Dağlarda, elli altmış koyun ve keçiden mürekkep olan bir sürüyü yayan; sabaha kadar yatmayıp ta yırtıcı hayvanlara karşJ bunları koruyan ve köyün saf ve yumuşak huylu adamı olan Müs- lüm Çobanoğlu, o gece gene sabaha kadar uyumamış, yarı sersem bir halde sürüsünün önüne dikilmiş duruyordu. Güneş adım adım yükseliyor ve küçük bir tepenin böğüründeki köyü artık ışığıyle dolduruyordu. Hele iki gündür büsbütün gözleri uyku görmeyen Müsiüm kendi kendine :

- Hayvanlar yayılma kızmış iken, ben de şurada biraz başını dinlendireyim. Dedi ve yanıbaşındaki küçük bir taşın üzerine başını koyarak uyumağa başladı. Çoktandır uykuya hasret olan gözler, ancak bir gün sonra erkenden açıldı. Deli gibi yerinden silkinip ayağa kalkarak etrafına bir göz gezdirdi. Sürünün yerinde yeller estiğini görü.

Sürüyü bulmak için acaba nereyi gezmeli idi? Kimlerden sormalı idi? Bunlardan üç koyun müstesna diğerleri hipisi konum komşunun malı idi… çoban üç dört saattır kızarıyor, sararıyor bazan ağlayacak bile oluyor, güçlükle kendini tutuyordu. Bazan da kendi kendine öfkelenerek: ‘’Keşke öleydim de bu gün de yatmıyaydım. Bu hadise olmıyacaktı.’’ Diyor, kaçmaktan başka bir çare bulamıyordu. Köyden uzaklaşmağa başladı. Dalgın dalgın yol alan Müslüm çiftini süren bir köylüyü gördü ve:

- Amca! Buradan bir davar sürüsü geçti mi? diye sordu.

Adam çiftini sürüyordu ama mırıldanarak kendi kendine söyleniyordu. Saban, tarladaki him taşlara takıldığı için ihtiyar hiddetlenerek güç belâ o him taşı çıkarıyordu. Kan terlere boğulmuş olan köylü, Müslümin kendisinden bu kızgın zamanında sorduğu suale hiddetle :

— Birader, benim sürüden ne haberim olacak. Diyerek sağ elini hiddetinden hafifçe kaldırıp indirdi. Müslim, bunun elini kaldırdığı yöne doğru gitti. Sürüsünü buldu. Geri dönerek kendisine iyilik eden çifçinin, bahşiş vermek için, yanına geldi. Sevinçle ;

-Baba! Baba! Dedi. Sen bana sürünün yerini söyledin. Gittim ve buldum. Benim bu sürüde üç tane koyunum var. Sana bahşiş olarak vereceğim. Acaba az görmez misin? Çünkü: sen olmasaydın, davar sahiplerine paralarını vermiye mecbur olacaktım.

Adam lâftan anlamazdı. Elindeki işi bıraktı; gözlerini Müslüme dikerek keskin keskin baktı ve hiddetle avazı çıktığı kadar bağırarak:

-Ne? Sürü mü dedin! Vallahi ben hiç sürü mürü görmedim. Hem de ben bu fakir halimle davar sahiplerine neden para vermeliymişim. Buyurun şehre kadının yanına gidelim dedi.

Çiftçi çiftini, Müslüm de sürüsünü dağın tepesine bırakarak şehrin yoluna koyuldular. Şehrin yakınında bir köylünün güzel bir at üzerinde rahvan geldiğini gördüler. Ihtiyar köylü Müslüme dönüp elile göstererek:

—İşte, ileride gelen şu adamdan soralım. O ne derse öyle olsun...

Bunun üzerine bu hadise karşısında dili kurumuş olan Müslüm , başiyle peki işaretini verdi.

Gelen adam atını bir yerden hırsızlamıştı. Daima etrafına şüphe ile bakarak.

—Acaba beni takip ediyorlar mı? Tutulur ı ve sonra da kendini teselli ederek:

- Yok canım Onlar zenginler. Bir at gitmiş ne zararı var. Adını bile anmazlar. YakalansaII da elbet bir bahane ile kurtulurum. Diye vesvese ediyordu. Tam o sırada atının durduğunu hisseden adam, aşağıya bakınca atının yularından tutan bir ihtiyar ile bir genç köylüyü/ğördü. Daha onlar kendisinden bir şey sormadan:

Vallahi amca ben değilim. Kardeşim alıp bana verdi. Size tek beni bırakın. Hem de ne kadar derseniz kabul ederim. Eğer Ağaım, atı benim kaçırdığımı duyarsa bıçağın altına para vereyim, alır. Ellerinizi öpeyim beni bırakın.

Diye yalvariyor, bazan da gözlerinde hafif yaşlar beliriyordu. Aradan epey zaman geçti. Hepsi dertlerini ortaya döktüler fakat ihtiyar köylü:

-Gidip kadıya danışalım. Kim haklı ise davarlarının parasını o versin. Diyordu.

Bunun üzerine hırsız da attan indi. Üç kafadar yaya olarak şehrin yolunu tuttular.

3-B. 1194 Mahmut ÇEVİKER