Kültür mecmuasının 17’nci sayısında:

Aydınlarımızın Gaziantep’i hakiki cepheleri ile tanımadıkları ve bu yüzden şehrin derdi ile alakadar olmadıkları sitemli bir şekilde anlatılarak, her Gazianteplinin, Gazi şehir hakkında bildiklerini yazarak veya yazdırarak neşriyat sahasına çıkartmaları gerektiği hatırlatılıyor.

Muharrim, şehrin reklam edilebilmesi gayesi ile bu mevzuu ele almıştır kanaatindeyim. Hakikaten reklam için çok esere ihtiyaç var; ama bu demek değildir ki mezkur eserler Gazi şehrin derdini halledecektir. Böyle bir ümitle tatlı hayale dalanlar varsa? Bu hülyadan uyansınlar.

Gaziantep’in derdi ne şu, ne bu, şehrin derdi münevver yokluğudur. Evet kızmayın, darılmayın maalesef münevverimiz yoktur.

Şimdi denilebilir ki şu gördüğün sıra sıra üniversite mezunları nedir? Görmüyor musun? Bunlar gözümüzün önünde dururken nasıl olurda münevver yok dersiniz? Evet sizde haklısınız. Bu unvan “diploma” ile elde edilen bir hak ise yerden göğe kadar hak sizindir. Yook bu payenin bir esbab-ı mucibesi varsa? Bizde deriz ki!

Münevver, (aydın) lügatte şöyle tarif ediliyor: “Tenvir edilmiş, nurlandırılmış; aynı zamanda tenvir eden, aydınlatan.” Yapılan tarife göre her tarafa ışık saçması ve neşrettiği ziya ile de her tarafı pürnur eylemesi icap eden münevver görüldüğü gibi memlekete değil, hatta ilminin kendine dahi faydası yok.

Eğer aydınlarımız, hakikaten aydınlanmış olsalardı kafasına yerleştirilen ilimlerin, ışıkları memleketin en ücra köşelerini dahi aydınlatır ve ikide, bir lafı edilen gerilik çoktan yok edilmiş olurdu.

Eğer elde edilen ilmin tatbikatını yapsalardı, memleketin sinesinde (kangren) bir yara haline gelen sefahat haneleri kıymetli vücudu ile süsleyip tertemiz olması lazım gelen parası ile de beslemezdi! Memleket cehalet içinde yüzer, binbir türlü zehirli fikirleri empoze etmek isteyen nice soysuzlar durmadan çalışır; şen’i fikirleri telkîn ederek cemiyeti ifsad ederlerken poker masasında kazanmak veya kayıp etmek heyecanı ile gününü öldürenlere her halde münevver diyemeyiz. Bu gün basit bir esnaf, memleket dertleri ile parça parça olup mesaisinin uzunca bir faslını bu işe tahsis ederken, bilmem hangi eğlence yerinde merkez kuran diploma sahiplerine münevver diyebilir miyiz.

“Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez.” diyen Şahin Bey’in karşısında düşman belli idi. Halbuki bu günkü düşmanlarımız her yerde mevcut, üstelik bizden görünür. Fakat tam zamanını buldu mu hemen darbeyi indirir. Yukarı da izah etmeğe çalıştığımız gibi bilhassa (Kızıl zulüm) propagandasını her vesile ile yapmağa çalışırken münevver vaktini böyle hovarcada öldürmeli mi?

Münevver odur ki: Bu vatanın derdi ile dertlenir, neşesi ile neşelenir. Bir ferdin elemini kendi kederi gibi içinde hisseder. Ve her şeyini bu vatanın tealisine tahsis eder.

İşte biz o zaman o münevverin ayağına kapanırız. Sözlerimi ulu Atanın şu ölmez sözleri ile bitirir, hakiki münevverlerin memleket hizmetine koşmalarım bekleriz.

“Münevverlerimiz için de çok iyi düşünenler vardır; fakat umumiyetle şu hatamız da vardır ki, tatbikat ve tetebbüatımıza zemin olarak alelekser kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ana’natımızı kendi hususiyet ve ihtiyaçlarımızı almayız. Münevverlerimiz belki bütün cihanı, diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz.

Ali HOROZOĞLU