Bir Şahin’imiz vardı. Onu evvelsi gün oğlu Aydın’ın yanına gömdük ve bu fani Dünyadan öbür Dünyaya uğurladık, Bu Şahin’imiz iyi insanlık timsali, bankacı ve öğretmen Şahin Toprağın ta kendisi idi.

İlkokul ve Lisede yıllarca sınıf arkadaşlığı yaptığımız Şahin toprağa çocukluğumuzda uzun yıllar Şahin diye seslendik. Bu Şahin ismi bizlere Onun babasının yadigârı olmuştur. Zira bugünkü Dai Ahmet Ağa okulunun yeri bahçe ve arsa olduğu çocukluk yıllarımızda hep beraber top koştururken arada bir “Şaban” diye gürleyen bir ses duyardık. Şahin kardeşimiz bu sesi duyunca hemen kırmızı yemenisini çütler ve arkasına bakmadan sesin geldiği istikamete doğru hızla koşardı. Bu ses şimdi yerinde Atatürk’ün heykeli bulunan Marifin köşesinde lokantacılık yapan Hocanın sesi idi. Rahmetli Hoca oğlu Şahin’e hep böyle seslendiği için bizlerde Şahin’e ilk okul ve lisede hep Şahan diye seslendik.

Kendisi ile Sakarya İlkokulunda ve Lisede beraber okuduğumuz, Allebende beraber ders çalıştığımız Zerdalılıkta beraber top koşturup bazen kavga edip bazen de sarmaş dolaş olduğumuz Şahinimizle arkadaşlığımız Ankara’da da devam etti. Benim Hukuk Fakültesinde okuduğum yıllarda O’da Dil Tarih Fakültesinin Felsefe bölümünde okumaktaydı.

Şahin ile arkadaşlığımız hayata atıldıktan sonra da devam etti. Yalnız ben değil herkes Şahin’i severdi. Zira gerek öğretmenlik ve gerekse bankacılık hayatında herkese yardımcı olurdu. Onun ağzından başkaları için kötüleyici bir söz mümkün değildi. Şiir ve yazıları, G. Kültür yayınlarında yer almıştır.

İşte kâmil bir insan olan Şahin’imizin, şanssızlık ve kötü kader 5 sene evvel kapısını çalmaya başladı. O zaman 12 yaşlarında ve ilkokul son sınıfta okumakta olan oğlu Aydın’ını kaybetmişti. Aydını kaybetmek onu sarsmış hatta perişan etmişti. Nitekim bugün namazının kılındığı Ömeriye cami avlusunda herkes ‘’oğlunun ölümü Şahana hayretmedi’’ diye konuşuyordu.

Çocukluğunda topla beraber yuvarlanan tonbul Şahinimiz, etli ve canlı idi. Fakat buna rağmen bağırsak kanseri kendine musallat olmuştu. Etrafı ona bu hastalığını ölünceye kadar sezdirmediler ve kendiside ölümü hiç kendine yakıştırmıyordu. Uzun müddet iyi olurum ümidi ile yaşadı. Ne yapalım ki o menhus hastalık onu her geçen gün biraz daha eritiyordu. Ölümüne yakın Şahin’imiz bir avuç içi kadar ufalmıştı.

Bu hastalığın Şahin’imizin yakasını bırakmayacağını biliyor hattâ, Onun sıhhatini birbirimize korkarak soruyorduk. Nitekim, korkumuzda fayda etmedi ve evvelsi gün acı haber duyuldu, Şahin’imiz Allahına kavuşmuştu.

Bu haber üzerine biz sınıf arkadaşları, meslektaşları olan bankacı ve öğretmen arkadaşları ile talebeleri ve onu seven dostları Şahin’e son vazifelerini yapmak için cami ve mezarlığa koştular.

Şahin’imiz mezarlıkta oğlu Aydın’ın yanına gömülmüş ve baba ile yavru sarmaş dolaş olmuştu. Herkesin gözleri yaşlı ve herkes üzgün Şahin’in iyiliğinden ve müstesna kişiliğinden ve birazda bahtsızlığından söz ediyordu.

Merak ettim, oğlunun mermerden yapılmış mezarının numarasına baktım 55607 yazıyordu. Kendisininki ise 71602 idi. Oğlu ile kendisinin ölümü arasında geçen 5 yıl içinde 16 bin kişiye yakın insan bu fani dünyanan göçüp gitmişlerdi. Amma Şahin’inki biraz daha farklı ve biraz daha manâlı idi. Baba ve oğul soy adlarına uygun olarak toprak içinde buluşmuş ve birbirleriyle koklaşıyorlardı. Bizler bu anı sezinler gibi oluyorduk.

Ne yapalım her insanın başına gelen ebediyet yolculuğu Onun da başına gelmişti. Ne var ki ölüm Şahin’imizin kapısını biraz erken çalmıştı. Bizler O’na yanarken geride bıraktığı eşi ve çocuk yaştaki kızı içinde üzülüyorduk. Zira bu aile Aydın’ından sonra Şahin’ini de kaybetmişti.

Şahinciğim, ne mezarının başında konuşan ve seni yıllarca okutan hocan sayın Ferit Ginol’un güzel sözleri ve ne de benim bu yazım ve ne de seni seven dostlarının göz yaşları sana karşı olan hislerimizi ve duyduğumuz üzüntüleri ifadeye kâfi gelmeyecektir. Bu sebeple senin yerin ancak kalplerimiz olacaktır. Sana ve yavruna büyük Allâhtan rahmetler ve mekanını cennet kılmasını dilerim.

12/07/1972