Fakirin Oyuncağı
Başkalarına zarar vermeyen ne kadar az eğlence vardır! Ben, zararsız olanından bahsedeceğim.
Sabahları, uzun geniş caddelerde başı boş dolaşmak niyetiyle evinizden çıktığınız zamanlar, ceplerinizi tek ipli basit kuklalar, örs döven demirciler, kuyruğu düdük çalan atlı oyuncaklarla doldurunuz ve bunlar meyhaneler boyunca ağaçlar altında sıralanmış isimsiz fakir çocuklara veriniz. Gözlerinin haddinden fazla büyüdüğünü göreceksiniz. Evvelâ almaya cesaret edemeyocekler; saadetlerine inanamayacaklar. Sonra o mütereddit eller hediyeyi bir anda sımsıkı yakalayacak ve insan oğluna itimat etmemeyi öğrendiği için kendisine verilen eti uzakta yiyen kediler gibi sizden kaçacaklar.
Yolda, güneş ışığı altında bembeyaz görünen sevimli bir şatonun büyük bahçesinin demir parmaklıkları ardında zarif elbiseli, güzel, sıhhatli bir çocuk duruyordu. Zenginlik, gailesizlik, debdebe ve saltanat, böylelerini o derece güzelleştirir ki insan onların fakir yahutta hâlli çocuklarınkinden başka bir hamurla yapıldıklarını zanneder.
Onun yanında otların üzerinde cilalı, yaldızlı, kırmızı fistanlı, yumuşak saçlı, cam gözlü, muhteşem ve sahibi kadar canlı ve pembe tenli bir oyuncak duruyordu. Ama çocuk onunla hiç alâkadar değildi; onun baktığı şey şuydu:
Demir parmakların öbür tarafında yolun üzerinde deve dikeni ve ısırganlar arasında pis, pasaklı, zayıf, kömür renkli bir çocuk vardı. Nasıl usta bir göz, araba cilasının altındaki ideal boyayı sezerse; tarafsız bir göz de o iğrenç sefalet perdesi altında gizlenen güzeli fark edebilir.
Büyük yolu ve şatoyu, bu iki dünyayı birbirinden ayıran sembolik demir çubuklar arasından fakir çocuk, oyuncağını meçhul, nadir bir eşya imiş gibi hayretle bakan ve tetkik eden zengin çocuğa gösteriyordu. Sefil çocuğun ufak bir kutuda sallayıp sarstığı oyuncak canlı bir fareydi! Anne ve baba şüphesiz iktisadî bir gaye ile oyuncağı hayatın ta kendisinden almışlardı.İki çocuk birbirlerine, aynı derecede beyaz dişlerini göstererek kardeş nazarlarında bakıyorlardı.
Sarhoş Oluyoruz
Daima sarhoş olmak lazım. Asıl mesele burada. Zamanın korkunç ağırlığını hissetmek için durmadan sarhoş olmak.
Fakat ne ile? Şarapla, şiirle yahut faziletle; nasıl isterseniz. Yeter ki sarhoş olunuz.
Şayet bir sarayın merdivenleri, bir çayırın yeşil otları üzerinde, odanızın hüzün veren yalnızlığı içinde uyanır ve sarhoşluğunuzun azaldığını yahut kaybolduğunu anlarsanız; rüzgâra, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate, kaçan her şeye, inleyen, akıp giden, terennüm eden, konuşan her şeye saatin kaç olduğunu sarunuz. Rüzgâr, dalga, yıldız, kuş, saat size şu cevabı verecekler: "Sarhoş olmak vaktidir! Zamanın bedbaht ve muzdarip esiri olmamak için durmadan sarhoş olmak lazımdır! Şarapla, şiirle yahut faziletle. Ne ile isterseniz."
Ayna
Korkunç derede çirkin bir adam içeri girer ve aynaya bakar.
“Niçin aynaya bakıyorsunuz, kendinizden nefret etmek için mi?"
Korkunç derecede çirkin adam bana cevap verir: “Azizim, 1789’un ölmez prensiplerine göre bütün insanlar hukuken eşittirler; şu hâlde aynaya bakmak benim de hakkım.. İster zevk duyayım ister nefret, bu bana ait bir iş.
Aklı selim bakımından şüphesiz ben haklıydım; fakat kanun nazarında o haksız değildi.