Ben medresede okurken, hocamız merhum Hacı Abdullah Edip Efendi bir gün evvel verdiği dersten, ertesi gün sorduğu talebeden olumlu cevap alamazsa ona şöyle çıkışırdı: “Ulan dün koskovuk mu öttü. Ben o kadar nefes harcadım ders anlattım. Sen niye dinlemedin, niçin çalışmadın? ” diye basardı sopayı ona.

Sopa, 2,5 metre uzunluğunda bir meses idi. Bilirsiniz meses, çifçiler çift sürürken öküzleri kovalamak için bir ellerinde tuttukları uzun değnektir.

Medresede, ders almak için talebe hocanın ayağına giderdi. Ders dinlerken tek sıra halinde sırtımız duvara dayalı diz çöker oturur, açık kitaplarımızı ellerimizde tutardık.

Çepeçevre bu karşılıklı oturuşta yönümüz hocaya değil de, birbirimize bakardı. Hoca efendi, pencerenin önünde, yerden biraz yüksek sedirdeki minderin üstünde oturur, dersi öyle takrir ederdi. Meses, yanında hazırbaş dururdu. Yanına yakın olanları döğmek için mesesin yanında bir de kısa değnek vardı. Çöp gibi bir sopa. Hocanın yönü bize değil, karşısındaki pencereye idi.

Soru sorup da iyi cevap alamadığı talebe, biraz uzağında ise ona döner mesesi yılan çöver gibi kaldırır, o talebenin avucunda, arabacı kamçası gibi şaklattırdı. Dayağı yiyenin canı ne kadar yanarsa, bu şaklama sesinden bizler de o kadar ürperir ve korkardık. Hoca efendi, çoğu zaman el ayaklarımıza vururdu. Fakat çok kızarsa da kafa, göz dinlemez mesesi indirirdi.

Kapı Kilitleme

Bir kitabı, mesela (kâfiye) yi bitirip, onun şerhi olan (Molla Câmi) adlı kitaba başladığımız gün, hocamızın yakın dostu, bostancı Hacı Şıh Mehmet gelir, ders okuttuğu sırada dershanenin kapısını üzerimize kilitlerdi. Bu, yeni kitabı bağlamak için bir ziyafet istemek anlamı taşırdı.

Gaziantep'te bir adam, yeni bir dükkân açtı mı, dostları: ”Ağam (daraba) yı yağla bakalım’’ diye ziyafet isterler. Daraba: geceleri dükkanı kapatan kepenk demektir. Adam, onlara mükellef bîr ziyafet çeker, işlerin iyi ve kolay yürümesi amaciyle bu ziyafetle dükkânı yağlamış olurdu. Malum ya bir makine yağlanırsa iyi işler.

Neyse biz, dershanenin penceresinden Hacıya ziyafet vereceğimize dair söz verir, kapıyı açması için yalvarırdık. Hocamız gülerdi. Hacı kapıyı açardı. Biz hemen orada aramızda üçer dörder metelik toplar, ziyafet hazırlığı görmesi için Hacı Şıh Mehmede teslim ederdik. Ve (tatil gecesi) yapacağız diye içimiz ferahla dolardı.

Tatil Gecesi Nedir ?

Eski medresede hafta tatili, salı günleriydi. Memur ve iş yeri tatil günleri ise cuma günüydü. Medresede, salı günü sallantı günüydü. O gün yapılan işler askıda kalırdı. Yola çıkmak uğursuzluk sayılırdı.

Pazartesi, Hacı Şıh masrafı görür, tatil gecesi hazırlığını tamamlardı. Tatil geceleri yemekli bir toplantı gecesiydi. Yemekler, Özbek pilavı ile kadayıftı.

Hacı Şıhın yaptığı bu yemekleri yemekle insan doyamazdı, o kadar ki güzel yapardı. Zaten bu taamların her ikisi de Antep’teki yemekli toplantıların, ziyafetlerin önemli yiyecekleridir.

Haci Şıh Mehmet güzel yemek yaptığı kadar da, eski deyimi ile (Meclisi ârâ) yani meclisi şenlendiren, sevimli, sarıklı, abalı, aksakallı, nurani yüzlü bir adamdı.

Tatil gecelerimizde, onun bu geceye özgü çıkardığı oyunlar bizi ve hocamızı o kadar güldürürdü ki kahkahalar toplantının yapıldığı dershanenin tavanını çınlatırdı. Coştururdu bizi.

Biz medreseliler, kışın bu tatil gecelerini kendi aramızda hususî olarak da yapardık, hocamızı da davet ederdik. Hacı Şeyh de Zaten Hacı Şıhsız gecenin tadı olmazdı ki kanbersiz düğün olur muydu?

Bu oyunlardan aklımda adı kalanların birkaçı şunlardır: ‘’Bir karalı Mamet ağa, Bön ayı, Kubbe, demir zübba, üskülücük, maskaracık”, ’Bi balık kaçtı gördün mü, tebdili şaştı gördün mü?’, Aşık, Ahmet nasıl kişi?’bir tuhafı da şu idi: Oyunun şahısları dört kişi, adları şöyle:

Musa, Helini, Hözünü, Hoyunu Bunlardan Musa, oyunu bilmeyen bir budala. Bunların ilk üçü dershanenizi eşiğinde, ayaktalar. Hacı Şıh kumandayı verir: ’Helini, tut Musanın elini, Musanın elleri sımsıkı tutulur.

Hözünü, yum Musanın gözünü. Musanın gözleri arkasında duran şahsın ellerile sımsıkı kapatılır.

Bu sırada dördüncü şahıs, elinde bir tas su ile içeri girer. Hacı, buna da son kumandayı verir:

Hoyunu, dök Musanın suyunu derdemez, su, Musanın başına aktarılır, zavallı, sırılsıklam olur. O hengamedeki cuşu-huruşu görünüz. Millet gülmekten kırılır. Zaten zavallılara gülmek, insan tabiatında da var ya, neye uğradığını bilmeyen Musa, sobanın başına oturtulur. Üstü başı kurutulur. Ama o, buna kızmaz bilakis hocamıda güldürdüm, diye sevinir. Çünkü biz, hocamızı memnun etmek İçin gerekirse canımızı verirdik. Ama şimdi talebesi tarafından hocalar dövülüyor o başka.

Hey gidi günler hey. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.”

Şakir Sabri YENER