(Önceki Sayıdan devam, Sayfa 230’dan devam)

Kuvvet ile aldıkları bu yerlerde OSMAN OĞULLARI için bir hak tanımak istememişler. Bunun üzerine Feriz Bey Aşiretin ileri gelenlerini (Oymak reislerini) toplayarak öğütlemiş... (Şuracığa çok ısındık. Toprağına terimiz karıştı, ovalarına kanımız bulaştı. Gelin istenilen teklifatı kabul ederek hükümete karşı gelmeyelim, rahat rahat yaşıyalım) demişse de oymaklar kabul etmemiş hükümetle harbe karar vermişler... Oymakların fikir ve mütalealarını ifade eden şu destan düşünüşteki ayrılığı ne kadar açık gösteriyor…

Feriz Beyden Muslu Beye bir selam

Gelsin bu illerden göçelim demiş...

Al Osman oğluna karşı durulmaz,

Vakitken arayı açalım demiş...

Şıdd oğlum derki ciğerim dağlı,

Hamom Kalede kolları bağlı,

Sen de Feriz Beysin vezir üç tuğlu

Gelin birer candan geçelim demiş..

Koç Delferoğlum derki Osmanlım handa

Altımda Arap at demir don bende

Hepiniz birleşip cehdedin bende

Gelin buralardan göçelim demiş...

Musa Şıh oğluda der ki ben de varayım

Güç ile düşmana karşı durayım

Hırhızı (Hırsızı) tutaban ele verelim

Yahşiyi yamandan seçelim demiş...

Tiryaki oğlum der ki dünyaya

Geldim bir daha gelmem

Yaradandan başka kimseyi bilmem…

Vallahi ölürüm bir çoban vermem

Al kanı çöllere saçalım demiş...

Bu sırada Feriz Beyin amcası oğlu Mehmet Bey Feriz beyin bacısı Roza hatınla evlenmek istemiş. Roza Hatırı Mehmet Bey’i beğenmemiş, reddetmiş. Mehmet Bey kızmış Roza’yı öldürmüş. Feriz Bey de Mehmet Bey’i Bozantı taraflarına nefyetmiş. Feriz Bey Osman oğulları ile harbetmemek öğüdünü oymak beylerine kabul ettiremediğine ve harbe ekseriyetle karar vermelerine kırgın olarak buralardan ayrılmak istemiş. Kendisine taraftar olan 37 bin hane ile Acem toprağına geçmiş. Aşiretin yanından bir konak uzaklaştıktan sonra geride kalanlar böyle bir başbuğu kaybetmelerini aşiret için iyi saymıyarak ileri gelenlerden 300 kişi atlanmışlar. Maksatları rica ederek Feriz Bey’i yine başlarına geçirmeğe çalışmak imiş. Feriz Bey bütün oymak reislerinin arkadan gelmekte olduklarını görünce minnetçi olacaklarını sezmiş, devenin üzerinde beşikte uyuyan iki yaşlarındaki oğlu Abbasi beşiğinden almış kafasını üzengiye çarparak öldürmüş, yol üstüne bırakmış, arkadan ricacı gelenler bunu görünce ricalarının kabul edilmeyeceğini anlıyarak geri dönmüşler.

Feriz Bey çok sevdiği çocuğunu bu suretle telef ettiğine duyduğu acı ile şu şarkıyı söylemiş:

Kalktı gider oldu Pirî zadeler

Katarda mayalar bozlaşır (inleşir) gider

Arap ata binmiş cida silkerler

Bizim beylerde çığlaşır (toplanır) gider

Katara çekerler mayanın hasın

Bağrımı deliyir çanğın sesi

İkindin namazı göçün arkası

Bizim beylerde gözleşir gider.

Oturmuş beyler göç ardı gözler

Gene şeniklenmiş depeler düzler

Samur cübbe giymiş gelinler kızlar

Onlar da hüp dilile söyleşir gider

Feriz bey de der ki düşelim yola

Şol ala gözlere ben olam köle

Abbas beşikte maafa bile

İçerden yüreğim sızlaşır gider

Halk dilinde çok söylenen şarkılardan biri de aşağıdaki Feriz Bey’in şarkısıdır:

Yekin Durnam yekin de Göğsün gölünde

Doğru gidin Salıncaktır yolunuz

Uğrunuz Ahır Dağı hüskütten gidin

Feriz Bey Aceme geçti durnalar

Çağrışı Çağrışı yayladan inin

Aynaroz gölünde bir semeh dönün

Size izin oldu konuya konun

Feriz Bey Aceme geçti durnalar

Yaşa durnam yaşa sen binler yaşa

Kavkıt gediğinden yolların aşa

Maraş’ta oturan Kalender Paşa

Feriz Bey Aceme geçti durnalar

Yedi atlı bindik Allah’a emanet

Yetmiş bin evliya eylesin imdat

Yurdumu tutar mı oğlum Muhammet

Feriz Bey Aceme geçti durnalar

Feriz Beyle birlikte Aceme gitmemiş olan aşiretlerin ismi Barak, Türkmendir. Bu iki aşiret kalanların en büyüğü ve nüfuslusu idi. Bunlara bağlı uymaklar da vardı. Barak Aşiretine bağlı olanlar: Kürdülü, Tiryakili, Torun, Karakozak, Aldırızlı, Çayrazlı, Göğebakanlı oymaklarıdır ki: hepsi Barak adıyla anılırlar.

Türkmen Aşiretine bağlı olanlarda: Bekmişli, Araplı, Karaşıhlı, Ulaşlı, Şark evi, Bedirli, Güneçlidir.

Feriz Bey Aceme gittikten sonra Barak - Türkmen aşiretine mensup bu oymakların hepsine Feriz Bey’in Amcası oğlu Mehmet Bey reis seçilmiş. Burada kalanların hükümete karşı gelmek kararında olduğunu haber alan hükümet, bunları dağıtmaya karar vermiş. Önce öğütleyerek itaat ettirdikten sonra bunları Anadolu’nun içerilerine; Konya, Sille ve Yozgat taraflarına iskân etmiş. Fakat yerli ahali ile âdetleri birbirini tutmadığında geçinememişler. Aynı zamanda bunların dahile alınmas ile evvelce bunların rakka havalisinden harpederek kaçırdıkları Anize ve diğer Arap aşiretleri geri dönerek burada kalan halka zulum etmeğe başlamışlar bu durumdan çok zarar gören halk hükümete müracaatla Araplardan korunmalarını istemişler. Hükûmet Arapların tedibi için, Kadı oğlu Yusuf Paşa’yı Kumandan tayin etmiş, Konya, Yozgat taraflarına iskân edilen Barak - Türkmen aşiretlerinin yerlerine dönmelerine müsaade eylemiş.

Aşiret yerlerine dönünce Mehmet beyi reis seçmişler ve onun kumandasında Arap aşiretlerile mücadeleye girişmişler. Arap aşayiri dayanamamışlar. Hama ve Humus’un öbür taraflarına kadar Mehmet Bey’in emrine boyun eğmişler. Fakat bu gavzelerden birinde Mehmet Bey maktul düşmüş. Aşiret Arapları Necide kadar çekilmeye mecbur etmiş. Bu gavzelerin hatırası; Mehmet Bey’in, Kılıçoğlu’nun, Taşbaş oğlunun söyledikleri şarkılarla bu gün dahi unutulmuş değildir. Bu şarkıları sırasile gözden geçirelim:

Ağalar Yad elin kahri çekilmez

Sılayı Vatanı arzular gönlüm

Dağlar başı boran oldu sökülmez

Dedem yurdu çölü arzular gönlüm

Şu gurbet ellerde tedbirim şaştı

Yad elin ikramı başımdan aştı

Şu bahri gölünden ankıt uçtu

Culabı Şırvanı arzular gönlüm

Herkes hazırlıyır silah atını

Zeman böyle olmuş fırsat kötünün

Gayretin kovanım ahdi bütünün

Ahdi bütün eli arzular gönlüm

Mehmet Bey’im Sazın eline aldı

Olanca aklını sevdaye saldı

Ağalar geride sevdiğim kaldı

Dostumun elini arzular gönlüm

Kılınçoğlu’nun şarkısı

Hey Ağalar cününlüğüm var benim

Aşk dalgası ırılmayır serimden

Yavuz beyler yoktur hâlim arzedem

Halka beyan edeyim ârımdan

Bir giderim bir arkama bakarım

Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim

Bir ah çeksem şu alemi yakarım

Zerre kadar sıçırasa narından

Kılıcım da kupların dilinden bilmem

Şu yalan dünyaya şad olup gülmem

Hamanan Hamus’ta eğlenip kalmam

Gel oldu gidelim babam elimden

Taşbaş oğlunun Arapları Necde sürdükten sonra dönerken söylediği şarkı:

Seksen dört bin hane iskân olanda

Nice karagünler gördü Beğdili

Kadıoğlu Yusuf Paşa gelende

Göçünen düşmana indi Beğdili

Şeyhoğlu da devre çalar kalemi

Beğdilinin ünü tuttu âlemi

Aslan Şiddioğlundan Hüseyin Çelebi

Cafer olsun Çarhacımız Beğdili

Bin birin getirdim bin daha gerek

Bele kara güne koç yiğit gerek

Orada bir iyilik etti koca boz Barak

Tayy-ı Mevaliyi sürdü Beğdili

Taşbaş oğlum yalan var mı sözümde

Beğdililer olur atın bazında

Alabacak Çeteli’nin düzende

Bin bir tane oma dikti Beğdili[1]

Mehmet Bey’den sonra Hacı İnal oğlu Barak Türkmen aşiretine reis seçilmiş. Bir müddet rahat yaşanmış Anizelerin tasallutundan kurtulmuşlar. Aşiret kuvvetlendikçe vurucu kırıcılığa temayül etmişler. Aşiret hakkında yine padişaha şikâyet vuku bulmuş. Bu sırada aşiretten yüz kadar atlı Birecik’e gazveye gelmişler. İçlerinde Bediroğlu çok tanınmış bir baba yiğit imiş. Bu gazvede Birecikliler Bedir oğlunu esir ederek Birecik müsellimine (Kaymakam demektir.) teslim etmişler. Müsellim Bedir oğlunu idam etmiş ve bunun üzerine Hükümet Delibaş denilen kumandanlardan Abbas Paşa’yı buraların inzibatını temine memur etmiş. Maiyetinede epeyice kuvvet vermiş. Abbas Paşa Haci İnal oğlunu bir müddet beraberinde gezdirdikten sonra istemezlerinin sözüne uyan paşa meydanda bili başlı bir suçu olmadığı halde Haci İnal oğlunu idam etmiş yerine Haci Ali oğlu Kasım ağayı (Ağalık unvanı ile) reis tayin eylemiş.

Haci İnal oğlunun aşağıdaki serze nişli sarkışından kendisinin suçsuz olduğunu, Hükûmete karşı gelmediğini bazı yolsuz hareket edenlerin kurbanı olduğunu göstermektedir:

Ben evimi şu Yozgattan getirdim

Çevre kurdum bu culaba oturdum.

Efendimsin hizmetini yetirdim

Hangi işinde kusur koydum Paşa ben

Şekvacımı geldi Arapla Kürtten

Bir imdat olursa oğlum Murattan

Mevlam beni kurtarırsa bu dertten

Geçiririm mızrağımı taşa ben...

Arapnan kürtnen hiç de gitmedim

Eski ettiğimi şimdik etmedim

Sana tuğ geldi de alıp satmadım

Hangi işinde kusur koydum paşa ben

Haci İnal oğluyum söylenir namım

Erlik davasında artıyır gamım

Bir vakit deryada oynardı gemim

Uğrattım şimdi boranla kışa ben

Aşiret reisliğine Abbas Paşa tarafından tayin edilen Kasım Ağa Türkmen aşiretindendir. Suriye’de Halısa Köyü’nde oturan Bekmişli Kel Mehmet’in dedesidir. Kasım Ağa da çok zeki, işbilir, yiğit bir zat imiş. Kendi zamanında aşiret sulh ve emniyet içinde yaşamış, fakat bir zaman gelmiş ki Bireciklilerle araları açılmış. Bireciklilerin teşviki ile Aşayiri aşiretin atlarını, davarlarını talan etmeğe başlamışlardır. Bedir oğlunun intikamını almak için çoktandır fırsat ve sebep arayan aşiret ileri gelenleri Bireciklilerle harp etmeye karar vermişler. Bedir oğlu üzerine söylenmekte olan şu şarkıdaki intikam arzusu ne kadar derin ve şiddetlidir:

Benden selam eyle çöldeki Beye

Bir vakit hükmümüz geçerdi dağa

Çöllerin aslanı gel Kasım Ağa

Alalım hayfini Bedir oğlunun

Rakkayı dersen Beğdili yurdu

Nice vezirlerin cürmünü verdi

Haci Ali de dersen Çölün Bozkurdu

Alalım hayfini Bedir oğlunun

İki atım vardır birisi yedek

Rakka Beğdili yurdu oraya gidek

Birikin aşiret bir şurut edek

Alalım hayfini Bedir oğlunun

Araplı, Hayderli dersen Karlıdağ salı

Kel Kocayı dersen isbatı belli

Sen de Kasım Ağasın Aşiretin bendi

Alalım hayfini bedir oğlunun

Bir haber almadım yeke telliden

Hayıf oldu gedikçiyi belliden

Boklu Birecikte it Müsellimden

Alalım hayfini Bedir oğlunun

Ebuseyf Zorbaşı urum, Şam bilir

Aşiret toplanır üstüne gelir

Şol Bedir oğluna yazıklar olur

Alalım hayfini Bedir oğlunun

Halkın şiirleri, şarkı ve destanları halk duygusunun en veciz ve doğru ifadesidir. Çok tekrar edilen şeylesi cemiyet benimser. Bir gün gelmiş ki Bedir oğlunun intikamını almak bütün aşiret için bir gaye olmuş. Harekete geçmişler. Birecik üzerine aşiretçe yürümüşler. Çok kan dökülmüş. Kasım Ağa da Bireciklilere esir düşmüş. Birecikliler Kasım Ağa’nın tepesinden derisini yüzmüşler. Kasım Ağa hakkında söylenen şu şarkıyı da görüp geçelim:

Karalırda karlı dağın eteği

Kırıldı da aşiretin Peteği

Vezir konalgası aslan yatağı

Vezirlere Sumat çekme kârımız

Yeter artık yüreciğim yakmayın

Sakın olun yerinizden kakmayın

Kürdo küçük hatırcığın yıkmayın

Benim gibi yiğit olun biriniz

Kasım Ağam derki beni yüzdüler

Alay tutup etrafıma dizdiler

Seyir edin aşireti bozdular

Şimden sonra tesent (pesent) olsun dillere

Kasım Ağa’nın ölümünden sonra aşiretin başına Haci Ali oğlu geçiyor. Bunun zamanında da bir kaç sene çalışma, derlenme, toplanma faaliyetleri oluyor. Kendi hallerinde yaşamak kararında oldukları halde çevrelerindeki Arap aşiretlerinin tasallutuna dayanamıyarak bu defa da Araplarla çarpışmaya başlıyorlar. AFADILA, KANATSA, URVALE aşiretlerde üç, dört ay kadar çarpışma devam ediyor. Bir çok cesur Türk bahadirlerinin cesatleri çöllerde kalıyor. Araplardan da çok ünlü yiğitler telef oluyor. Haci Ali oğluda bu savaşlarda maktul düştüğünden kumandayı oğlu 18 yaşlarındaki oğlu Murtaza Bey eline alıyor. Arapları Derzorun öbür taraflarına sürerek aylarca devam eden bu gazveye son veriyor. Bundan sonra büyük gazveler olmuyor. Ufak tefek Çapulculuk hadiseleri ise aşiretler arasında zaman zaman vukubulmuştur. Bunlardan birini rahmetli İdris Ağa’dan dinlemiştim. Onu da bir hatıra olarak kayıt etmekten kendimi alamadım:

Araplardan birkaç çapulcu fırsat bularak baraklıların birkaç koyununu sürmüşler. Baraklı birkaç genç de buna bir mukabele olmak üzere Arapların develerini sürmeyi kararlaştırmışlar. Bir gece atlarına binerek anizelerin deve yatağına gelmişler, iki yüz kadar deveyi sürmüşler. Anizeler nasılsa hadiseye muttali olunca atlarına binerek kalabalık bir kafile halinde takibe koyulmuşlar. Anizelerin atları meşhurdur. Baraklılara yaklaşınca kalabalıklı olduklarını anladıkları takipçilerin eline düşmemek için develeri bırakıp atlarını sürmüşler. Baraklılardan birisinin atı dayanmış, yakayı takipçilere kaptırmış. Araplar Baraklı genci obalarına götürecek ayağına bukağı vurup güneşe çaktıkları bir kazığa da bağlamışlar. Güneşte kurumuş ekmekle ayran başlıca gıdası imiş. Bir iki gün bu hal ile geçmiş. Çadır halkının gafil bulunduğu bir sırada ayağında bukağı sezdirmiyerek yürümeğe başlamış. Bir aralık Dutsağı yerinde görmeyince izini takip ederek Dutsağa yaklaşmışlar. Baraklı genç ele geçeceğini anlayınca yakınındaki bir çadıra dahil düşmüş… Bu çadırın sahibesi başka aşirete mensup dul bir kadın imiş. Kadın dahilini geleneğe göre teslim etmek istememiş. Takipçiler de dul ve kimsesiz olan bu kadının ricalarına değer vermiyerek bu genci almış bu defa daha yakınların bir yere bağlamışlar.

Dul kadın bu harekete dayanamamış eski siyah çadırından bir parça koparıp ortasını yırttıktan sonra matem işareti olarak devesinin boynuna geçirmiş ve kendi aşiretine giderek dahilinin aşayir adet ve ananasına aykırı olarak çadırından alındığını anlatınca aşiretin ileri gelenlerinden 20 kadar atlı gelerek dehalet ananasına yakışmıyan bu hareketi protesto etmişler. Dutsağı kadına iade etmemek suretile yolsuzluk edildiği takdirde aralarında gavze başlıyacağını ihtar etmişler. Bunun üzerine dutsak kadına itiraz etmiş (dahilim bana sığındığı zaman ayağında bir de bukağı vardı usule göre bukağının da bana verilmesi lazımdır) demiş. Bu iddia da geleneğe uygun olduğundan bukağıda kadına verilmiş. Kadın dahilini çadıra götürerek misafir etmiş. Yol yemeğini de hazırlayarak aşiretin gözü önünde köyüne yolcu etmiş. Türk genci hiçbir manile karşılaşmadan evine aşiretine dönmüş…

Şu basit ve iptidai gördüğümüz aşayir halkının geleneğe saygısı, bağlılığı karşısında medeni dünya milletlerinin birbirlerile münasebetlerinde riyakâr ve yapmacık hareketler ne kadar küçük ve iğrenç bir manzara arz ediyor…

Bu adet Arap aşayirine has bir gelenek değildir. 1920 senesinde hastalanan arkadaşım Fazıl Orhan’ı Mecit Bey’in hastanesine getirdiğimde 11-12 yaşlarında bir çocuğun bir çok yerlerinden yaralı olduğunu, sürünerek yürüdüğünü görmüştüm. Ağca köye gittiğim zaman bu çocuğun İdris Ağa’nın en küçük oğlu Ahmet olduğunu öğrendim. Yaralama sebebini şöyle anlatırlar: Bir genç, kaçırdığı kızla İdris Ağa’nın himayesine iltica etmiş. İdris Ağa harem dairesinden bir oda tahsis ederek bunların her türlü ihtiyaçlarını temin eylemiş. Bir gece kız tarafı gelerek İdris Ağa’nın evine bomba atmış oğlu yaralanmış. Gelininin bir gözü kör olmuş kendisinin de bir ayağı kırılmış… Bu mert adam hastaları için yüz elli altın kadar masraf ihtiyar eylemiş. Aylarca hasta yatağında yatmasına rağmen kendisine sığınanları korumakta devam etmiş. Onlara hiçbir zarar dokundurmamıştır.

İdris Ağa Torun aşiretinin arifi (Geleneğe göre hüküm vereni) idi. Köylü aralarında beliren anlaşmazlıklar için önce ârife müracaat ederler verilen karar kendilerini tatmin etmezse idare ve adalet makamlarına sonra baş vururlar. Şahidi olduğum bir hadise hakkında İdris Ağa’nın verdiği hükmü de yazmaktan kendimi alamadım.

Hamo Hoca oğlu Derde’nin bir toklusuna köylüden birisi (Bir sene evvel kaybolan kuzum) dur diye sahib çıkmıştı. İki taraf İdris Ağa’ya müracaat ettiler. İdris Ağa tokluya sahip çıkana:

- Bu toklunun bir sene evvel kaybolan kuzun olduğuna isbatın ne?

- Ben davarlarımın sağ kulağına yukardan aşağıya ve sağdan sola alt ucuna dağ vurmak suretile işaret yaparım. Halbuki bu adam benim enimi (işaret dektir) belirsiz etmek için sağdan sola alt ucuna vurduğum dağı kesmiş bulunuyor. Bundan anladım.

İdris Ağa Derde’ye dönerek

- Ne dersin?

- İdris emmi benim bütün davarlarımın eni, yukardan aşağı bir dağ vurduktan sonra kulağın alt ucunu kesmektir. Davarlarımı gör böyle değilse toklu bu adamın olsun ayıp değil mi?

İdris Ağa her ikisine:

- İşaretlerinizin ikisi de muteber, şimdi iş yemine kalmıştır. Kim bu toklu koyununum kuzusudur diye yemin ederse mal onundur dedi.

Kuzuya sahip çıkan adam ben yemin etmem kendisi yemin ederse alsın toklusunu deyince Derde:

- Bu toklu benim koyunumun kuzusu olduğuna vallahi dedi ve tokluğunu teslim aldı. İdris Ağa gülerek benim Ariflik hakkım bir okka kavhe idi onu da size bağışladım deyerek mahkemelerin belki aylarca sonra halledeceği bir davayı on dakika içinde bitirmişti.

Eskiden Gaziantep’te bu kadar çok sayı ve derecede mahkeme yoktu. Her mahkemede bir hâkim bulunurdu itiraf edelim ki işler de bu kadar kabarık bir hacimde değildi. Davacılardan bir kısmı müftüye, hocaya gider, davalarını anlatırlardı… Bir temenni ya:

Hükûmetçe Adliyede maaşlı bir danışma bürosu açılsa halk önce bu büroya müracaat ederek kanun hükümlerine iki tarafa netice izah edilse mahkekemelerin işi biraz hafiflese diye düşünüle bilirsede hakkı kendi nefsinde kabul edenleri bulmak zor...

Odalar: Olgun insanların köy ve halk işlerinin görüleceği yerdir. Orada yalan söylenemez, adam, dövülemez, kimseye hakaret edilemez… Nasılsa bir gün yanlış bir harekette bulundum. Köye bir kumarcı gelmiş Behzat Ağa’nın evde bulunmamasından bilistifade oğlu, odada kumar oynamasına müsaade etmiş. Bunu haber aldım. Duyduğum teessürle Behzat Ağa’nın odasına giderek kumarcıyı istedim. Yok cevabını aldım. Bana zahmet vermeyin kumarcı gelmeli dedim. Yok diye ısrar edilince kumarcının yerini haber almıştım. Samanlıktan çıkararak iki tokat attım. Ve şimdi köyden gideceksin dedim. Kumarcı gittikten sonra Behzat Ağa’nın oğlu ağlıyordu. Ah Muallim Bey dedi. Nolaydı senden başkası bu işi yapaydı… Senin hatırın için bu şerefsizliği kabul ediyorum… Diyerek halk arasında odaya karşı beslenilen hürmeti ifade eylemiş oldu… Barak halkının büyüğü küçüğü, zengini fakiri misafir perverdir. Çok yakından bildiğim bir olayı misafir perverliğe bir örnek olarak kayıt etmeyi maksadın izahına kiyafet eder buldum:

1935 senesinin yaz aylarında olacak Diyarbakır’dan Sait Paşa hazretleri kalabalıklı maiyyeti erkanile birlikte cenup hududumuzda tetkikatta bulunmak üzere gelerek Ağcaköyde İdris Ağa’da üç gün misafir kalmışlardı. Bu heyete hergün iki üç koyun keserek, hayvanlarına da günde iki yüz kilo kadar arpa yedirmek suretile misafirperverlik icaplarını yerine getirmeğe çalışmış olan İdris Ağa’ya Paşa gideceği gün:

- Baba bizi zahmetler içinde bıraktık çok yorduk, teşekkür ederim. Masrafınız ne ise söyleyin paranızı verelim.

- Paşam bana dedin Baba ile evlat arasında hesap olmaz. Hangi kötü babayı gördük ki evladına yedirdiği ekmeğin parasını istesin veya alsın. Bu olacak şey mi?

Paşa ısrar eder, İdris Ağa kabul etmez. Paşa Paşa Levazım memuruna emreder. Mektubu bir miktar para hediye, giderler…

Misafir perverlik yalnız büyük adamlara karşı değildir. Herkes orada hüsnü kabul görür.

Barakların giyimlerindeki özelliklerinden, nişan, düğün ve eğlencelerinden, evlerinin teşkilatile senede iki defa badana edilip temiz tutulmasından, kadınların ailedeki yüksek mevkiinden, harman sonu ziyafetlerinden bahsedip mevzu uzatmağa bu eserciğin hacmi müsait olmadığından devamlı akan bir pınardan bir bardak su almış durumda olduğumu itiraf etmeyi vazife bilir, geniş ve etraflı tetkiklerile bu konuları işlemeyi aydın ve enerjik Gaziantep gençliğinin takdir ve çalışmalarına bırakırım. Bu vadide bir tek adım atabilmişsem kendimi bahtiyar sayarım.

Hüseyin İlhan YAZGAN


[1] Oma dikmek: tepe taklak düşürmek