Bir varmış, bir yokmuş vaktiyle zamanında bir kadın varmış. Bu kadıncağız çocuğu olmazmış. Hergün Allaha yalvarır, yakarır, kendisine bir çocuk vermesi için dua edermiş. 9 ay bir gün gibi geçmiş, kadının sancısı tutumuş, o da kalkmış paşa hamamına yunmıya gitmiş. Orada iki ceviz doğurmuş iki gözü, iki çeşme ağlıyarak cevizleri tutunduğu gibi kapının önüne atmış, kendi de çıkıp gitmiş.

Günler geçmiş, iki ceviz hamanın önünde öyle iki ağaç olmuş ki bir dalında inciler, bir mercanlar bakanların gözlerini kamaştırıyormuş. Memleketin dört bir bucağından bu ağaçları görmeye gelirler. Gelenler, gitmeyi istemezlermiş.

Derken bu şehzadenin kulağına değer. Bu sırada amcası kızına nişanlı olan şehzade, bu ağacı görmeden evlenmem der. Atına biner Antep’in yolunu tutar. Paşa hamamının önündeki ağacı gezmeye gelirler. Bu ağaca bakar, bakar amma bir daha buradan ayrılamaz. Oraya çadırını kurar oturur. Sabahleyin kalkar bakar ki şerbeti içilmiş, burnu çizilmiş, mumu söndürülmüş. Birkaç gün bu devam eder. Şehzade bu işin içinde birinin parmağı olduğunu anlar ve bu gece bu geleni gürmek için parmağını keser. Gece yarısını beklemeye başlar. Tam gece yarısı olunca ağaç yarılır içinden gözler kamaştıran bir mahbubi dilber çıkar ki, “doğan aya sen dogma ben doğayım” der. Şerbetini içer, mumunu söndürür, burnunu çizerken Şehzade birdenbire kızı kolundan yakalar ve demek beni böyle yakan sendin der. Ona, bir candan bir cana âşık olur. “Aman insan oğlu bana dokunma, sana üç saatlik zamanda da konuşuruz” der. Konuşurlarken öyle mest olurlarki, uyuyakalırlar.

Bu sırada şehzadenin memleketinden düğün hazırlıklarının tamam olduğunu ve çabuk gelmesini bildiren haber alır. Atına atlar, memleketin yolunu tutar. Yolda başı kavuklu, gül satan bir papaza rast gelir. Papaza bahşiş verir ve ona Antep’te, paşa hamamının önündeki çadırda uyuyan dilberin yanına gitmesini, ona vermesini ve ne derse gelip söylemesini söyler. Papaz gülleri alıp kızın yanına gider. Papaz böyle böle beni bir şehzade gönderdi der demez kız anlar ve kavuğu başına geçirir, papaza da orada kalıp iyi yaşaması için para verir ve yola çıkar, şehzadeyi bulur. Şehzade kızı papaz sanar. “Papazım ne gördün” çabuk söyle der. Papaz:

Ne gördümse ben gördüm

Gülnen, menevşeler,

Bizi azdıran paşalar,

Yar yatar gördüm.

Gül gocar gördüm,

Yarından ayrılmış

Ahızap gördüm

Yastığım lale

Döşşeğini lale

Yalınız yattığını

Ölmedim hale

Diye söyleyip, söyleyip ağlıyor, der. Şehzade de için için ağlar amma yoluna devam eder. İkide bir de ona dönerek, ‘’Papazım ne gördün’’ der. Nihayet memleketine gelir. Orada hazırlık tamamlanmış, güveğinin gelmesi ile her şey hazır olmuştur. Güveği hamama gidecek, bu sefer ille papazını da gitmeli der. “Aman şehzadem böyle şey olur mu, o kapıda beklesin” derler ama dinletemezler. Hamamda şehzade yıkanır ve dakdaka bir “papazım ne gördün” der, ayni şeyi tekrarlatır. Etrafndakiler bundan bir şey anlamazlar ama sormaya da cesaret edemezlermiş. Davullar, zurnalar birbirine gördüğün olur. Güveği gerdeğe girerken, ille papazım da girecek der. Bu sefer, babası, annesi velhasıl bütün akrabaları itiraz ederler. “Böyle şey olur mu? Bu ne rezalet diye tuttururlar. Fakat şehzade ayağını basar, papazım girmezse bende girmem der. Bunun üzerine gerdeğe girerler. Oğlan, ammisi kızının yüzünü açarken yine arkasını döner ‘’papazım ne gördün’’ diye sorunca, papaz kılığına giren ağaç dilberinin sabrı tükenip: Yeter artık, ben papaz değilim, diye kavuğunu çıkarınca, şehzade sevincinden deli olur. Kızı amcasına teslim edip, sırma saçı, güzel dilbernen evlenir. Kırk gün, kırk gece davul çalınıp şenlik yapılır. Her ikisi de ömürlerinin sonuna kadar mesut bir hayat sürerler.

Not: Bu masala 50 seneden beri bilen Hasırcızadenin torunu Ayşe Beşe’den derliyen: Selma Öztemirdir.