Doğma büyüme deyil, sadece büyüme Gaziantepliyim. Fakat bu kadar mensubiyet bile beni bu aziz şehre ölmez ve sarsılmaz bir muhabbetle bağlamış, iftibarlarımın en büyüğünü yaratmıştır.

Gaziantebe küçük bir çocuk olarak ilk geldiğim zaman bu güzel yurt parçasını, büyük ve şerefli kavgasından çıkalı bir kaç yıl olmuş, adım başında rastlanan şerefli yaralar karabeleri ile dolu bulmuştu. Ayakta kalan yapılarında da yer yer kurşun ve mermi işleri şekilleniyor. Kollejin büyük cephesindeki geniş kovuk yenisinin yapılmasını bekler gibi heybetli varlığı ile ufuklara haykıran bir abide ihtişamile yükseliyor. Alleben deresi mücadelenin türklerini çağırarak akıp duruyordu. Göklerde hela kan ve barut kokusu vardı.

O zamanki kanaatlarımla bu şehrin mahşere kadar bu yaralı heybeti ile kalmasını bile çok görmezdim, o kadar can evinden vurulmuş yıkılmış, harap edilmişti.

O yasa ki yıllarla beraber onu uyanık enerjili ve imanlı bünyesinde ne büyük denişmeler oluyor, yaraları ne kadar sessiz, belirsiz fakat ne kadar süratli olarak kapanıyordu. Şehre gelişimden bir zaman sonra bir gün ani bir düşünceyle üç beş yıl evvelki Gazianteple üç beş yıl sonraki Gaziantebi gayri ihtiyari mukayese ettim, döğüşmesini ve vuruşmasını en iyi bilen bu yiğit şehirde meğer ne yaman bir ruh vardı ki yıkılmasını bildiği kadar yapılmasını da biliyordu. Ve o kendisini ilk gördüğüm zamanlara nisbetle adeta tanınmayacak kadar değişmiş gelişmiştir.

Bu sezişten sonra Gaziantebi bir arslana benzettim, öyle bir arslanki amansız mücadelelerden sonra vücudu kan revan içinde kalmış, fakat yine vakarla bir tarafa çekilerek yaralarını kimseye minnet etmeden sade kendi kendine sağıltmıştır.

Bu müşahededen sonra arslan şehrini daha fazla sevdim. Seneler geçtikçe şehrin güzelliği de şerefi kadar artıyor ve benim sevdiğim de aynı derecede çoğalıyordu. Gaziantep aynı zamanda gözümü değilsede gönlümü kucağında dünyaya açtığım bir yurdum, çocukluğumu, gençliğimi, varlığımı koynumda tanıdığım aziz beşiğimdi.

Bu beşiğin ahenkli rüyasına kendimi o kadar kapıp koyu vermiştim ki bir gün tahsilimi tamamlamak mecburiyetiyle ondan ayrılmanın bir emir vaki oluşu karşısında adeta yere düştüm. Maanoğlu köprüsü ve şehir kötereni arkada ilk bırakışım, yurt hasretinin ne demek olduğunu bana ilk öğreten acı vaka oldu.

Bu ayrılık daima aylara ve yıllara doldu. Fakat ne büyük şehirlerin ihtişamlı havası, ne uzayan zalim mesafeler, ne de sayısız çeşitli güzellikler bana yurdumu unutturmadı gün bu gündür her fırsat düştükçe Gaziyurduma koşup onun bağrına dalıyor ve ondan her ayrılışımda kendisini daima bağrımda taşıyorum.

Şimdi yine ordan ayrıyım. Fakat her adını gördüğüm her gazeteye yüreğim coşarak sarıldığıma, ağzından ismini duyduğum her insanı kendime herkesten yakın bulduğuma, bahsi geçen her mecliste onun her şeyini göklere çıkarırcasına övdüğüm, ordan gelen her mektupta havasından suyundan iz ve eser aradığıma bakılırsa yine sıla acısını çektiğim anlaşılır.

Gaziantebi ana sevgisi, baba sevgisi, yar sevgisiyle seviyorum desem bu duygumu ifade etmiş olmam. Ben Gaziantebi yurt sevgisiyle seviyorum.