Birkaç sene evvel babam görevli olarak Araban’a giderken bizi de götürmüştü. Üç ay kalmış, Orayı çok sevmiştik. Burası yeni kurulmuş bir ilçe idi. Akar suyu güzel pınarları vardı. Bu şirin yeri tekrar görmek istetik. Tatilimizin son birkaç gününü de orada geçirecektik.

Ben ve kardeşim Nevin, jipin önünde oturuyorduk. İki yanımızdaki ağaçlara bakıyor ve babamın bu yerler hakkında anlattıklarını dinliyorduk. Çok susamıştık. Bir ara babam, «şuralarda bir pınar olacak» dedi. İlerde Merzimen çayı kenarında bir kaynak gördük. Şoför Şaban amca, hemen durdu, jipten indik. Pınarın yanına geldik. Suyu buz gibi idi. Doya doya içtik. Çayın iki yanında, yüksek söğüt ağaçları vardı Pınar suyunun aktığı kanala baktığımız zaman, küçük küçük balıkların bulunduğunu gördük. Bir yılan balığı da taşın altına saklanmış avlanıyor, fırsat kolluyordu. Minik balıklar, bu düşmanlarından habersizdiler. Biz onlara acıdık ve yılan balığını oradan kaçırttık. İçimiz, rahatlamıştı.

Tekrar jipe bindik. Kara taşlar yolun iki yanını kaplamıştı. Susuz bir ovadan geçiyorduk. Biraz sonra Yavuzelinin yeşillikleri göründü. Burası da yeni kurulan küçük ilçelerden biriydi. Evleri bir höyüğün dibine yapılmıştı. Yolun kenarındaki söğütlerin altında bulunan kahvesinden gazoz içtik.

Yine yola koyulduk. Sağ yanımızda, ilçenin serpilmiş son evlerini geçmek üzereydik. Yolun sol yanında, bir dut ağacı vardı. Altında bir koyun sürüsü dinleniyordu. Bir çoban köpeği, gölgeye uzanmıştı.

Birden Şoför Şaban: (Yılana bakın) diye bağırdı.

Şaşırmıştık. Kara, kalın ve çok uzun bir yılan; sürünün yanından yola doğru süzülüyordu. Bir anda, yolu bir kenarından öbür kenarına kadar kaplamıştı. Ani bir firenle durduk. O da durdu. Başını yerden kaldırdı. Bütün korkunçluğuyla bize baktı. Güneşte siyah derisi pul puldu, pırıl pırıl parlıyordu. O pırıltıları hiç unutamıyorum. Donmuş gibiydik, Karayılan yavaş yavaş, başını evlere doğru çevirdi Kıvrılarak önümüzden geçti, kenardaki evlerden birinin su deliğinden içeri girdi.

Yılan, sürünün, çobanın, köpeğin yakınından geçmiş, ona hiç birisi aldırmamıştı. Şaşkınlığımız, devam ediyordu. Merakımızı yenemiyerek arabadan indik. Annem: (Birine soralım) dedi. Oradaki ihtiyar bir adama gördüğümüzü anlattık.

— Niçin bu yılanı öldürmüyorsunuz. Girdiği eve zararı dokunmasın? dedik. İhtiyar amca güldü:

— Bu karayılan, bizim ilçenin uğurudur. Ne kadar fare köstebek varsa öldürür. Hattâ tarlalarımızdaki zararlı hayvanları yemesi için onu her zaman ararız. Aklımız erdiği günden beri burada yaşar. Kimseyi ısırmaz. Hiç birimiz de ona dokunmayız, dedi. Jipimiz Karadağın dik yamaçlarına çıkarken ben kendi kendime (Demek yılan bile faydalı olduğu zaman, herkes tarafından sevilir ve aranır) diye düşünüyordum.

NOT: Bu yazı, Doğan Kardeş Dergisinin 1962 yılı tatil yarışması hikâye bölümünde kazanmıştır.