Her canlı, çevresine uymak için bir takım fiil, hareket ve davranışlar yapar. En ilkel ve basit canlılardan insana doğru çıkıldıkça, canlının yaşaması için yapmış olduğu hareketler basit olmaktan çıkar, karmaşık bir hal alır.

Hayvanların çevrelerine uyabilmeleri için içgüdü kâfidir; fakat insanın muhitine intibak edebilmesi için içgüdü yeter bir nitelik değildir. Çünkü insan bir topluluk içinde yaşar ve yaşadığı topluluğun kurallarına, şartlarına uygun olarak harekette bulunmak için insan iradesinin ve iradeli hareketlerinin mevcudiyeti şarttır. Bu itibarla irade ile yapılan aksiyonlar için bir takım kurallara göre hareket etmek gerekir. Dinî, ahlakî, estetik, hukukî, ekonomik ve mantikî davranışlar ancak insanlara mahsûs faaliyetlerdir. Bu hareketlerin her biri birer manâ ve değer taşırlar ve insanlara mahsus faaliyetlerdir. Bu hareketlerin her biri birer manâ ve değer taşırlar ve insana mahsus olan, insanlar var olduğu için meydana gelmiş olan değerlerdir. Bu sebeple insan, bu değerleri taşıdığı içindir ki hayvandan ayrılır.

Gerek rasyonel, gerekse pozitif ilimler insanın fiil ve hareketlerine öncü olarak bir gayenin ışığını tutmazlar, ancak bir araç verirler. îşte, insanların fiil ve hareketlerine bir araç verirler, işte, insanların fiil ve hareketlerine bir ülkü aramak, bir gaye göstermek ahlak probleminin konusudur.

Ahlak problemi üzerinde fikir yormak, düşünmek ihtiyacı insanlarda fikrî olgunlukla birlikte gerçekleşir. Çünkü insanı, değişen çevre, yaşama kuralları, cemiyetin baskısı geliştirir ve insan kendi içinden ahlâki yaşayışının, manevî değerlerin geldiğini hisseder, bun ları uzlaştırmak ister ve böylece ahlak problemi üzerinde düşünmek ihtiyacını duyar.

O halde insan, ister istemez kendi durumunu düzenliyecek olan bir takım kurallar ve prensipler arıyacaktır. İşte bu, ahlak probleminin meydana gelmesi demektir.

İnsanın hareketleri ne zaman kendi sosyal hayatını ilgilendirmeye başlarsa, bu hareketler ”iyi” veya ”fena” gibi değir kazanır. Böylece insanın kendi görme ve anlama merakını tatmin etmesi ve sosyal hayatın gerektirdiği sebepler bir ahlak proplemini meydana getirir ve bu değerler üzerinde düşünme başlar.

İnsanoğlu yalnız düşünme ve bilmekle yetinmez; bilip düşündüklerini günlük yaşayışına uydurur, bilgi ve düşünceleri ile kendi hareketleri arasında bir ahenk kurmak zorunda olduğunu idrâk eder.

Ahlâkî hayatımızın iki görünüşü vardır:

a) Örfler, âdetler ve hukuk kuralları gibi cemiyette gerçekleşmiş olan değerler, ki buna objektif cephe denilir.

b) Vazife, hak ve sorumluluk duygulariyle iyi ve fena hakkındaki değer hükümleri gibi fertte gerçeklenen ve vicdan adı verilen değerler toplamıdır; buna da sübjektif cephe denir.

İnsanda hareketler iki türlüdür:

a) Olumlu (müsbet) hareketler: Vatan severlik, adalet ve doğruluk gibi hareketlerdir ki, bunlara hayır ve iyilik adı verilir.

b) Olumsuz (menfi) hareketler: Vazifeye aldırmamak, zül ve eğrilik gibi hareketlerdir ki, bunlara da şer ve kötülük denilir.

Görülüyor ki ahlah, değer hükümlerinden bahsediyor ve bu yoldaki teorik ve Pratik düşünüş, görüş vekuralları meydana koyuyor.

Başka bir deyimle ahlak, insan hareketlerinin, davranışlarının preniplerini arıyor ve bunları bir takım kurallara bağlıyor.

Ahlakın konusunu yine ahlakın vereceği iki soru ile tariff ve tayin edebiliriz:

a) İyiyi kötüden nasıl ve ne ile ayırabiliriz?

b) Bizde iyiyi kötüden ayırmaya yetkili bir kudret var mıdır?

Bu sorularda insanların tavrı hareket ve davranışlarında ve hareketlerinde bir değer ve manalandırılamaması demektir. Nitekim cemiyet herhangi bir hareketi “iyi” olarak değerlendirirse, bu davranış ahlaki, “kötü” olarak değerlendirilirse bu davranış gayri ahlaki sayılır.

Ahlak, insan hareketlerinin şuurlu ve iradeli olan şekileri ile meşgul olduğundan ahlak problemi, aksiyon problem hep aynı anlama gelir.

Bugüne kadar ahlakın pek çok tarifi yapılmıştır:

a) Rasyonistler ahlakı ideal bir nizama bağlarlar.

b) Ampiristler ahlakı realiteden çıkarılmış bir kanuna irca ederler.

Filozoflara gelince: Eflatun ahlaka hayır ilmi, Kant vazife ilmi, J.J. Rousseau kalb ilmi demişlerdir.

Acaba ahlak bir ilim midir? Evvel emirde ahlakın bir konusu ve çeşitli metotları vardır. O halde ahlaka. Bir realiteyi konu olarak ele aldığı için onu ilimle birleştiren bir karakteri olduğundan ilimdir diyebiliriz. Bununla beraber ahlakı ilimden ayıran bir takım özellikler ve karekterler de vardır:

a) Ahlak var olandan hareketle. Olması gerekeni yani ideali araştırır.

b) Ahlak kurallar ortaya koyar, normatiftir.

c) Ahlakın gayesi insan hareketlerini idare eden olaylar arasında bir seçim yaptıktan sonra, elde ettiği neticeleri bir hareket kaidesi olarak ferde teklif etmektir.

d) Ahlak, kanunları değil, kaideleri kullanır.

e) Ahlakın kurallar evrenseldir, bu kurallarda zorunluluk yoktur.

f) Ahlakta hürriyet esastır; ahlak hareketlerimizin hür olup olmadığını ve hür bir ruhtan ne gibi hareketlerin doğabileceğini araştırır.

O halde ahlak, Pratik felsefenin konusunu teşkil etmektedir. Çünkü, insan aksiyonuna taalluk eden problemler üzerinde düşünme ve bunlar üzerinde teorik açıklamalar yapmak pratik felsefenin konusudur. Bu takdirde pratik felsefe ve onun konusu olan ahlak, insanlar için ve onlara yakışacak şekilde bir hareket tarzının dayanmış olduğu veya dayanması gereken esaslar üzerinde düşündüğünden ve gayesi insanları huzur ve saadete, erdeme kavuşturmak ve böylece insanoğlunu selamete ulaştırmaktır.

Ferdin şuurlu ve iradeli kararlarına dayanan. Çeşitli hareket tarzlarından istediğini seçerek ona göre hareket etmesine ahlaki hürriyet denilir. İşte bu hürriyet milliyetçiliğin ışığı ile aydınlatıldığı takdirde gerçekleşmiş bulunan Türk gençliğinin şuuru anlaşılır ki, bu şuur gerek teorik, gerekse pratik ahlakla takviye olunursa gayesi erdem, doğruluk ve iyi olan geleceğin gençliği hazırlanmış olacaktır.

Nitekim yeni devrim Türkiye’sinin temeli ahlakı esaslar ve temeller üzerine kurulmamış mıdır?