Rahmetli dostum Zeki SAVCI ile çok sevişirdik. Arasıra onunla müşaaremiz (Şiirle söyleşmemiz) olurdu. Ben 13 Temmuz 1951 tarihinde öğretmenlikten, yaş haddinde emekliye ayrıldıktan sonra, bir şeker bayramı münasebetile Zeki Bey bana : (Aziz Dostum Şakir Sabri YENER’e bayram armağanı) başlıklı bir şiir yazdı. Hak bellediği yolda daima yalnız giden bu cesur ve idealist şair dostum, armağan şiirlinde yine o zamanın kötü gidişatını taşlıyor, taşlıyor değil bombardıman ediyordu. Bu şiirin aklımda kalan ikinci beyti şu idi: “OKUDUN, YAZDIN, kâsîdelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bakışış demektir. Ben de bu armağan şiirine: “Bayram Armağanı’nın cevabı” başlıklı bir şiirimle karşılık vermiştim. OKUTTUN NİCE YILLAR LÂKİN; GİZLİ GİZLİ ACEBÂ SÎM-Ü-ZERİN VAR M MI HOCAM?” Armağan, şu beyt ile bitiyordu: “ARMAĞANDIR SANA BAYRAM DA BU NÂÇİZ ŞİİRİM; ZEKİ’YE CAİZE BADEM ŞEKERİN VAR MI HOCAM” Câize: Eski devirlerde şairlerin.

Bu her iki şiirde 1951-1955 yılları arasında Gaziantep’te yayımlanan günlük gazetelerden birinde neşredilmişti, ama o gazetenin adını bugün de hatırlayamıyorum. O zaman şiirler çevrede o denli yankılar uyandırmtştı ki o gazeteler kapışılmıştı. Zeki Bey sağ iken ben (Bu şiirler bende var) diye kaygısızdım.

Onun vefatından sonra “şu şiirleri bulayımda bir kere daha okuyayım” diye aradım. Taradım yok. Ankara’da ki millî kütüphane’de 1951—1955 yılları arasında Gaziantep'te yayımlanan günlük gazete koleksiyonlarını karıştırdım, yok yok.

Bereket versin eski defterlerimin birinde: “Bayram armağanı’nın cevabı diye bir şiirimi buldum. Demek cevap olarak evvelâ bu şiiri yazmışım. Sonra bundan vazgeçmiş, asıl gazetede yayımlananı yazmışım, bu olduğu yerde kalakalmış. Fakat bunu da yeniden bir daha okudum baktım ki ötekisile çok benzerliği var. Ve (Hayalî cihan değer geçmiş zamanlarımı da bana hatırlattı. Şimdilik okurlarıma bunu sunuyorum. Bir gün her iki şiirde bulunursa onları da bir arada sunarım, inşallah.

(Bayram arma fanının cevabı) şudur:

İnan üstâd, imanın zerrece yok sîm-ü zerim,

Bana yoksulluğu mîrâs bıraktı pederim.

Okudum, yazdım, okuttum ben evet elli sene;

Bu kadar Taksi’de yoktur yine bir tek tekerim!

Dalmışım, kalmışım ömrümce kitap âlemine

Görmemiş yağmaları kör olası didelerim

Çalıp oynatmış eloğlu beni yıllarca meğer

Parsayı toplamış onlar ne kadar derbederim?

Giremem partilere nafile ısrar etme!

Oy için dil dökemem.. İşte budur (Derdi ser) im,

Armağanın ne kadar makbule geçti bilsen sen

Zeki Bey ben sana binlerce teşekkür ederim.

Ne çıkar öyle şekerden.. Ne çıkar bademden?

Seni ey nükteci şair, seni candan severim!

Câize’ndir bu canım al sana kurban olsun;

Nideyim yok ki ne badem, ne de badem şekerim!

Zeki bey bu cevabî şiirime

“Aziz sistemli bir şiirle cevap verdi:“Aziz hocam, Faziletten, niçin bu kadar çabuk bıktın? Hırsız olmadığına, yağmaları göremediğine neden bu kadar hayıflanıyor, gözlerine beddua ediyorsun!” gibilerde serzenişlerle dolu bir şiirdi bu. Bende ona, hırsızlara imrenmeyip, kendi kendimi tenkit etmek için o şiirimi yazdığımı ifade eden şu kıt’amla cevap verdim :

Fazîletmend olan yoksulsa, az çok nâkıs insandır;

Riyâz-ı ilmi âb-i servete kandırma lâzımdır.

Fakîr âlimla, cahil ağniyâ hep tekkanattırlar;

Demek irfâui devletle kanatlandırma lâzımdır!

Bu kıt’auın öz türkçesi şudur:

Erdemli kişi, eğer yoksulsa az çok eksik, yeter Dünya işlerini «tüzene koyamamış bir zavallıdır. Bilim bahçesini servet suyusaa kandırmak gerekir.,,

Yoksul bilginle, bilgisiz zenginler hep tekkanattırlar. Demek ki, bilgiyi de devletle, yaai varlıkla kanatlandırmak gerekir .,,Yani bu kıtamla, artık (Bir lokma, bir hırka) devrinin çoktan geçmiş olduğunu anlatmak istedim. Ünlü din bilgini İmam Gazâlî Hazretleri de:

“Dünya işleri düzenine girmedikçe, din işlerinin düzene girmesine imkân yoktur.” buyurmamışlar mı? İmam Azam Efendimiz de çok zengin değilmiydi?

Savunduğum bu tezi Zeki Bey de kabul etmiş olacakki bu kıt’ama cevap vermedi.

Zeki Bey, bir yaz tatili beni çiftliği Beşgöz’e davet etti, her nasılsa gidemedim. Ertesi yaz bana:

“Mesîha yalvarsam gökten inerdi;” diye başlıyan manzum bir davetiye yazdı. Fırsat bulup gittim. Üç gün orada dinlendim. Bu süre içinde bana o güne dek yazdığı bütün şiirlerini: Taşlamalarını, haşlamalarını, mizahlarını, destanlarını, Gaziantep şehit ve Gazilerine övgü şiirlerini okudu. Tatlı sohbetler ettik, ömrümün en mutlu üç gününü bu şair dostumla birlikte geçirdim. Bir taraftan ekmek parası kazanmak için resmi vazifemi, başöğretmenliğimi yaparken, boş saatlerimde de o zaman Gaziantep’te yayımlanan bir günlük gazeteye her gün bir fıkra, hem de parasız, yazmak Aylık Başpınar Dergisini yine meccanen idare etmek ve ona da yazı yazmak gayretimi takdir eden bu kadirşinas dostum bana:

“Canlı kaynaklara benzer nice başlar tanırız;” diye başlıyan bir övgü şiiri yazdı ve bu şiir Başpınar’a girdi.

1934 yılı Ocak ayı’nın 14. Günü anam hakkın rahmetine kavuştu. Ertesi gün Ali Nadi Bey ile Zeki Bey, (Kurtuluş mektebi) ne bana başsağlığı dileğine geldiler. Konuşuk esnasında Zeki Bey, Nadi Bey’e hitaben, ve beni göstererek irticâlen, yani çok düşünmeden, daha önce kafasında tasarlamadan, benim için şu acıma beytini okudu:

“ELİN EVLÂDINA YILLARCA EDERKEN BABALIK;

ANASIZ KALDI YAZIK ORTADA ŞAKİR SABRİ.”

Gaziantep, Fransız işgalinden kurtulur kurtulmaz gençler, (Gazisancak) adlı haftalık bir siyasi gazete çıkardılar. Zeki Bey de bu gazeteye, (Şehit) takma adıyla manzum, mensur o kadar tatlı mizah yazıları yazardı ki insan hayran olurdu. Ölümüyle Gaziantep’te büyük bir boşluk bırakan bu emsalsiz şaire Allahtan mağfiret dilerim.

Nur içinde yatsın! .

Şakir Sabri YENER