Sosyal yapımızın düzenini ve işleyişini öğrenmek her sahada bilhassa öğretim- eğitim alanında yanılmaları, bocalamaları bir yana bırakıp isabetli adımlar atmamıza yardım eder. Anadolu insanının etnik ve folklorik vasıflarını derinliğine ve genişliğine bilgili olarak, titizlikle incelemek bizi bu gayeye ulaştırır. Ziya Gökalp’in Türkiye Türkçülüğünde savunduğu fikir “Halkı öğrenmek, halkı öğretmektir.” Bunun için aydın gençlerimizin köye öğretmen olarak gitmeleri, halk dehasının verimlerini derlemelerini şart koşar. Kendisi de bu yolda karınca kaderince bir şeyler yapmağa çabalamış, halk hikayelerini işlemiştir.

Yurdun tümünü kaplayan bir derleme faaliyetine girişmek gereklidir, insan hemen şöyle hayal ediveriyor: Bölge bölge kurulmuş halk araştırma merkezleri, vazifeye girmiş olmanın huzurunu gönüllerinde taşıyan, araştırma tekniğini kavramış; elemanları ellerinde ses cihazı, fırçası ve tuvaliyle halk arasına karışmış görüyor. Bu, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal değildir. Kendi toplumlarından sonra, zencilerin sosyal bünyesini incelemeyi başaranlar varken böyle bir istek gerçekleşmekten uzak görülebilir mi?

Evliya Çelebi gibi bir seyyahımız yaşamamış olsaydı mazimiz kronolojik bilgiler dışında sosyal yönden hemen hiç ses vermiyor. Tarih boyunca Türk toplumunun sosyal düzeni neydi, bilmiyoruz. Söz arasında Anadolu insanının - bazı bölgelerde - yüz yıl öncesini yaşadığını söyleriz. Bu bize toplumumuzda bütünüyle gelişme ve değişmelerin çok yavaş olduğunu gösteriyor. Günümüzün hayatına ayak uydurmaktan çok uzak kalan bu toplumları tanımanın, onlara daha iyiyi, daha güzeli tanıtmanın gerekli olduğu aşikârdır. Bir yandan maziden gelen kökleşmiş kurallar, öte yandan yeniliğin kabul ettirilmeğe çalışılması nesiller çatışmasını doğuruyor. Bu iki ayrı zihniyeti ayrı ayrı tanımak ve birbirleriyle bağdaştırmak, ortalama seviyeyi bulmak toplumumuzun ilerlemesinde yanılmaları ve gecikmeleri önlemeyi sağlar.

Toplumumuzun ilerleyişini insan emeği geçmemiş olduğundan her mevsim yatak değiştiren nehir örneği kaderiyle başbaşa bırakmamak mecrasını tayin etmek gerekir. Bu alanda gecikmeden çalışmaya koyulmalıyız.

Günümüzün imkânları bütün yurdu kaplayan bir sosyal inceleme ve değerlendirmeye yeterli görülmüyor. Ama meselenin önemi bizi bir şeyler yapmağa zorlamalıdır. Türkiye’nin en küçük toplumlarına kadar kök salmakta olan eğitim teşkilâtı mensupları görevlendirilebilir. Şurası var ki; buraya gönderilen öğretmenin meslekî formasyonu yanında bir o kadar da sosyal inceleme alanında eleman olarak bir değeri bulunmalıdır. Her derecedeki öğretmen bu ihtiyaca göre yetiştirilmeli ve işin edebiyatını yapmaktan daha çok ilmini yapmalıdır. Bu türlü yetiştirilen kültürlü öğretmen kitapları ve daha başka gerekli araçlarıyla birlikte çevreye göre düzenlenmiş sosyal araştırma plânıyla okuluna gitmelidir. Alacağı sonucun sevinciyle bilgilerinin ışığı altında araştırmasına koyulmalıdır. Öğrencilerini yetiştirirken bir yandan da gördüklerini ve incelediklerini gereken şekilde derlemelidir.

Gerçek olarak, bütün yönleri ile topladığı bu sosyal ham malzemeyi yeterli bir ilmî heyete sunmalıdır. Bu heyette müzisyen, ressam, edebiyatçı, tarihçi, coğrafyacı, eğitimci, sosyolog gibi meslek sahipleri kendi payına düşen ham malzemeyi almalı, tarihimizin, sosyal bünyemizin ve millî hasletlerimizin icaplarına uygun olarak işlemelidir, işlenen, arınmış kültür değerlerimiz aydınlarımıza, köye gidenlerimize ve halkımıza sunulmalıdır.

Batı tekniğinin ışığı altında yapılan bu çalışma sayesinde aydınlarımız yurdumuzun insanını tanıyacak, büyük şehirdekiler uzak yurt köşelerini heyula gibi görmeyecektir. Yurdumuz hakkında yanlış ve çok kere noksan bilgimiz olduğunu Anadolu insanının hayatına kavışmadan anlamak kolay olmasa gerek.

Eğitim tecrübe edilemeyeceğine göre, kendi bünyemize uygun eğitim sistemimiz yaratılacak. Öğretmenlerimiz nereden başlayacaklarını, nereye yöneleceklerini kolayca bileceklerdir. Halkımız, işlenmiş kültür değerlerimizde kendini bulduğu için bunları benimseyecek ve onu kendimize yükseltebileceğiz.

Yarının Türkiyesinde - Halk oyunları bayramı vesilesiyle gördüğümüz gibi bölge kültür farkları bariz olmayacaktır. Bölge kültür farkları üstünde fakat hepsinden beslenmiş bir Türk kültürü yaratılmış olacaktır. Karşılaşılan iki ayrı bölge insanı birbirini merakla acayip bir nesne görmüş gibi incelemeyecektir. “Bizim memlekette şöyle yaparlar.” “Bak bunu işitmemiştim” yollu konuşmalara şahit olunmayacak.

Okuduğu kitapta konu ve dil bakımından, giydiği elbisenin motifinde, şekil ve renk bakımından kendini bulan halkımız bize inanacaktır. Okul bir ihtiyaca cevap verecektir. Yıllarca hiçbir şey yapmamış̧ olmaktan kurtulacak; milletimiz inanacak ve yaşatacaktır.

Bu yolla yaratılmış̧ Türk kültürü millî birliği kuvvetlendirecek, daha sonraki Türk nesillerinin maziye bakarak kuvvet almalarını sağlayacaktır.

(İstanbul Vatan gazetesinin 3 Ağustos 1959 tarihli nüshasından alınmıştır.)

Ali USLU