Bir insan düşünün günlerce çöllerde yol almış, vasıtasız, iki ayak üzerinde yüzlerce, binlerce yol yürümüş, yorulmuş dinlenmiş, dinlendikçe yürümüş. Yanma aldığı azığı ve suyu, artık onu idare edemez olmuş. Gerek azık torbasını gerekse su kabını ağırlık vermesin diye atmış. Acemisi olduğu diyarın yolunu da yitirmiş, öyle bitkin olmuş ki, geldiği yeri de unutmuş, gideceği yeri de unutmuş. Açlık neyse, ille susuzluk eritmiş, bitirmiş kendisini. Dudakları şişmiş, patlamış susuzluktan. Bir damla suya yarı ömrünü verecek kadar suya hasret. İşte bu anda bilmediği diyarın, tanımadığı insanları çıkıvermiş karşısına âdeta bir Hızır gibi. Su diye koşmuş onlara, kim olduklarını bilmeden, ne niyette bulunduklarını anlamadan su istemiş onlardan. Onlarda ona suyu vermişler, susuz insan suya âdeta saldırmış, bir dikişde ömrünü yudumluyormuşcasına içmiş, içmiş, içmiş de sonra adamlara şükran dolu nazarla bakarken yabancılar, kendisine içtikleri suyun zehirli olduklarını söylemişler. İşte böyle bir insan suyu içmeden evvel de onun zehirli olduğunu bilse yine de içmekten kendisini alıkoyamaz, bir iç güdü ile en mübrem ihtiyacını gidermeğe çalışacaktır. Yabancılar suyun zehirli olduğunu söylediklerinde yüzündeki ifadeyi tahayyül etsek, evvelâ tereddüd, sonra korku, sonra kendisini dinleme safhalarını solgun yüzünde birer birer okuyabiliriz. Fakat vakit geçtikçe kendisine bir şey olmadığını gördükçe ra hatlayacak, zehirin belki kendisine tesir etmeyeceğini, belki az zehirli olup bir miktar sancı vereceğini, zamanla bunu da unutacağını düşünerek sevinecektir de.

işte bizde, Türkiyemizde, insanların, insan olduklarını düşündükçe aradıkları bir şeyler var. Maziden arayanlar, âtiden ümit bekleyenler, içinde bulundukları zamanı kurcalayanlar, velhasıl devamlı olarak birşeyler arayanlar var. Arayan insanlar Türkiyesi oldu memleketimiz. Hepsi müşterek olarak, bilerek veya bilmeden iyiyi, insanların rahatını arıyorlar veya aradıklarını sanıyorlar. Tıpkı çölde kalan susuz insanın gideceği yeri unutup su araması gibi bir arama bizdeki çabalar. Geçmişimizi de unutuyoruz. Geldiğimiz tarihide mazinin karanlıklarına gömüyoruz yavaş yavaş. Yol aldıkça arkamızdaki izin kapandığını, silindiğini göre göre, bilmediğimiz istikamete yol almaya çalışıyoruz. Bizi çölde yalnız bırakan kimdir, kimlerdir.? Cumhuriyet öncesi kuvvetli fikirlere sahip devlet adamları yetiştirmemiş olduğumuz gibi, Cumhuriyetten sonra da devlet adamı yakiştirme ihtiyacını duymadık. Bir kaç müstesna isim haricinde Türkiye’de devlet adamı sıfatını gerine gerine vereceğimiz kaç şahış çıkarki. İşte bu eksikliğimizi kendi kendine gidermek için ortaya çıkan insanlar, bizleri büyük kitleler halinde peşlerinden sürüklemeye çalışmakdatırlar. Bir gurup vardır Türkiye’de nurculuk der tutturur. Her şeyin Nurculuk ile düzeleceğine inanmıştır. Bir gurup sosyalizm diye tutturur. Sosyalizmin Türkiye için tek çıkar yol olduğunu iddia ederler. Başka bir gurup her işi halletse halletse devlet halleder diye devletçi geçinir. Bir başkası ise devletçiliğin tam aleyhinde ol duğu gibi sosyalizmi de inkâr ederek, vuran vurana bir liberalizm ister. Çöldeki insan gibi sanki milletçe fikire susamışız, nerede bir nazariye görsek saldırıyoruz âdeta. Ama yabancı ama yerli kim suyu sunarsa onun ellerine yapışıyoruz. Şu koca Türkiye, şu koca Türkler, hiç mi kendinize has âdetlerimiz yoktu. Bugüne kadar hep taklitçilikle mi geçindik, hep yabancıların ellerindenmi hayat bulduk, koca imparatorluğu kurarken hangi yabancı el yardım etti? Orta Asyada sizler mi yabancılara örnek oldunuz, yabancılar mı size? Tarihi tarih haline getirirken milletlere baş eğdirirken yabancıları koltuğunuzun altında beslerken, kılıcınızla olduğu kadar merhametinizle dünyayı kazanırken hangi yabancı baş, fikir verdi sizlere. Fikirciler, gurublaşan insanlar, Türkiyeyi kurtarmak istiyenler, gelin size birşey söyleyeyim. Türkiyeye yardım etmek istiyorsanız, Türkiyeyi rahata, insanları feraha kavuşturmak istiyorsanız, biraz tarih karıştırıp, biraz da köylere inin. Gezin, okuyun da öğrenin Türkiye hangi yol ile ileri Türkiye olacak? Türk köylüsü imeci meçi veya imece denilen ortaklaşa çalışmayı Avrupalıdan öğrenmemiştir. Türk köylüsü çalışırsa kazanır, çalışmazsa açtır. Türk köylüsü sakırga gibi geçinmez, geçinemez. Türk köylüsü ufacık toprağından kocaman lokma çıkarmaya çalışır. Türk köylüsü de dinine düşkündür. Bilir ki Allah kendine yakın olanları vasıta ile tefrik etmez. Bilirki cennetin tapusu dünyada satılmaz. Türk köylüsü de devletten yardım bekler, yol ister su ister, okul ister, hatta rüya bile olsa hastahane ister. Bunları isterken bir şeyler vermeği isteklerinin yapılırken kendi emeğini de görerek yapılmasını ister... Türk köylüsü mahsulüne iyi fiatı arar, ucuz satarsa iyi fiatı verenlerin olmayışından ucuz satar. Hakkını başkalarına kaptırırsa bu kendi biçareleğinden ziyade karşısında duran insanların insan olmayışlarındandır...

Bütün bunları yaparken ne nurcunun» ne sosyalistin ne devletçinin, ne liberalistin nede herhangi başka bir gurubun tesirinde yapar. Doğrudan doğruya kendi içgüdüsü ile yapar. Bu içgüdüye kendisi sahip olurken kimse yardım etmemiştir, kendi özvarlıgından, kendi âdetlerinden, kendi tarihinden süzülüp gelen içgüdülerdir bunlar. Biz dışarıdan duyup duyup içerde tatbik etmek istediğimiz şu veya bu fikri bırakıp, ilim yolunda giderek şimdi küllenmiş bulunan âdetlerimizi, kültürümüzü çıkarsak olmazmı? Acaba eski Türk kültürü içersinde bugüne kadar gelmiş olan âdetler incelense, esaslara bağlansa, her bölgenin kendine özgü ananeleri ortaya çıkarılsa dışarıyı aynen taklide ihtiyacımız kalacak mıdır? İşte Kıbrıs olaylarında köylülerin el birliği ile yardıma katılışları, işte köylerine okul yaptıran köylüler, işte yollarını kendi yapan köylüler, işte camilerini inşa eden köylüler, işte evsiz yurtsuz kalan arkadaşlarına ev yapan, erzak verek köylüler. Bunlar hâlâ kendimize gelmemize kâfi gelmiyor mu?

Bizler kendi içimizden yeni bir Türkiye çıkaramazsak, dışarıdan gelecek yetersiz harç ve malzeme bize çürük bir bina kazandırmakdan ileri gidemez. Sağlam temellerimizi takviye edip, duvar halinde yükseltmeli, çatımızı atıncaya kadar da bu duvarın içersinde toplanmalıyız. El ele vermenin, elleri kenetlemenin, kafaları birleştirmenin, aynı noktaya bakmanın zamanı geçiyor herhalde. Özvarlığını muhafaza eden milletler hâlâ ayakta dimdik. İngilizler, Almanlar, Japonlar meydanda. Her nekadar yeni yeni fikirleri benimsemişlerse de âdetlerini, ananelerini sarsmadan kültürlerini geliştirmişler, her şeyi kendi teknelerinde kendi hamurları ile yoğurmuşlar, ekmeklerinin mayalarını değiştirmeden daha lezzetli ekmek meydana getirebilmişlerdir.

İ. Mahmud Battalbey