında melekleşmiş bir ana şefkati vardı. O anda duyduğu coşkun ululuğu kelimeleri cılızlatmış ve silmiş olduğu için beni sükütun belagatine gömmüştü.

Antepli neden bu kadar Anteplidir. İçin her Antep’li memleketinde yaşamağı, memleketinde ölmeği düşünür. Bu duyguyu oralarla özgü geleneklerin büyüsünde mi aramalıyız. Yoksa tabiatında ve toprağında mı karşı konulmaz bir çekim var?

Antep’in ne zamandan beri bu rütbe Antepli olduğunu öğrenmek araştırmaların en tatlısı olacaktı. Fakat bunun için bende ne zaman, ne imkân bulunmadığından ‘’Antep Meşahiri’’ni yazmakta olan bir arkadaşıma baş vurmayı yolların en kestirmesi buldum. Bu sayın arkadaşım bana her yeri bütün bir vatan için yeter derecede büyüklük ifade eden bir alay Antepli tanıttı. Bunlar fikir alanında açmalar yapmış, bilgi âleminde ehramlar kurmuş, kamu hizmetlerinde üstün başarılar yığınlamış büyük insanlardı. Bunların içinde biri vardı ki yurt olarak Anteb’i en köksel bir aşkla sevenlerin dilini kullanıyordu. Onu okurken insan Antep güzelliğinin şiirine olduğu kadar Antep geleneklerinin sihirine de eriyor. Bu zat Antepli İbrahim İbni Balidir.

İbni Bali Mısır egemenlerinde Kayıtbay’ın İkinci Beyazit katında elçisi idi. 13 bin beyitlik manzum bir hikmetnamesi vardır. Her devirde her millet için bir kıvanç vesilesi olacak derecedeki kıymetli Antep’i öven beş on beyiti ile tamamlanmış sayılabilir. Şimdi bizde Antep’i Antep için yanıp tutuşan bu şairin gözü ile seyredelim:

Bu şehristan ki şehri mevlidimdir.

Eben an ced makamım mahtabimdir.

Ki yani Ayıntap o şehri rânâ.

Arasi âlem-ü maşuki dünya

Misali yok duru büldan içinde.

Naziri gelmedi devran içinde.

İbni Bali Antep’i şehir ve şehristan ile vasıflandırıyor demek ki, oarası 500 yıl öncede bir şehirdi. Hem de eşi bulunmayan bayındır, büyük şirin ve güzel bir kent. Onun kuruluşunda durum ve tutumunda bir gelin nazlılığı ve bir güveyi kükremliği vardır.

Gerçek; ilk bakışta yüze bu kadar tatlı, bu rütbe ılık bir çehre ile gülümseyen bir şehre az rastlanır. Acaba Antep’in neresi ve nesi güzeldir? Bu hem gelin hem güveyi şehrin solmaz gençliği, cıvıl cıvıl güzelliği, çok nüfuslu kibar bir ailenin servet bolluğu ile renklendirilmiş, bezenmiş, ahenkleştirilmiş düğün evine benzer. İnsanın orada güzel bir köşe, güzel, çizi, güzel bir nokta aramak için ne vakti ne dikkati olur. Hayata neşenin en kıvrağı ile bakan nefse güven sahipleri ve ileriyi ümidin en doygunu (mutmain) ile kucaklayan ferah gönüllüler işte Antep’liler bu insanlardır. Ve Antep bu insanların memleketidir.

Antep’in neresinde bulunursanız bulununuz, daima bir balkonda gibisiniz, ufuk hiçbir yerinde sizden yukarıya çıkmaz ve ufukları yüceden deneyebilmek tabiatının gururu okşayan bağışlarının en cömerti değil mi? Günün burada geçen hangi saati daha mutlu ki? Gelin bunu yine İbni Bali’den dinliyelim:

Güzeldir. Hem güzeller şehridir ol.

Gülistandır belabil şehridir ol.

Açılmış gülleri ve murgzarı.

Kibar her canibinden murgi zari

Kendi güzel, halkı güzel olan Antep’in her saatinde beş duygunun beşini de kementlendiren ses, koku, renk, tat ve ışık kibarlığına dayanırsanız.

Akşam olunca gökler alabildiğine uzaklaşır ve yıldızlar sofranıza dokunacak kadar alçalır. Gecenin. Işığında seher navisinin sırrını ve gül ıtrının baygını kaynaşmış gibidir her bakışta güzelliğin kendini sezen bir ışık her seişte güzellikte kendini emen bir özen var. Dikkat ediniz bağların yeşiline gömülmüş, dem çeken bülbülü bile kendinden geçmişten fazla zevkin doruğuna ermiş keyif ehline benzer.

Pınarlar gündüz birer yıldız gibi gümüşlenirken geceleri birer kuş gözü gibi cıvıl cıvıldır. Ve bu pınarlar o kadar çok ki insan neşesini yudumlarını baugisinin başında almak kararını verebilmek için hazzın en gökseli içinde çırpınır. Çünkü İbni Bali’nin de dediği Antep’te:

‘’Çıkar gün başına bir hup çeşme

Letafette bağışlar nur çeşme.’’

Hele bu çeşmeler. Berrak serin büyülü çeşmeler! Ben Antep’i övmekte ileri mi gittim diye sorunurken İbni Bali beni cevapladı:

‘’Nola metheylesem ben ol meabı,

Ki âlem methediptür Ayintabı

İlahi gitsin anın Aynitabı.

Ki viran isteye bu Ayıntabı,

İlahi her kim ola ana baği.

Çırağında bu şehrin yana yağı.

Antep 1920 de bütün bir vatan içinde tek ve yalnız kaldığı zaman karşısında kudretli bir düşman dikildi. Onu almak, atamazsa viran eylemek istiyordu. Çeşmelerini boğacak, gülünü solduracak, bülbülünü susturacak ve nihayet gönlünü köreltecekti. Antep Antep yalnız kendi benliği ile baş başa epeyce düşündü. Bu düşman ne yapabilirdi? Antep’i yıkar, maddi varlığını ortadan kaldırabilirdi. Fakat Antep’i yıkar, maddi varlığını ortadan kaldırabilirdi. Fakat Antep’in bir benliği vardı ki ona kuvvetlerinin hiç biri dokunamazdı. Bu benliğin umutsuz zamanlarda parlayan şeklini Türk tarihi yiğitlik ahlâkını kullandı. Onun için Antep’in savunmaların da ne düşmanın zoruna ne kendinin kimsesizliğine önem verilir. Antep bir kazan olmuş düşman kavuruyor, düşman eritiyordu, bu amansız ateş benliğinden ve gönlünden palazlanıyordu.

Halkevindeki odama Antep’in yaldızlı sabahı dolmuştu. Dinç ve ümitli uyanmıştım. Odadaki eşyanın hepsi neşe gülümsüyordu aralık kap dan dikkat ettim karşıki salonun duvarında ufak bir maden parçası parlıyordu. Ufak bir maden parçası parlıyordu. İnsanın içine akan kalbine dolan bu parıltının çekimine yakalandım. Dimdik ona doğru yürürken sancak görmüş bir er gibi idim. Saygı durumu aldım ve selâmladım. Bu maden parçası Gaziantep’in yiğitlik ahlâkına verilmiş istiklâl madalyası idi.