İster kapitalist, ister komünist olsun, sanayide ilerlemiş bütün memleketlerda ilmi araştırma faaliyetleri devamlı ilerlemenin temelidir. İngiltere, amerika, Almanya ve Rusya en göze çarpan birer misalidir. Bu gün kalkınmakta olan bir çok memleketlerdeki sanayileşmenin ise, bu bakımdan gerçek manada ilerleme ile alakası yoktur.

Bu noktayı daya iyi anlıyabilmek için şöyle bir düşünce takip edelim. Farzedelim ki yukarıda adı geçen ileri memleketlerde ilim araştırmalar durdurulmuştur. Böyle bir vaziyette, mevcut tekniğe rağmen bir adım ilerleme olmıyacaktır. Hatta bu memleketler, zamanla bu gün kibarca az gelişmiş denilen memleketlerin bile gerisinde kalmış olacaklardır. Bir de her türlü tekniğin yok edildiğini fakat ilim adamlarının ve İlmî eserlerin bırakıldığını farzedelim. Çok geçmeden, yok edilmiş o teknik mevcut İlmî bilgilere dayanılarak yerine konulabileceği gibi devam eden ilmi araştırmalar neticesinde yeni teknikler de bulunacak ve durmadan ilerleme kaydedilecektir. İşte bunun içindir ki, bir cemiyete ileri dedirten, gözle görülebilen eknik değil, o dekniği ve daha da mükemmelini yaratabilecek bilgi ve ilmi araştırma seviyesidir. Nüfusun azlığına ve askeri gücünün büyük olmamasına rağmen İsveçi ileri yapan bu seviye yüksekliğidir.

Bir de şu aşağıda zikredeceğimiz memleketlerde, erişilmiş tekniğin yok edildiğini ve teknik ithalinin durdurulduğunu farzedelim. Arap sosyalizmi hakimiyetindeki Mısırda, faşizm ve kilise ittifakının idarettiği İspanya’da, komünist Arnavutlukta zengin şeyhlik Kuveytte ve demokrasi mücadelesinin yapıldığı Türkiye’de vaziyet hiçbir mali zorluk olmasa bile, felaketle neticelenir. Sebebi de, tekniği yeni baştan kuracak ilmi bilgi ve ilim bilgi ve ilmi araştırma seviyesinin altında bulunulması, birinci sınıf ilim adamlarının yetiştirilmemiş olmasıdır.

Şu halde, elimizde bir cemiyetin ileri olup olmadığını gösteren yanılmaz bir ölçü var demektir. Bahsi edilen iki grup memleket içindeki siyasî rejim ve İktisadî nizam ayrılıklarına rağmen sabit kalan farkı tayin eden de bu ölçüdür.

Bugün Türkiye’de en çok münakaşası yapılan konu kalkınmadır. Fakat bu ölçü, yani ilmi bilgi ve araştırma seviyesi ilim adamı yetiştirme seferberliği üzerinde, bir iki müstesna, pek duran yoktur. Aksine, kalkınma sadece bir rejim, doktrin ve niyet meselesi tellaki edilmekte, münakaşalar bu çerçeve içinde cereyan etmektedir.

Bu münakaşalarda, okuma yazma bilmiyenlerin hâlâ büyük bir çoğunluk teşkil etmesinin kalkınmayı engellediği müşterek bir görüş olarak belirmektedir. Bu sebeple, müdafaa edilen rejim ve doktrin ne olursa olsun, ilk tahsil seferberliği kalkınmanın temel şartı addedilmektedir. Halbuki, kalkınma gayretlerinin başarısızlığa uğraması okuma yazma bilmiyenlerin çokluğundan değil, yüksek tahsillilerde dahil, okuma yazma bilenlerin kalkınma problemlerini doğru bir tarzla halledebilecek İlmî seviyenin aşağısında bulunmaları yüzündendir. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite mezunlarının sayısı gittikçe artmaktadır. Böyle olmakla beraber, İlmî araştırma henüz sosyal bir müessese olarak yerleşmiş değildir. Profesörden farklı bir şey cilan profesyonel İlmî araştırıcılar yetiştirmek yoluna da girmiş değiliz. Zira, ilim bir mezuniyet meselesi olmadığı gibi sadece öğrenme ve öğretme faaliyetinden de ibaret değildir. Çünkü ilim sırf bilgi demek değildir. İlim adamı kendi ihtisas sahasında birikmiş olan bilgiye sahip olmakla beraber bununla yetinmez. Mevcut bilgileri kullanarak yaptığı metodlu araştırmalar neticesinde yeni bilgiler ortaya koyar. Bu yeni bilgiler, o zamana kadar halledilmek şöyle dursun, sebepleri dahi anlaşılamamış birçok poroplemlerin hallini mümkün kılar; yeni tekniklerin meydana gelmesine yol açar. Memleket kalkınmasında karşılaşılan problemlerin çokluğu ve zaman geçtikçe halledilmek yerine müzminleşmesi, lüzumlu ilmi araştırmaların yokluğuna işarettir. Bu problemlerin halledildi zannedilen bir kaçı ise yerlerini, önceden kestirilmediği için tedbirli alınmamayan müşküllere bırakılmaktadır. Çünkü hal tarzı ilmi olmamştır. O halde, ilim araştırmalara dayanan hal tarzının hususiyeti nedir? Bir problem ilmi metodlarla halledilmiş ise “bir deneyelimde görelim” zihniyetinin yerini katiye yakın bir önceden görüş alır. Bir aritmetik problem halledildikten sonra sağlaması yapılarak neticenin doğru olup olmadığı anlaşılabilir. İşte, diğer problemlerin hallinde kullanılan İlmî metod da, sebep - netice münasebetlerinin teshilindeki kontrol ameliyeleri sayesinde, varılan hükümlerin doğru olup olmadığını, doğru ise bandaki katiyet derecesini tayin eder. Böyle olunca, icraettaki deneme ve yanılmalara meydan kalmaz; bunların yerini, icraattan önce emin bir şekilde elde edilen katiyet derecesi belli hal tarzının kazandırdığı basiret alır. Bu ilme dayanan basiret sayesinde, önceden bütün lüzumlu şartlar hazırlandığı ve çıkabilecek güçlüklerin tedbiri alındığı için başarı garantilenmiş olur.

(Yeni İstanbul)

Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR