Çok sevgili ve çok muhterem hocam,

Şu satırlarımı sevgi, hürmet, bağlılık ve takdir hislerimin dile gelmiş şekli olarak kabul ederseniz çok memnun olacağım.

Otuz üç sene bu memlekette, bu memleketin saf ve temiz evlatlarına öğretmen olarak hizmet etmiş bir babanın oğlu size bu mektubu yazarsa onun sevgisinden,hürmetinden, bağlılığından ve takdir hislerinden şüphe edilmiyeceğine inanıyorum.

İlk aklıma gelen nedir biliyor musunuz? Hayatta ilim öğrenmek ve öğrendiğini yaşlı, genç, çocuk demeden herkese öğretmek gibi asil bir duygudan başka varı olmayan bir baba evladına ne bırakır? İşte bunu düşünüyorum. Fakat aynı anda vicdanım tatlı bir rahatlıkla cevabını veriyor ve diyor ki:

- Bir öğretmen geride bıraksa bıraksa, ancak memlekete ettiği hizmet derecesinde bir şeref ve iftihar hissesi bırakabilir.

Evet, sevgili hocam, bu duygu ne servetle, ne parayla, ne yukarı makamlardan genel takdirkâr sözlerle mukayese edilemiyecek kadar üstün bir duygudur ve ruhlarda bıraktığı iftihar payı aileye mânevi bir miras halinde geçer.

Öğretmen, ister din, ister dünya öğretmeni olsun, mesleğinin asaleti içinde vatana ve millete en tesirli hizmetleri yapan yüksek bir şahsiyettir. Gösterişsiz ve mütevazi hayatı içinde sessiz bir madde olan bu varlığın, fikirler ve memleket davaları içinde nasıl gürlüyen bir volkan olduğunu çok iyi biliyorum. Öyle bir volkanki, bu toprakların üstünde yaşayan, bu topraklara (vatanım) diye sarılan her fert için bir ışık ve bir rehber olur. Öyle bir volkan ki, vatan hıyanetini karaktersiz ruhlarına düstur edinenlerin üstüne, kürsü sünden ateş ateş akar ve onların cılız beyinlerini, çürük bedenlerini alev alev yakar. O volkanın alevi toprağa düşmüş adsız kahramanların nefesinden, sesinden ve sıcaklığını muhafaza eden kanlarının ateşinden ibarettir. O volkanın gürleyişi, toprakları titretişi kayalar gibi sert iradesinden ve yaymak istediği ilim, irfan, mâneviyat ve ideal aşkındandır. Buna böylece inanıyorum.

Öğretmen insan hayatında ana ve babadan sonra, hakikaten şekillendirici bir rol oynuyan insandır. Okullar aile yuvasından sonra çocuğun hafızasına aile kadar yerleen istikbal hazırlayıcı mübarek yerlerdir. Tıpkı halkın manevi kültürünü geliştiren camiler gibi..

Muhterem hocam,

Dertliyim diyemiyeceğim. Çünkü söylüyeceklerim bir dert değil, bir gaye, bir ideâl, bir dilek ve bir mücadele ile ilgilidir.

Yedi yaşımda oyundan ayrılark çatısı altına girdiğim okulumdan ilk müşfik teselliyi sizden buldum. Bana tehsil hayatımın ilk hatıralarını siz verdiniz. Yazılarda, resimlerde, kitaplarda, hikâyelerinizde, şarkılarda, marşlarda güzel vatanıma, sevgili milletime ve onun değerlerine karşı duyduğum hudutsuz sevginin ilk izlerini siz hafızama işlediniz, o mübarek elinizle...

Adım adım sınıflarımı çıkdıkça ruhuma doldurduğunuz kahramanlık, fedakârlık, iyilik, terbiye fikirlerini, tarih millet mukaddesat şuurunu ve bilgi cevherlerini artırdınız, artırdınız. Orta okul tahsilimi, lise hayatımı hep aynı ateşin ışığı ile canlandırdınız. Ben sizin sıcak elinizi tutarak yükselmek istiyordum. Sizin elinize benzeyen soğuk soğuk ellerin başıma, beynime, fikrime uzanmak istediklerini sezmiyor değildim. Genç ruhumda kopan fırtınaları siz şu kutsal cümlenizle dindirdiniz:

- Çocuklar! Kökü mazide bir âti olacaksınız...

Bu cümleyi fikri hayatıma mesnet yaptığım an maddi ve mânevî hayatımda duyduğum derin saadeti anlatamam. Bunu size borçluyum.

Gençlik psikolojimde ahlâkî hayat düsturlarını şefkatli bir melek gibi bana ilham eden sîzdiniz aziz hocam.

Sınıfta hitaben şöyle derdiniz:

- Gençler; Hayat arkadaşınıza kendinizi tertemiz teslim edin. Benim inandığım asil Türk delikanlıları; İstikbalin analır olacak şerefli Türk hanımefendileri; Kendi kendinizi her türlü kötülüklerden koruyun.

Çalışın! Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz. Kalbinizden Allah sevgisini ve ilerlemek aşkını asla çıkarmayın. Gençler; Ümid-I vatan şimdi sizdedir..

İşin tuhaf tarafı artık okuduğum her İlmî eserde, her ahlâkî kitapta, her dinî yayında, her konuşan vaazda, yapılan her mücadelede sizin sesinizi duyuyorum ve artık, sınıfta söylediğiniz sözlerle hayatta tuttuğum yol ve haykırdığım ideal o ka dar birleşti ki, inanın ayıramıyorum.

(İslam ümmetindenim, TÜrk milletindenim, Garp medeniyetindenim!) diyen mütefekkirin sesende sizing heybetli haykırışınızı duyuyorum. Bunu o mu söylemiş, siz mi söylüyorsunuz bilemiyorum.

Şimdi bu uzun sözden sonra yine arada sarfettiğim bir cümleye gelelim. Dertli değilim, fakat, Müslüman - Türk Milliyetçiliği diyerek iftihar ettiğim bu mukaddes ideal bilmiyorum aziz hocam nedendir? Bazıları tarafından dar, karanlık ve iğrenç bir tefsire tabi tutuluyor. Bu fikre gönül vermiş milyonlar bir avuç şarlatan tarafından, ancak kendilerinde gördüğümüz vasıflarla adlandırılıyor. Bunlar sizin o yüce nasihatlarınızdan ışık alamamış karanlık mağara yarasalarıdır değil mi hocam? Bana inanın ki, onların bütün şarlatanlıklarına sırt çeviriyorum. (Moralini bozma yavrum) diyeceksiniz. Şahsiyetime yön veren Islâm-Türk ruhu eğer bu küçük fısıltılardan boğulsa idi ne dokuz sene önce lise sıralarında siz bize o kıymetli öğütlerinizi verebilir, ne de bugün ben şu satırları size yazmaya imkân bulabilirdim. Bu mektubumu sizinle konuşmak hasretimi dindirmek için yazıyorum. Ve müsaadenizle mektubuma şu haykırışla son vereceğim:

- Beni vatan ve milletin kölesi yapan, vatanperver ve milliyetperver Türk hocalarının imanlı seslenişleridir. Kökü mazide bir ati olarak koşacağım. Bunu böyle bilesiniz karanlık mağara yarasaları!..

19.6.1964, Ankara