Âlimlik, Şairlik, Hattatlık, Tezhipçilik (Yıldızcılık sanatı) gibi, her biri bir insanı şöhrete ulaştırmaya yeten dört değerin ustası Gaziantep’li Hacetçi Zade Hüseyin Aşkı Efendi de ölmezlik sırrına eren mutlulardandır.

Antep’in nüktedan şairlerinden Hasırcı Zade Hafız Mehmet Ağa, onun hakkında yazdığı bir kasidenin bir beyitinde de:

“Hacettin kimseye yok dünyada;

Çün sana dendi Hacetçi Zade” diyor.

Hüseyin Aşkı Efendi’nin el yazması Kur’an-ı Kerimlerdeki süslü yazılarının güzeliğine hayran olmamak elden gelmez. Yine onun el yaması Mülhime-i Müneccime (Ay, Güneş tutulması gibi doğal olaylardan ahkam çıkarma kitabı) adlı kitaptaki talîk yazıları da eski yazı çeşitlerindeki ustalığının başka bir örneğidir.

Merhumun hal tercümesi ile, birkaç şiiri (Gaziantep büyükleri) adlı kitabımda yazılıdır. Ancak o kitapta baba adı (Külekçi Ali) olarak yanlış yazılmıştır. Sicillerde yaptığım incelemelerde, babasının adının (Mustafa) olduğu meydana çıkmıştır. Ellerinde Gaziantep büyüklükleri kitabı bulunanların düzeltmelerini dilerim.

ŞECERESİ

Şecere, Arapcadır, ağaç demektir. Biyolojide: Hayat ağacı anlamına gelir. Gaziantep Müzesindeki (Antep Şeriye Mahkemesi sicilleri) nin 143, 145, 146, 153 Nolu defterlerinde yaptığım incelemelerimde bulabildiğim bu ailenin en yüksek atası (Hacetçi Zade Hüseyin Efendi) dir. Bunun dört oğlu var: (Osman, Mehmet, Mustafa, İbrahim.) İbrahim’in oğlu: (Haci Arif) Haci Arif’in oğulları (Mehmet Baki, Hasan, İbrahim.) Mustafa’nın oğulları (Molla Hasan, Molla Hüseyin) dir. Şimdi sicillerden ayrılıp merhumun çocuklarıyla torunlarına bakalım:

H. Aşki’nin yedi çocuğu var: (Molla Ahmet, Zennup, Ümmehan, Adile, Zübeyde, Asiye, Fatma) Onun kız çocuklarından olan torrunlarından bugün hayatta kalan şu üç kişidir; (Ahmet Tan “Culha Ahmet”, Hacı Mısdılı Kara Bey, Şakir Sabri Yener)

Avukat dostum Cemil Cahit Güzelbey Gaziantep Belediyesi tarafından Gaziantep Şeriye Mahkemesi sicillerini incelemekle görevlendirilmiştir. Bu araştırma sonucunda bu ailenin daha yüksek atalarına rastlamak mümkündür. Bu eleştirmeler de kitap kitap basılıp yayınlanmaktadır. Eğer başka adlar da bulunursa Cemil Bey’e bu aile adına peşin teşekkürlerimi sunarım.

ADININ GEÇTİĞİ SİCİLLER

H. Aşki Efendi’nin adı sicillerin 143 Nolu defterinin 18. Sayfasında babası Mustafa’nın bir davasında, dava vekili olarak;

145. defterin 46. Sayfasında bir davada şahit olarak ve karantine kâtibi unvanıyla;

146. defterin 296. Sayfasında bir şuf’a hakkı davasında da davacı olarak geçmektedir. Belki sicillerin öbür defterlerinde de adı vardır.

OTURDUĞU EV

Aşkî Efendi’nin evi Kalealtı semtinde (Amme mahallesi) ndedir. Şimdi bu mahallenin adı: (Düğmeci mahallesi) dir. Bu mahalledeki, kendi yaptırdığı 8 odalı ve büyük bahçeli evi, onun ölümünden sonra mirasçılar arasında taksim edilmiş ve dört ev olmuştur. Bu bölünme sonucunda bir çıkmaz ortaya çıkmıştır. Şimdi adı: (Sipahi çıkmazı) dır. Bu çıkmazın içindeki karşı kapıdaki, benim de içinde doğup büyüdüğüm ev, merhumun da içinde Kur’an-ı Kerimlerini yazdığı, bir kitabı okuyup okuyup gizli gizli ağladığı evdir. Bu ev şimdi kızım Ülker Yıldız’dadır. Eski bina yıkılmış, yerine dört odalı yenisi yapılmıştır.

Hacetçioğlu Geçidi — Hacetçioğlu çıkmazı

Birkaç yıl önce Gaziantep’in o zamanki kıymet bilir Belediye Meclisi Üyeleriyle, Belediye Başkanı, Gaziantep İl Merkezindeki semt, mahalle, cadde, sokak, çıkmaz ve geçit adlarının deniştirilmesine ve bazılarına Gaziantep büyüklerinin adlarının verilmesine karar aldıklarında, Saçaklı semtinde, Hacı Hüseyin Samlı’nın yaptırdığı Camiin yakınında bir geçide: (Hacetçioğlu geçidi), Karşıyaka’daki bir çıkmaza da:

(Hacetçioğlu çıkmazı) adını verdirmişterdir. Bunlardan ölenler nur içinde yatsınlar, sağ kalanlara da Hacetçioğlu âilesi adına minnet ve şükranlarımızı sunarız. Ne yazık ki ben, dedemin oturduğu evinin çıkmazına (Hacetçioğlu çıkmazı) adını verdirmeyi akıl edemedim, (Sipahi çıkmazı) olarak kaldı.

İSTİNSAH ETTİĞİ KİTAPLAR

Rahmetlinin el yazması ve 20x40 boyunda büyük bir kıt’a Kur’an-ı Kerim, bugün Gaziantep’te, Hacetçioğlu ailesinden Hacı Osman Çeviksever’in elindedir. Kitap istinsah eden eski hatattlarda bir gelenek vardı: Kitabın yazısının bittiği yerin hemen altında, kitabın yazıldığı memleketin adını, yazının bittiği Hicri seneyi yıl, ay, gün olarak istinsah edenin isim ve şöhretini, kitabın Allah yardımıyle tamamlandığını Allah’a hamd-ü-sena ederek yazmayı ihmal etmezlerdi. İşte Hüseyin Aşkı Efendi de Osman Hoca’nın elindeki bu Kelâm-i Kadîm de bu geleneğe uymuş ve Muavvezeteyn’in, yani: (Kuleuzu bi rabbilfalak) ve: (Kuleuzu birabbinas) Surelerinin bittiği yerin sonuna, düz satırlarla Arapça bir ibare yazmıştır. Türkçesi şudur:

Allah Kelâmının yazılması, Allah’ın yardımıyla 19 Zilhicce 1282 tarihinde Hacetçi zade lakabile lakaplanmış Hüseyin Aşkî eliyle bitmiştir. El yazması bütün Kelâm-i Kadimler gibi, bunun da baş tarafile sûre başları, cüz vehizip işaretleri, tezhip sanatının birer şaheserdir. Renkler birbirini o kadar sevmiş ki, baktıkça insan bir çiçek bahçesi seyrediyor gibi içinde ferahlık duyuyor. Yaldızlar pırıl pırıl, göz kamaştırıyor. Özellikle, sayfaları çerçeveleyen yaklaşık olarak iki milimetre inceliğindeki, sağa sola taşmadan çizilen, altın yaldızlı çizgilerin, insan eliyle nasıl çizilebileceğine şaşmamak elden gelmiyor.

YAZMA KİTAPLARIN KAĞITLARI VE HAZIRLANIŞLARI

Eski Hattatlar, yazı uzun ömürlü olsun diye, yazacakları kitabı (Top kâğıdı) denen kalın ve dayanıklı bir kâğıda yazarlardı. Ancak bu kâğıt pürüzlü olduğundan üzerleri de kamış kalem yürümezdi, düzlenmesi, pürüzlerin giderilmesi gerekti. Bunun için, büyük bir tabaka kâğıt, düz bir tahta üzerine serilir, yumruk büyüklüğünde ve deniz hayvanı kabuğuna benzer bir boncukla, ütülenir gibi sıvazlanmak suretiyle parlatılır. Sonra hizmete konurdu.

Dedem için bu hazırlık işini o zaman, onun tek kollu kızı annem Fatma yaparmış. Bu tahta ve boncuk, benim çocukluğumda bizim evde dururdu ve ben onlarla oynardım. O zaman bu sıykıllama boncuğunun küçüğü erkek yeleklerinde süs olarak kullanılırdı. Şimdi bu boncuklar yok.

BİR MERAK

Dedemin bu yazdığı Kur’an-ı Kerimlerde bir şey dikkatimi çok çekti. O zaman, bugünkü demir kalem uçları yoktu. Yazılar hep kamış kalemlerle yazılırdı. Ben dikkat ettim: Bu yazma Kur’an-ı Kerimlerin ilk kelimesi ne ölçüde başlamışsa, son kelimeside o ölçüde bitmiştir. Şimdi düşünelim: Kamış bir kalem ucu bir açılışta 114 süreli ve yüzlerce sayfalı bir Kitab-i Mubîni yazıp bitirmeye takat getiremez, biraz aşınır, ya da takatinin bittiği yerde kırılır. Yeniden açılan uç, öncekinden ister istemez farklı olur. Yeni ucun yazısı da incelik, kalınlık bakımından tabiatiyle farklı olması gerekir. Peki nasıl olmuş da yazıda aynı ölçü muhafaza edilebilmişti? İşte buna akıl erdiremedim. Eh sanat da zaten bu değil mi? Hattatlık bir güzel sanat olduğu kadar da bir serin kanlılık, bir sabır işi değil mi?

SAYFALARDA NUMARALAR YOK

Bütün eski yazma kitaplarda olduğu gibi H. Aşkî’nin yazdığı bütün kitaplarda da sayfa sıralarını gösteren rakamlar yoktur. Her sayfanın altındaki boşlukta, ondan sonra gelen sayfanın ilk kelimesi yazılıdır. Dağılan yapraklar bu usul sayesinde düzene konabilir.

MÜLHÎMEİ MÜNECCİME KİTABI

Yine Hacı Osman Çeviksever’de H. Aşkı Efendi’nin, yukarıda adı geçen, el yazması bir (Mülhime-i Müneccime) kitabı var. Bundaki Talîk yazının güzelliği de adete uyularak bu kitabın yazısının bittiği yerde de büyükçe bir daire içinde Arapça bir yazı var. Türkçesi şudur:

(Kitap Allahın yardımıyle, Ayıntap Belediyesinde, Hâcetçi Zade demekle bilinen, Mustafa oğlu Hüseyin eliyle tamam oldu. 1294) Eh, Hattatların hakları da var. Bir kitabı bir duraklamaya uğramadan yazıp tamamlamak da hamdü senaya değer bir mazhariyettir. Bu Mülhime-i Müneccime kitabı da 10x15 boydan küçük bir cep kitabıdır.

AYRI AYRI CÜZLER

Gerek yazma gerek basmalarda 30 cüzden ibaret Kur’an-ı Kerimin her cüzünü ayrı ciltletip 30 cüz haline getirmek de İslâmî bir ananedir. Bunun faydası şu:

Varlıklı bir Müslüman Hakkın rahmetine kavuştuğu zaman, onun yakınları, cenaze evine en yakın bir Camii veya Mescitte 30 Hocayı bir araya toplarlar, bu ayrı ciltlenmiş Kur’an cüzlerinden onların her birine birer tane dağıtılır, cenaze kalkmadan hemen yarım saat gibi kısa bir süre içinde bir hatim indirtip onun ruhuna bağışlarlar, huzur içinde ebedî istirahatgahına götürürler. Bu ayrı cüzler hemen her Cami ve Mescitte bulunur. Bu hatimi okuyan hoca efendilerin her birine birer miktar para verilerek hatırları hoş, emekleri helâl edilir. Bu idâmî ananenin adı Din Teriminde: (Iskat) tır. İhtiyarlarm da gözlüksüz okuyabilmelerini sağlamak maksadıyle bu cüzlerin yazılarının harfleri de iridir.

H. Aşkî’nin, Antep’imizin seçkin ailelerinden olan ve Antep kültürüne çok değerli hizmetlerde bulunan Mustafa Fehmi için yazdığı bu ayrı 30 cüz Kur’an-ı Kerim, merhumun 88 yaşındaki oğlu Ahmet Tüzün Beydedir. Bu cüzlerdeki iri sülü yazı güzelliği de Hafız Osman yazısı basma Kur’an-ı Kerim yazısındaki güzellikten üstündür.

BİR DİLEK

Gönül ister ki H. Aşkî’nin bu el yazması kitaplarından birer nüsha Gaziantep Müzesi için, Müze Müdürlüğünce tedarik edilerek, ziyaretçilerin ibret nazarları önüne serilsin. Çünkü bunların her biri birer güzel sanat eseridir. H. Aşkî’nin el yazması Kur’an-ı Kerimlerden bir tanesi bugün, Gaziantep Alâüddevle Camiinde, bir tanesi de yine onun torunlarından Mevlide Arslan oğlundadır. Belki daha başkalarında da vardır.

BİR AÇIKLAMA

Aile şecerelerinin baba tarafı yüksek atalardan düzenlenmesi eski bir gelenektir. Ben, baba tarafından olan yüksek atalarım hakkında bir bilgiye, bir kaynağa sahip olmadığım için ana başımın atalarını tesbit ettim. Ne yapalım, hepsine yetişilemiyen şeyin, hepisi birden terkedilmez.

Ölüye mezarı başında telkin verilirken bile ana adiyle hitap edilmiyor mu?

BİR DÜZELTME DAHA

Gaziantep büyükleri kitabımda, Hacetçi oğlu ailesinin fakir bir aile olduğunu yazmıştım, yanılmışım. Sicillerdeki eleştirmelerimden bu ailenin, o zamanki ailelerin en zenginlerinden olduğunu öğrendim ve bendeki kitabı düzelttim.

BEN BU YAZIYI NİÇİN YAZDIM?

Ben bu yazıyı, Hâcetçi oğlu Hüseyin Aşkî dedemi övmek ve kendim övünmek için yazmadım. Kabir taşıyla övünülmez. Bu yazıyı Gaziantep büyüklerindeki H. Aşkî’ya ait verdiğim bazı yanlış bilgileri düzeltmek ve merhum hakkında tamamlayıcı bilgiler vermek için yazdım. Bir Gaziantep aydınlarına bir örnek olsun için yazdım iki.

Böyle nurlu izler bırakıp ebediyete intikal edenler, yalnız bir ailenin değil, bir millete, ya da bütün dünya milletlerine mal olmuş mutlulardandırlar. Bugün Gaziantep’te millete mal olmuş ve ibret dolu hayat hikâyeleri, hal tercümeleri yazılacak epi yüksek atalar ve bunların yüksek tahsilli, aydın torunları var. Meselâ fukara babası Battal Bey’in, taşınılmaz mallarının üzerine dört dönen Hacı Emin Bey’in, servetini alın teriyle kazanmış Hacı Kadir Bakkal’ın örnek hayatları hakkında bugün hakkıyle kim, ne biliyor? Benim Folklor üstadım rahmetli Ali Riza Yalman, Gaziantep’te ilk tedrisat müfettişi iken Battal Bey’in yaşantısını bir Broşür halinde toplamıştı ama ne yazık ki yayınlıyamadan ölmüştür. Ben ne kadar izledimse de yazıyı bulamadım, kayboldu. Hacı Emin Bey’in çalışkanlığı hakkında, vaktiyle torunlarının birinden dinlediğim faaliyet hikâyeleri hâlâ kulaklarımda çınlar.

Sanat, Ticaret, kültür ve kahramanlık alanlarında yerlerini almış ataların hal tercümelerini yazmak, onları rahmetle anmaya vesile olduğu kadar da gençlere başarı yolları açar. İşte bu yazımla benim demek istediğim budur.

(Vay efendim, başka yapılacak iş kalmamış gibi hep atalarını övüp duruyor!) diye kimsenin biz Folklorcuları kınamaya hakkı yoktur. Çünkü: (Bir Müminin tarihini yazmak onu diriltmek gibidir.) Buyurulmuştur.

Ankara 10 Nisan 1967

Şakir Sabri Yener