İlköğreniminde benim de azıcık emeğim bulunan Sayın Dr. Mithat Enç, Sabah Gazetesi’nde (Seâlmlık Sohbetleri) başlıklı bir yazı yazdı şehrimizin eski sosyal hayatından bir evreyi ustaca yansıtan bu yazıyı zevkle okudum. Yazı benim de bir selâmlık sohbeti anımı canlandırdı.

Eskiden her mahallede o mahallenin en zengin adamına özgün bir selâmlık vardı. Halk bu selâmlığa (oda) derdi. Buralarda kahve, sigara oda sahibi tarafından oda cemaatına ikram edilirdi. Akşam yemeğinden sonra mahallenin ileri gelenleri, yaşlıları bu odada toplanırlar, sohbet ederlerdi.

Bizim kazaz mahallesi seçkinleri de mahallemizdeki Dayı Ahmet Ağa’nın selâmlığında toplanırlardı. Bu sohbet toplantısı, kışın Ağa’nın konforlu salonunda yazın da evinin önündeki, o şehirde bir eşi bulunmuyan çiçek bahçesinin fıskiyeli havuzunun başında olurdu.

Bu selâmlığa mahalleliden başka Dayının kişisel dostları: adliyeciler, meclis-i idare azâları, yüksek rütbeli memurlar gelirlerdi. Dayı çok hoş sohbet bir adamdı.

O zamanlar iki çeşit idare meclisi azalığı vardı. Birisi daire müdürleri. Bunlara (Tabii âza) denirdi. Bir de (Müntahap âza) vardı. Bunları, mahalle muhtarları seçerlerdi. Bu seçimler de çok çekişmeli olurdu. Gayri müslimlerden de üye seçilirdi. Âza seçilebilmek için tahsil mahsil şart değildi Eşraftan olupta seçmen muhtarları kim elde edebilirse 4 sene süre ile o meclis-i idare âzası olurdu.

Şimdi bu cahil âzalardan birine ait bir hatıramı anlatayem:

Yıl 1917 Birinci Cihan harbinin üçüncü yılı. Osmanlı Devleti Almanlar safında harbe girmiş. Harpten önce sipariş ettiğimiz iki büyük harp gemimizi, İngilizler bize teslim etmemişlerdi. Üstelik, harpten önce yüzyıllarca eğemenliğimiz altında bulunan Mısır ile yeşil ada Kıbrısı da İngilizler işgal etmişlerdi. Selâmlıklar da, kahvelerde ve her yerde bu dertler konuşulurdu.

Meyvsim yaz. Okullar tatil. Ben de Dayının çiftliği Yona köyündeki okulumu kapatmış Antep’e gelmişim. Yazlık selamlıktaki sohbet toplantılarına ben de katılıyorum. Havuzun başında lüküs lambalar, ışıl ışıl yanıyor, havuzun ortasında fıskiyeler fırıl fırıl dönüyor. Cemaat kadrosu tamam. Herkes dertli. Hep dert notlarımız, Mısır ve Kıbrıs sorunları konuşuluyor. Bizim meclisi idare üyesi de orada. İki süküttan sonra ağzı açıldı. Kıbrıs için hayıflanarak konuşmaya başlandı:

—Canım dedi, bizim hükümet de uyumuş. Vaktiyle Kıbrıs’a bir demiryolu yapsalardı, şimdi Kıbrısa karadan asker sevkeder adayı alırdık!

Bu konuşuk karşısında Dayı nargilesini bir fokurdattı ve cemaate döndü.

— Öğrettimse hayrını görmiyeyim dedi. Biz kahkahalarla güldük.

Hikayeyi bilirsiniz: kürde "Şeker neden yapılır?» diye sormuşlar' "soğanın zilliğinden yapılır» demiş. Oğlunun bu akıllıca cevabını çok beyenen babası cemaata dönmüş: «öğrettimse hayrını görmiyeyim» demiş. Dayı o sözüyle bize bu öyküyü hatırlatmak istemişti. Zaten o cahil azada şakaya katlanır ve dayıya kızmazdı. Persengini bile bozmadı, kahvesini yudumladı, sigarasını tütdürdü, kahkahaları üstüne bile almadı.

İşte biz böyle devlet dairesinde vazife almış bilgisiz atalarımız yüzünden medeniyet kervanından geri kaldık. Fakat artık fazla gerilemiye tahammülümüz yoktur. Çalışalım ilerliyelim. Çünkü:

‘’Zaman zaman-I terraki,

Cihan cihan’I ilim;

Olur mu cehlile kaaim

Baka ayi cem iyyat?!’’