17 Mayıs 1958’de ölümü üzerinden bir yıl geçmiş olacak. Bir yıldır edebiyatçılar, dilciler, devrimciler, fikir adamları Ataç için çok şeyler yazdılar. Daha da yazacaklardır. Bunlar arasına biz arkadaşlarının onunla ilgili anıların katmaları da beklenir. İşte bu gün ben iki tanesini sunuyorum.

Yeni kelimeler:

Ataç, Dil Kurumundaki bütün arkadaşlarının en aşırısı idi. Bu kadar ileri gitmenin doğru olmadığını söyleyenlerle tartışır, kendi tutumunu savunurdu. Yabancı kelimelerin Türkçelerini bulmak için kafası sürekli olarak çalışırdı. Derleme Dergisi, Tarama Dergisi, Divan-ü Lügat’üt Türk gibi kaynakları elinden düşürmezdi. Etimoloji sözlüklerini okumaya da pek meraklı idi. “Ben Lügat kitaplarını roman gibi okurum. Yalnız bir kelimeye bakmak için değil” derdi, ihtiyacı karşılayabilecek bir söz buldu mu, günlerce bunun üzerinde durur, kitapları karıştırır, bilgisine ve dil zevkine güvendiği kimselerin fikrini sorar, şüphelerini giderip tam kanışa vardıktan sonra onu kullanırdı. “Enteresan” yerine bulduğu “ilginç” kelimesini kullanmadan önce “inç” ekiyle isim mi, sıfat mı yapılır diye hepimize tekrar tekrar sormuş, ayrıca bu eki “ilgi” ye ekleyerek “ilginç” demek mi, yoksa “il” e ekleyerek “ilinç” demek mi gerektiğini uzun boylu araştırmış, sonunda “korkunç”a benzer bir kelime yaparak “ilginç”i kullanmıştır.

“Meselâ” yerine “Örneğin” i ortaya atmadan önce de böyle yapmış, “ilkin”deki “in” ekinin görevinden faydalanmıştı.

“Tilcik”i “dil” bir küçültme eki yapıştırarak meydana getirmişti. Ancak, kelimeyi başka anlama gelen “dilcik”ten ayırmak için «dil»in eski şekli olan “Til”i yeğlemişti.

“Sanat” için bir karşılık ararken haftalarca düşünmüş, istişareler yapmış, en sonra Tarama Dergisinde bulduğu, “Yaratmak” anlamlı “dur etmek” ve “törümek” maddelerinden faydalanmağa karar vererek, “dört” kelimesini yapmıştı.

Adana ve Maraşlıların “vesaire., gibi şeyler” yerine kullandıkları, “ney”, pek hoşuma giderdi. “Çarşıya gittim, peynir, zeytin ney aldım” biçimindeki cümleleri kendisinin de kullanacağını söylerdi.

Bir kavramın Türkçesi varken yabancı dildeki karşılığını kullananlara çok kızardı. Hiç “ve” kullanmazdı. Kendisiyle konuşurken bunlara dikkat etmeyenlerin sözlerine hemen takılırdı.

Güldeste:

Ataç, öz Türkçeci olduğu kadar Divan Edebiyatını da severdi. Başka yazılarımda da belirttiğim gibi, birbiriyle bağdaşamaz sanılan bu iki durumu tek ilkeye bağlar, her iki varlığı kendi şartları içinde gelişmiş tabiî akımlar olarak görür, birini ötekinin sonucu sayardı. Çok iyi bildiği eski edebiyattan sık sık ezbere parçalar okur, kıyaslamalarda bulunur, tenkitler yapardı. Benim eski edebiyattan bir “seçmeler” hazırlamakta olduğunu biliyor ve diyordu ki “iyi bir seçmeler meydana getirebilmek için on yıl çalışıp eski edebiyatı baştan başa taramak gerektir.”

Ölümden yedi sekiz ay önce bir gün, kendisinin de bir seçmeler defteri bulunduğunu söyledi. Her ikimizinkini birleştirip yayımlamak düşüncesini ortaya attı. “Haftada bir gün bu işe çalışırız” diyordu. Eser için “Güldeste” adını teklif ediyordu. Önsöz olarak da, sadece, Nev’inin şu mısraı konacaktı:

Bunun keyfiyyeti tâbir olunmaz zevka dairdir.

Şimdi “Güldeste”nin yerine solmuş bir fikir goncası duruyor.

Ömer Asım AKSOY