Kilometre tamam, Gaziantep gözüktü artık. Yepyeni bir çehresi vardır bu Gazi şehrin. Bembeyaz renklerle bezenmiş, bir beyaz gül gibidir tıpkı. Uzaklardan bile bakınca, doyamaz insan bu tatlı yara, otobüs, süzülüyor Başkarakoldan içeriye. Yollarda ilerleyen otobüs, zıp zıp oynarcasına gidiyor. Parke taşlar üzerinde lâstikler, son kilometreyi katetmenin huzuru içinde. Garaja geliyoruz. Hamallar, otobüse koşuşuyor.

Bağırıyorlar:

- Yok mu ağam! naylon araba isteyen. Bayton isteyen, hammal isteyen… İstasyona yok mu? Şehreküstüye de mi yok?..

Naylon araba. Bu isim tuhaf gelir ilk nazarda. Naylon ismi niçin takmışlar ona acaba? Bunu eşyalarımı taşıyan, naylon araba sahibine sormuştum bir gün; bana şöyle dedi:

Naylon gibi hafiftir.

Hakikaten de öyle, dört lastik tekerlek üzerinde, düz birkaç lata yan yanadır. Hepsi o kadar, bir tek at çeker. Sahibide kurulur. Bir iki ton yük, menziline erişir, bir kuş hafifliği içinde.

Gaziantep’teyiz… 59 kilometrenin sonunda, otobüsten inipte, tekrar bindiğimiz Adana Güven otobüsü bize Gaziantep’i tanımaya imkân vermedi gibi gelirse de, biz bu Gazi şehri, daha önceki tanıdıklarımızla dile getirelim:

Gazi şehir mücadele günlerinin bütün ağırlıklarına rağmen, son on yıl zarfında daha zinde ve daha mâmur bir çehre halindedir. Şehri ilk ziyaret eden, taş binalarla müzeyyen bir tabloyla karşılaşırcasına nazarlarını her türlü zevklerin üstündeki binalara bırakır, caddelerinde çok çalışmayı seven insanların faaliyetleri göze çarpar. Sağa sola giden bir kalabalık gurubu, Gaziler caddesinden Suburcuna doğru bir sel gibi akar. Bir haftanın altı günü ölesiye çalışma ile devam eder. Pazar günü gelince Antepli bir Avrupalı gibidir. Eğlenmesini ve yaşamasını bilir. Bir gün önceden hazırlıklara girişilir. Paytonlar ve taksiler bu iş için bütün hazırlıklarını ikmal ederler. Belediye otobüsleri temiz ve güzeldir. Belediyenin ince düşüncelerini otobüslerinde bulmak mümkündür.

Alleben ve Kavaklık bu iki mesire yeri, ağaç, su ve tabiatın randevulaştığı yerdir. Bütün bir haftanın sessizliği burada Pazar günü gelince şen kahkahalara sahne olur. En tatlı halk türküleri, millî çalgı olan darbukanın davudi sesleriyle birleşir.

“Şirin nar tane tane,

Gelin mi oldun sen yine?

Gelin olduğun gece, oynarım döne döne.”

İşte Antep… Bir yabancıyı ilk nazarda bütün cazibeleriyle büyüleyen bu şehir maalesef görünmeyenlerin, dedikodularını taşır. Antepli haciağadır. Halbuki Antepli, bilakis misafirperverdir. Bu misafirperverliği değil midir ki, ona bu güzel hüviyeti kazandırmıştır. Bolluktur, ucuzluktur. İnsanları cömerttir ve çalışkandır. Nasılsa bu güzel şehri ziyaret etmek fırsatını bulan bir dostum, bana Antep’i şöyle anlattı: Bir gün yolum Gaziantep’e düşmüştü. Bir yemek yemek icap etti. Kendimi bir kebapçı dükkânına bıraktım. Kebapçı ile kırk yıldır ahbapmışız gibi, bana iltifat etmeye başladı. Bir masaya yerleştim. Masamdaki zat, beni yabancılayan nazarlarla süzdü ve (hoş geldin bey) dedi. Yemeklerimiz geldi, masamdaki ile koyu bir ahbaplığa giriştik. Dereden tepeden konuşuyor ve bana hayalimde yanlış düşündüğüm Antep’i sil demeye getiriyordu. Yemeklerimiz bitti. Lokantacıdan hesabı istedim. Hesabınız verildi bey, dedi. Evet masamdaki zat, bana gülümsedi ve ilâve etti:

Her yabancı bizim mukaddes misafirimizdir…

Dostumun, hayali hakikaten kirliydi. Gaziantep’e gelmeden önce, onu bir hayli doldurmuşlar. Adeta gözünü korkutmuşlardı. O’na, o şehrin caddelerinde “rakı”,insanlarının elinde, kan kokar, deyivermişlerdi. Bu kokuyu ancak, bu şehre kem nazarlarla bakanlar hissedebilir.

Gaziantep, her iyi düşünüşe lâyıktır. Gaziantep’li bu düşünüşe bütün varlığı ile hizmet eder. Şahıslar müesseseler halinde, devlet mekanizmasıyla iş birliği yapmıştır. Nerede güzel bir bina, yanında Belediyenin teşebbüsü ile yol yapılıyor, caddeler genişliyor ve parklar, yeşil sahalar meydana getiriliyor. Biz, Antep için ne yazsak, bu yazdıklarımız, bu kısa duraklamamıza sığmaz. Onun için, bunu görenler daha iyi bilir. Zirâ, baklavasiyle, pekmeziyle Antep fıstığı ile üzüm bağlarının renk cümbüşüyle, Gaziantep; Güneydoğu Anadolu’nun bir incisidir. Orayı bir kere ziyaret eden memnun çıkar.

Saat 6:30…

Adana yolcuları yerlerine.

Güven otobüsünün, genç ve yağız yapılı şoförü yolcularına son ihtarını veriyor. Kilis, otobüsünden ayrılıyor, bizi Adana’ya götürecek olan otobüse biniyoruz.

Yolcular tamam, on, on beş dakika kadar tehirimiz var. Şoför marşa basıyor, araba ileriye atılmak için, şoförünün gaz pedalına basmasını bekliyor. Son muayene, lastiklerin havaları tamam, yolcular yerli yerinde, araba hareket ediyor, yolcularını teşyi’e gelenlerin mendilleri sallanıyor. Bizimde biz uğurlayanımız var. Gözleri yaşlı, kendisini zor tutuyor ağlamamak için. Nafile zira, nasıl olsa ağlıyacaktır. Her yolcunun geride bıraktığı, hep ayni şeydir. Zaten boş bir mendile renksiz birkaç damla göz yaşı…

Genç Kilis’ten

Nejat TAŞKIN