Hâlen Türk Dil Kurumu Derleme Tarama Kolu Başkanı aziz dostum ve değerli bilginimiz Ömer Asım Aksoy’un Nazmü’I-Leâl adlı manzum lûgat kitabı hakkındaki bilimsel incelemesi Türk Dil Kurumu’nun yeni yayınlanan 1959 Yıllığı’nda 53 büyük sayfa halinde ilim âlemine sunuldu. Bunun 8 sayfası da Nazmü’l-Le- âl’in iki nüshasından dörder sayfasının klişesidir.

Gaziantep Büyüklerinden Çarpınlı Şeyh Ahmet’in yazdığı ve Aksoy’un 16 yıl araması sonunda biri eksik, biri tam iki nüsha ele geçirdiği bu kitap üzerine yaptığı incelemede dokunduğu konular şunlardır: Şeyh Ahmet ve Nazmü’l - Leâl nüshanın (eksik nüshanın) vasıfları-müellifin ailesi ve hayatı Nazmü’l - Leâl’in özellikleri Şahidi Tuhfesi karşılaştırmalar - örnekler dil ve üslûp - karşılıklar, anlamlar, tarifler - edebi sanatlar - gramer notları sonuç - Türkçe kelimeler - Nazmü’l - Leâl şerhi tam nüsha.

Şimdi incelemeyi özetleyelim:

1- Arapça kelimelerin Türkçelerini manzum olarak öğreten eserin ilk mısraı “ilâhi namın ettim tâc-i name”dir. Telif tarihi de şu mısra ile ifade edilmiştir: “Nâm ü tarihin dedim Nazm-ı Leâl” Nazm-ı Leâl terkibi ebced hesabiyle 1051 (1641) çıkmaktadır ki zamanımızdan 328 sene öncedir. Müellif burada bir taşla iki kuş vurmuştur.

2- Aksoy’un bildirdiğine göre şu eserlerde Nazmü’l-Leâl’in adı geçmektedir: Keşfü’z zunun zeyli, Hediyyetü’s sıbyan, Nazmü’l-Cevahir, Ayine i zurafa’nın Son Asır Türk Şairlerinin, İslâm Ansiklopedisi’nin Asım maddeleri, Velet Çelebi’nin yazma Türk Dili Sözlüğü, Tarama Dergisi.

3- Şeyh Ahmed’in hayatı hakkındaki bilgi çok azdır. Nazmü’l-Leâl’in giriş kısmında müellif hayatının bazı noktalarını aydınlatmaktadır. Bu sülâlede şeyhlik dervişlik atadan evlada geçen manevi bir rütbedir. Şeyh’in mahir bir hattat olduğu dördüncü Murat seferine giderken ona bir gece içinde bir Kur’an yazarak hediye ettiği, padişahın da kendisine, Antep’in mermerleriyle meşhur Çarpın köyünü arpalık verdiği rivayet olunur.

4- Aile seceresi: Şeyh Ahmet Nureddin adlı oğlu tarafından Cenâni ailesinin dedelerindendir. Mütercim Asım’ın da altı Göbek önceki ceddidir. Sair Zeki Savcı’nın verdiği aile şeceresine göre de Şeyh Feyzullah adındaki oğlu tarafından da başka bir ailenin atasıdır.

5- Şeyh Ahmed Gaziantep’te gömülüdür. Balıklağı ile Kuzanlı arasında, yeni yapılmış olan doğumevinin bulunduğu yerde, eğri tut ağaçlarının altında kırk yıl öncesine kadar duran bir çift mezar Şeyh Ahmet ile babası Şeyh Muhammedindir. Sancılanan adları rahatlaştırmak için bu mezarın etrafında dolaştırırlardı.

6- Nazmü’l-Leâl, Muğla’lı Şahidî’nin Farsça-Türkçe Manzum lügat kitabına Arapça-Türkçe Manzum lügat kitabına Arapça-Türkçe bir hazire olarak yazılmıştır.

7- Şeyh Ahmet Ferişte oğlunun da Arapça-Türkçe manzum bir lügat kitabı yazdığını, fakat cahil yazıcılar elinde eserin vezinsiz ve anlamsız bir hale geldiğini, onu çocuklara öğretmenin faydadan ziyade zarar vereceğini gördüğü için bu kitabı yazmak istediğini ve Allah’ın da bunu kendisine lûtfettiğini eserinde zikretmektedir.

8 - Şahidî Tuhfesinde kıt’alar bittikçe bir beyt-i hümayun vardır. Birinci kıtasının beyti hümayunu şudur:

Bu sözümü ezber et gönlünün aç pasını

İn sühanen yâd kün jengi dilet mizeday

Şeyh Ahmet bu bey-i hümayunlar yerine birer beyt-i mütercem yazmıştır. Nazmü’l-Leâlin 11. Kıtasındaki beyt-i mütercem şudur:

Lâ yuğlebü ma yasiru hakka

Yenilmez o şey kim olur ol hak

Bu beyt-i mütercemler konusu itibariyle eserin soğukluğunu gidermekte ve öğrenenleri feraha kavuşturmaktadır.

9- Vezinler tabii hep aruzdur. Şahidi Tuhfesindeki 23 vezne karşılık Şeyh Ahmet’in kitabında 44 vezin bulunmaktadır. Asım Bey’in elindeki nüshalarda her kıtada vezinlerin adları bildirilmektedir. Meselâ Müstef’ilâtün müstef’ilâtün Fehm et recezden terfili sen de.

10- Nüshaların beyt adetleri: 58 sayfalık eksik nüshanın mesnevî şeklinde olan giriş kısmında 96 beyit, lûgat kısmında her biri 5 - 29 beyitlik 39 kıt’a ile 5 rubai vardır. Hepsi 495 beyit tutuyor, Asım Bey etüdünün “tam nüsha” bahsinde şunları yazıyor. Karşılaştırma sonunda gördüm ki eski nüshamızın başından 9 beyit eksiktir. Sonunda ise 42 beyit tutan 10 kıta ile 129 beyit tutan 5 mesnevi eksiktir. “Demek ki tam nüshanın hepsi 675 beyittir.

Şahidî’de olduğu gibi Nazmü’l-Leâl’ de de kıtalar huruf-i hicaya göre tertip ve konulara göre tasnif edilmiş değildir.

11 Aksoy, eserde bazı kelimelerin Gaziantep’te bugün söylendiği gibi yazıldığını tesbit etmiştir. Bundan başka eserde gördüğü gramer özelliklerini 33 madde halinde ve misalleriyle birlikte göstermiştir.

Ömer Asım Bey, Şeyh Ahmet’in Arapça karşılığı kullandığı eski Türkçe kelimeleri altı buçuk sayfada bir araya toplamıştır. Hepsi 233 kelimedir. Bunlardan 104 ianesi Gaziantep’te bugün de kullanılmaktadır.

13 Nazmü’l-Leâl şehri: Bunün hakkındaki bilgiyi yine Asım Bey’in etüdünden alıyorum: “Nazmü’l-Leâl, yazıldığından 113 yıl sonra Hâki Abdurrahman Efendi tarafından şerh edilmiştir. Bu zat Antep Müftisi idi. Ali Efendi oğullarından yani rahmetli İshak Refet lşıtman’ın dedelerindendir.

Bu yıl Ankara’da bulunduğum sırada Asım Bey beni bir gün öğle yemeğine evine davet etti. Bu hem yemek hem de fikir ziyafeti idi. Sofradan kalktık, Misafir odasına geçtik. Kahvelerimizi içtik. Üstat kitaplığını açtı, 16 yıl hasretini çektiği Nazmü’l-Laâl’in eksik ve tam nüshalarını getirdi. Yaprak yaprak açtı, gösterdi. Şeyh Ahmet’in bu eserindeki özellikler hakkında bana uzun izahat verdi. Şeyh Ahmet bu eserindeki özellikler harkında bana uzun izahat verdi.

İzahları dinildikten sonra Şeyh Ahmet’in ilim ve nazını kuvvetine hayran oldum. Ömer Asım Bey’in de bu, imlâsı ve Türkçesi çok eski eserlerin tetkikinde gösterdiği vukuf ve meharetle daha çok hayran oldum. Aziz okurlarım, işte eserin sekiz sayfasının klişesi gözümüzün önünde: İmlâsı bozuk, kelime ve harfler birbirine karışmış, Türkçesi çök eski ve anlaşılmaz bir dil. Böyle bir eserin tetkiki ne kadar güç. Ben bile 12 sene medrese tahsili gördüğüm halde beyitleri hakkiyle çözemedim. Bravo Ömer Asım Bey’e.

Yalnız bu mu? Asım bey geçen sene de yine Antep’in kudretli lügatçilerinden Hasan Ayni’nin Nazmü’l-Cevahir adlı kitabı hakkında çok güzel bir inceleme yaptı. Bu da Gaziantep Kültür Derneği tarafından Gaziantep’te bastırıldı. Nazmü’l-Cevahir, bir anlamın Türkçe, Arapça, Farsça olmak üzere üç dildeki karşılığını ifade ediyor ki bu da çok büyük maharet ister. Bir beyitte veya bir mısrada bir anlamın üç dildeki karşılığını nazım ile ifade etmek daha güç değil mi? Aksoy’un bu etüdü de muhalelet eserler arasına girmiştir. Ve bize Antepli bu iki nâzım lügatçiyi tanıtmakla Milli Kütüphanemize kıymetli iki eser armağan etmiş oluyor. Dahası var: Bay Aksoy 30 seneden beri öz memleketi Gaziantep’in gizli değerlerini meydana çıkarmakla meşguldür. Onun Gaziantep’in gizli değerlerini meydana çıkarmakla meşguldür. Onun Gaziantep’in ünlü şairi Hasip Dürrî, hak aşıkı mutasavvuf şair Aydî divanlarına ki her biri ikişer defa basılmıştır, önsüz olarak yazdığı incelemelerin kıymetine baha biçilmez. Bunlardan Hasip Dürrî Divanı’nın önsüzü 90 sayfadır ki başlı başına bir kitaptır. Yine Antep’in nükteci şairi Hasırcıoğlu Hafız Mehmet Ağa hakkında ayrıca bir kitap yazmış, onun da edebî hüviyetini ve şahsiyetini çok güzel incelemiştir. Bu da bir kitap halinde vaktiyle Antep’te basılmıştır. Ömer Asım’ın Türk Dil Kurumu tarafından bastırılıp yayınlanan üç ciltlik Gaziantep Ağzı adlı kitabı milletler arası bir şöhret kazanmıştır. Yabancı ünlü Türkologlar eserlerinde ve konferanslarında bu kitaptan taktirle bahsetmişlerdir. Bu konferanslardan birini, meşhur âlim Prof. Nemeth’in konferansını üç yıl önce Ankara’da 8 Dil Kurultayında ben de dinledim. Asım Bey şimdiye kadar Gaziantep dili, tarihi, folkloru eski eserlerin hakkında ve Türk Dil Kurumunda dilciliğe ait 30 eser vermiştir. Çeşitli gazete ve dergilere yazdığı çeşitli konularda ki makale ve şiirleri de başka.

2 Şubat 1960 günü Türk Dil Kurumu’nda yine ziyaretine gittiğim zaman bu 45 yıllık dostum beni büyük bir nezaketle karşıladı. Birçok hoşbeşten sonra kalkarken yeni neşronulmuş olan Türk Dili araştırmaları 1959 Yıllığı’ndan da bir tane kendi imzasiyle bana armağan etti. Ankara seyahatinden en büyük kazancım da bu oldu. Kurum bu Nazmü’l-Leâl incelemesini ayrı bir kitap halinde de bastırmış ve yayınlamıştır. Başka sefer bir ziyaretimde bu kitabtan da bana yine imzalariyle bir tane lütfettiler. Kendilerine teşekkürü bir borç bilirim. Bu etüdü okumalarını sayın okurlarıma tavsiye ederim.

Asım bey Nazmü’l-Cevahir’den sonra Nazmü’l-Leâl inlemesini de sona erdirince bana Antep’e gönderdiği bir mektubunda şu üç beyti yazıyordu:

Fışkırıp eski gövdeden iki dal:

Yani Nazmü’l-cevahir ile Leâl.

Zahir oldu şiia içinde bahar;

Hamdü lillâh likülli Ieyh ü nehar.

Tâzedir rûh, Gerçi köhne beden;

“Karlar altında nev baharım ben.”

Bu kıtada kendisini ki şimdi 62 yaşındadır eski bir ağaç gövdesine, Nazmü’l-cevahir ile Nazmü’l-Ieâl etüdierini de bu yaşlı gövdeden fışkıran iki dala benzetiyordu. Hayır sayın üstadım ve aziz dostum, sen bedence biraz eski olsan da fikir ve dimağca çok yenisin. Bu dallar gövdeden değil de dimağdan fışkırıyor. Hayat usaresini ondan alıyor. Bu genç ve işlek dimağdan daha çok dallar fışkıracak. Ve bu dalların gölgesinde daha, çok kimseler gölgelenecek ve serinliyecektir. Sen bu dinamik ruhunla yep yeni bir zembereksin. Sen Mütercim Asım değil, Müellif Asım’sın. Allah ömrünü uzun etsin de millete daha çok hizmet et.

Şakir Sabri YENER

Ankara, 5 Şubat 1960