(Sene 20. Antep’in Fransızlar tarafından kuşatılmasına karşı koyma şiddetle devam ediyor, Türkiye’nin her tarafındaki ölüm kalım savaşma iştirak eden şehirlerden birisi. Her gün üzerine binlerce mermi yağıyor. Her türlü savunma aracından mahrum, yiyeceksiz aç acına direniyor. Sıkılan mermilerin kovanları yeni­den doldurularak savaş yapılabiliyor. Dışarıdan yardım almak mümkün değil. Girilmez... Çıkılmaz... Savunmayı herkes yapıyor, her şehirli. Erkekler, kadınlar ve çocuklar.

Bu savaş içinde bazı çocuklar günlük oyunlarına da devam eder­ler. Şimdi şehrin bir sokağındayız. Top sesleri, makineli tüfeklerin duvarları tarayan kurşun yağmurları altında bir grup çocuk bilye oynamaktadır.)

Ahmet: —Haşanın ayağına dokundu bilyem. Saymam bunu.

Hasan: —Mızıkçılık yok mangırı vuramadın.

Hatice: —Ya a...ağbeyim vururdu ayağın olmasa.

Nurettin: —Haşan ayağım yok et Hatice öyle istiyor. (Bir sürü kızlı erkekli çocuk gülüşür.)

Hatice: —Ben onu mu demek istedim Nurettin ağabey.

Ahmet: —Ben oynamıyorum kabul etmezseniz.

(Çocuklar hep bir ağızdan “Hasan haklı... Haşan haklı...” diye nakarat tuttururlar.) Eee... kâfi artık. Anladık haşan haklı. Al sana bir mangır.

Hasan: —Ver bakalım, şimdi sıra bende. Dokunursa saymam.

Nurettin: —Mangıra da mı? (Çocuklar gülüşüyor)

Hasan: —Hayır. Birinizin ayağına. Vurduğum mangırı alırım. Geliyor.

Nurettin: —Parmağının yayı bozulmuş eğri gitti. (Gülüşmeler)

Hatice: —Nurettin ağabey ne çok konuşursun.

Nurettin: —Fena mı? Altun yumurtluyorum sayılır, toplar, satarsın.

Ali: —Ben bunları topluyorum. Bana mangır lazım.

Hasan: —Bırak onları...

Ahmet: —Ali bırak onları diyorum sana, onlarla oynuyoruz,

Bir çocuk: —Haydi bakalım döğüşün de seyredelim.

Öteki: —Epey zamandır horoz dövüştüremedik.

Nurettin: —Ali o mangırlar eskinin parası yoksa şimdi ekmek mi alacaksın onunla?

Ali: —Ekmek satan olsa bunlarla değil altınla alırım.

Hatice: —Ağabey?

Ahmet: —Efendim.

Hatice: —Karnım aç benim, çok aç.

Bir çocuk: —Bizim de aç küçük hanım, üç gündür bir lokma yemedim.

Diğer bir kız: —Hepimiz açız.

Nurettin: —Ben tokum, daha üç gün önce kahvaltı ettim.

Ali: —Mustafa Kemal Paşa ordusuyla gelip bizi kurtaracakmış.

Hatice: —Acaba ne zaman?

Ali: —Çok yakınmış diyorlar.

Ahmet: —Eee çocuklar şimdi açlık mı düşüneceğiz, bilye oynuyoruz biz.

Hasan: —Hadi dik bakalım o mangır denilen günü geçmiş parayı da vurup alacağız. (Müthiş bir top patlaması yeri göğü sarsar)

Nurettin: —Yatın, yere yatın. (Bir müddet sessizlik)

Ahmet: —Hatice...

Hatice: —Efendim, ağabey.

Ahmet: —Bir şey olmadı ya?..

Hatice: —Hiçbir şeyim yok...

Nurettin: —Bizi neden sormuyorsun, sadece Hatice mi var burada?

Ahmet: —Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok. Senin hiç olmazsa baban daha şehit olmadı.

Ali: —Göz görmüyor, bu ne toz duman.

Hasan: —On beş buçukluk attı Fransızlar,

Ahmet: —Arkadaşlar kimsede bir şey var mı?

Ali: —Bakın bakın top buraya düşmemiş.

Fatma: —Duman dağıldıkça belli oluyor.

Hatice: —Karşıki ev toprak yığını olmuş.

Nurettin: —Adamda parmak varmış. Evin damına bastımı külçeye döndürmüş.

Bir çocuk: —Yüzüne bakın Fatma’nın, kül kedisine dönmüş.

Fatma: —Siz kendinize bakın, hepiniz yaldızlı heykel gibisiniz.

Nurettin: —Hey... Mangırlar nerede mangırlar...

Hasan: —Sen kendinle eğlen.

Ali: —Toprak altında kaldı, gömme oldu.

Fatma: —Ne eğlence ne eğlence...

Nurettin: —Bundan güzeli olmaz, toplu tüfekli. (Tayyare sesleri de işitilir)

Ali: —Bakın tayyareler.

Ahmet: —Saklanın çocuklar şakası yok vururlar bizi.

Hatice: —Ağabey şu kapının sırasına gel.

Ahmet: —Saklanın çocuklar saklanın, tayyareler gördü bizi. (Makineli tüfek kurşunlarının duvarlara çarparak sekmesi sonunda çıkardığı sesler)

Hasan: —Hava aldı Fransız.

Fatma: —Bakın bakın duvara saplandı kurşunlar.

Ahmet: —Çıkaralım gelin onları.

Hatice: —İşte... Birisi burada.

Hasan: —Çıkardım bile.

Ali: —Bom dom kurşun.

Ahmet: —Sahan Beyi öldüren kurşunlar.

Hatice: —Şahan Bey de onları öldürmüş mü?

Ahmet: —Hem de nasıl...

Hasan: —Ne yiğit adammış Hatice, bir orduya tek başına karşı koymuş,

Ali: —Benim dinlediğime göre bir değirmen varmış oraya sığınmış kan kusturmuş düşmana.

Fatma: —Anlatsana...

Ali: —Fransızların bir taşıt taburu geliyormuş. Koca bir tabur.

Hatice: —Bir taburda kaç insan bulunur?

Ali: —Bilmem. İki yüz, üç yüz insan olur herhalde.

Fatma: —Eee, Sonra ne olmuş?

Ali: —Tabur gelmiş köprüye dayanmış.

Hatice: —Köprü nerede imiş?

Ali: —Hemen değirmenin önünde.

Ahmet: —Değirmende de tek başına Şahan Bey.

Hatice: —Sonra?

Ali: —Sabahtan akşama kadar bir kişi ile yüzlerce insan harp etmiş.

Hatice: —Bir Türk bir orduya bedel.

Ali: —Ne yazık ki sonunda kurşun sıkmaçan tüfeğinin namlusu yarılmış.

Hatice: —Hemen öldürmüşler mi?

Ali: —Hayır... Düşman kumandam bu yiğit adamın sağ olarak ele geçirilmesini emretmiş.

Hasan: —Şahan Bey teslim mi olur insana?

Ali: —Onu yakalayacak insan anasından doğmamış. Değirmenin taşına sıçramış çıkmış, bu sefer kılıcı ile üstüne geleni öldürmeye başlamış.

Hatice: —Sonra?...

Ali: —Bakmışlar yakalanmasına imkân yok, hepsi birden ateş etmiş vücudunu delik deşik ederek şehit etmişler.

Ahmet: —Sonra da sürümüş yolun üstüne atmışlar.

Ali: —Bütün taşıt araçları çiğnemiş geçmiş.

Hatice: —Vah vah çok üzüldüm.

Ali: —Yoo sakın üzülme. Tanrı onun isteğini yerine getirdi. Çünkü kaç kere arkadaşlarına "Fransız arabaları göksümü çiğnemeden Antep’e giremezler” demiş.

Hasan: —Bana bakın çocuklar beni dinleyin biraz.

Çocuklar: —Dinliyoruz.

Hasan: —Size bir teklifim var.

Ahmet: —Ne imiş o?

Hasan: —Biz de harp edelim. Şahan Beyi öldürenlerden intikam alalım.

Ali: —Bizi çeteliğe kabul etmezler ki.

Hasan: —Kumandandan rica ederiz.

Ahmet: —Ne yapabiliriz biz cephede?...

Hasan: —Gücümüzün yettiği her şeyi.

Ahmet: —Ben varım!

Nurettin: —Ben de varım!

Hatice: —Ben de!

Hasan: —Kızlar olmaz.

Hatice: —Niçin olmasın, siz ne yaparsanız biz de onu yaparız.

Ahmet: —Hem Hatice’nin benden başka kimsesi yok. Ben nerede isem o da orada olacak.

Fatma: —Öyleyse ben de gelirim,

Çocuklar: — (Hep bir ağızdan) Hepimiz geliyoruz.

Hasan: —O halde çocuklar hep beraberiz. Şimdi herkes gitsin ailesine ha­ber versin.

Nurettin: —Adana görsün Fransızlarına gözü.

(Çocuklar bin bir merasim ve ısrardan sonra, kumandanın yanına alınmışlardı.)

Kumandan: —Söyleyin bakalım çocuklar, ne istiyorsunuz?

Hasan: —Biz de harp etmek istiyoruz.

Kumandan: —Daha siz çok küçüksünüz çocuklar.

Ali: —Biz küçüğüz ama büyükler kadar döğüşürüz.

Kumandan: —Buna hiç şüphem yok çocuklar, ama siz şimdilik oynayacaksınız.

Nurettin: —Biz artık düşmanla oynayacağız.

Ahmet: —Evet, öyle... Nurettin haklı efendim.

Hasan: —Biz iyi döğüşürüz Kumandanım.

Kumandan: —Adın ne senin bakayım.

Hasan: —Hasan efendim

Kumandan: —Bak evladım, dinle beni. Sen hepsinden büyüksün. Daha sıra size gelmedi. İcap ederse tabii siz de dövüşeceksiniz. Bu şehir en küçük canlı varlığı kalıncaya kadar kendini koruyacak. Ama sen şimdi arkadaşlarını al götür.

Ahmet: —Ne olursun kumandanım bizi kırma.

Kumandan: —Çocuklar sizin bu isteğiniz karşısında göğsüm kabarıyor, düşmanı yok etmek isteğim artıyor. Ama isteğinizi yapmak mümkün değil şimdilik. (Kapı vurulur) Giriniz.

Bir çete: —Efendim bütün cepheler mermi sıkıntısı çekiyor. Taşıma işini yetiştiremiyoruz.

Kumandan: —Biliyorum, hep onu düşünüyorum. Ne yapabiliriz, işin içinden nasıl çıkabiliriz?

Çete: —Çok şehit verdik taşıyacak insan azaldı.

Kumandan: —üzüntü ile söylerim ki evet.

Hasan: —(Atılarak) Kumandanım.

Kumandan: —Söyle aslanım.

Hasan: —Biz sizi bu sıkıntıdan kurtarırız.

Ahmet: —Biz taşırız efendim mermileri.

Ali: —Evet efendim.

Hasan: —Taşır mıyız arkadaşlar?

Çocuklar: — (Hep beraber) Taşırız.

Kumandan: —Çocuklar gözlerim yaşarıyor sizin bu yiğitliğiniz karşısında Babalarınız anneleriniz ne der?

Bir çocuk: —Kumandanım, bizim bir kısmımızın babası bir kısmımızın, annesi, diğer bir kısmımızın da annesi ve babası şehit olmuş bulunuyor.

Hasan: —Biz kararlı geldik.

Hatice: —İzin aldık efendim hepimiz.

Kumandan: —Siz de mi taşı…

Hatice: —Evet biz de taşıyacağız.

Kumandan: —Ama kızım...

Fatma: —Biz de annesinin namusunu korurken Fransız askerleri tarafından öldürülen, küçük Kâmil’in intikamım alacağız.

Kumandan: — (Yapılacak başka bir şey kalmadığım ifade eden bir sesle) Pekâlâ çocuklar... Sizinle iftihar ediyorum, göğsüm kabarıyor. (Çeteye) Götür bu küçük çeteleri mermi taşısınlar.

Çete: —Baş üstüne efendim.

Hasan: —Yaşasın kumandan.

Çocuklar: —Yaşasın.

Kumandan: —Yalnız önce sizinle yapacağınız işi bir kere görüşelim. Mermilerin doldurulduğu yerden cephane sandıklarını muharebe yerine taşıyacaksınız. Taşıma işi derin kazılmış yollardan yapılacaktır. Biz bu yolların adına (yolak) adım veriyoruz. Kimse başın, çıkarmayacak.

Hasan: —Siz merak etmeyin kumandanım.

Çete: —Gidelim çocuklar.

(Piyade tüfekleriyle makineli tüfeklerin sesleri birbirine karışıyor, arada bir düşen top mermileri kıyametler koparıyor)

Hasan: —Beni takip edin arkadaşlar...

Ali: —Geliyoruz, ilerle sen.

Hasan: —Gerilere göz kulak olun... kalanlar bulunur.

Nurettin: —Mısır patlatılan ocağa mı düştük nedir?

Bir çocuk: — (Arkadan seslenir) Haşan ağabey... Haşan ağabey!

Hasan: —Kim o seslenen?

Çocuk: —Benim...

Hasan: —Ne istiyorsun?

Çocuk: —Ben korkuyorum döneceğim.

Ali: —Ayıp sana.

Hasan: —Kumandan neler söyledi düşünsene.

Çocuk: —Kurşun öldürecek beni.

Nurettin: —Fransız kurşunu değmez adama.

Fatma: —Ayıp ayıp sana. Biz kızken korkmuyoruz.

Çocuk: —(Mahcup) peki... geliyorum öyleyse. (İlerlerler)

Hasan: —Yoruldunuz mu arkadaşlar?

Hatice —Çok ağır mermiler.

Nurettin: —Bir parça dursak Haşan...

Ali: —Yürüyelim arkadaşlar, çetelerimiz cephane bekliyor,

Hatice: —Peki... durmayalım, ben dayanırım.

Hasan: —Ali haklı, duramayız. Yorulmayanlar yorulanlara yardım etsin.

Bir çocuk: —Amma da uzakmış, git git bitmiyor.

Diğer: —Ne zannettin, komşuya mı gideceksin sandındı.

Nurettin: —İyi ki bu yolları derin yapmışlar, yoksa vücudumuzdaki kurşun delikleriyle rüzgâr ıslık çalardı.

Hasan: —Hey çocuklar... durun biraz.

Ahmet: —Ne var Haşan?

Hasan: —Burada yol çok yukarıda, iyi eğilmezsek başımız görülür.

Ali: —Eğil de geç...

Nurettin: —Seni vurmazlarsa bize bir şey olmaz.

Hatice: —Bir parça eğil de geç Hasan

Hasan: Tamam... ben geçtim.

Ali: Ben de geçtim.

Nurettin: Ali siz ilerleyin ben bütün arkadaşları geçirir öyle gelirim.

Ali: Dikkat edin Nurettin.

Nurettin: Korkma sen., eğ başını Fatma, kurşunlar nakış örüyor tepende. Eğ başını yol yukarda, sen de eğ, sen de eğ başını. Herkes arkaya doğru söylesin.

Hasan: (önden seslenir.) Geçti mi herkes?

Nurettin: (En arkadan) Kuyruğum kalmıştı onu da çektim.

Hasan: Bir dakika mola arkadaşlar, herkes kendine çeki düzen yersin.

Ahmet: Nereye geldik Hasan?

Hasan: Yolumuz çukurda, etrafı görüyor muyum ki bileyim.

Ahmet: Ben şura çıkar bakarım.

Ali: Sakın çıkarma başını... Hay Allah çıkardı be.:. (Bu esnada bulundukları yer kurşun yağmuruna tutulur, toplar yolları dövmeye başlar)

Hasan: Gördüler bizi... İyi saklanın arkadaşlar... (Bir top mermisi biraz ilerilerine düşer, her yer sarsılır)

Fatma: —Toz duman oldu her taraf.

Ali: —Göz gözü görmüyor, hep Ahmedin yüzünden oldu.

Hasan: —Oldu bir defa, ne yapalım...

Hatice: —Bakın bakın ne' olmuş.

Fatma: —Yol kapanmış... toprak taş dolmuş.

Ahmet: —Felâket nasıl geçeceğiz? (Çocukların her biri bir fikir yürütür. "Geri dönelim” hiç dönülür mü’’, taşları ayıklayalım” “Çeteler cepha­ne bekliyor” v. s. gibi.)

Nurettin: —Yol verin bana öne geçeceğim.

Bir çocuk: —Geç bakalım, şimdi yolu açarsın.

Nurettin: —(İlerler) Haşan ne oldu?

Fatma: —Görüyorsun İşte.

Hasan: —Yol tıkandı. Tıkanan yeri açıktan geçersek hiçbirimiz sağ kalmayız.

Ali: —Elimiz de cephane sandığı olmasa belki geçeriz.

Ahmet: —Bizim öldüğümüz değil çeteler de esir düşer. Çok üzüldüm.

Nurettin: —Tıkanan yer bir metre kadar. Kuyruk usulü burayı geçeriz.

Fatma: —Nurettin ağabey de en sıkıntılı zamanda şaka yapar.

Nurettin: —Ne şakası... Şandıksız burayı koşarak geçemez miyiz?

Hasan: —Tabii geçeriz. Şandıksız ne işe yararız biz.

Nurettin: —İki kuşak bağlarız sandığa, kuşağın ucu sıçrarken elimizde olur, oradan sandığı da çeker, bu defa, kuşaklan geri atarız.

Hasan: —Bu defa öbürü bağlar. Yaşa Nurettin, oldu bu iş.

Nurettin: —İşte benim kuşağım, verin bir daha. Tamam, bunları bağladık, getir sandığını Haşan şimdi. Tamam buna da bağlandı.

Hasan: —Ver ucunu bana, şans denemesi derler buna!

Nurettin: —Hızlı koş yoksa kurşunlarla buluşursun. (Haşan koşar, bu esnada bir iki kurşun vınlar)

Fatma: —Geçti yaşasın...

Nurettin: —Çek bakalım kuyruğunu.

Hasan: —Çekiyorum.

Nurettin: —Güzel... Sandığın geçmesini göremedi Fransız dostlarımız.

Hatice: —Onlar dostumuz mu, düşmanımız bizim.

Nurettin: —Eski dostumuz bizim. Dost dediğin böyle olur. Kökümüzü kazıyacak elinden gelse.

Fatma: —Hasan kuşağı attı. Ucuna bağlayın bana verin. Gidiyorum.

Ahmet: —Hadi Fatma... (Koşar) çok güzeeel. (Kurşunlar seker)

Nurettin: Şu Fransızlar ne güzel selamlıyor bizi. Şimdi ben gidiyorum. Al Allah kulunu, zapt eyle delini. Tut beni Haşan... (Koşarak öbür tarafa geçer. Yakınlarına bir iki top mermisi düşer) Beni tanıyor­lar da büyük selâm veriyorlar.

Hasan: —(Güler) Nurettin senin bu lafların bitmez. Biz yürüyelim geçenler. Arkamızdan gelsin.

Nurettin: —Dur kuşağı öbür tarafa fırlatayım da. Tamam.

Fatma: —(Yürüyerek) İnşallah çetelerimize vaktinde yetiştiririz.

Hasan: —Bakın bakın gelmişiz bile. İşte çetelerimiz.

Nurettin: —Dikkat ediyor musun değirmenin suyu kesilmiş. Çetelerimiz Kurşunu az az sıkıyorlar.

Bir Çete: —Çocuklar cephane mi o?.. Getirin buraya, gelsin de Fransızlar Antep’i alabilirse alsın.

(Kumandanın odasında)

Kumandan: —Çocuklar sizi tebrik ederim. Hepiniz vazifenizi arsanlar gibi yaptınız.

Hasan: —Daha da yapacağız Kumandanım

Kumandan: —Seni, Nurettin’i ve Ali’yi zaten bunun için çağırttım.

Ali: —Ne emrederseniz yaparız efendim.

Kumandan: —Bizim Bedir köyündeki kuvvetlerimize bir haber ulaştırılması lazım.

Hasan: —Ulaştırırız kumandanım.

Kumandan: —Siz, görüyorum ki, bu işleri büyüklerden de iyi yapıyorsunuz.

Hasan: —Sağ olun efendim.

Kumandan: —Haberi evvelce bir çete ile göndermiştik. Dönmesi gerekirdi şimdi­ ye kadar dönmedi. Şu zarfı alacak oradaki kuvvetlerimizin kumandanına vereceksiniz.

Hasan: —Verin zarfı efendim, mutlaka götürürüz.

Kumandan: —Al bakalım. İyi bir yerine koy düşmesin. Yalınız bu iş çok tehlikeli. Muhasara hattının arasından geçeceksiniz.

Ali: —Siz endişe etmeyin kumandanım, iğne deliğinden geçeriz.

Kumandan: —Aferin Ali. Gecenin saat ikisinde hareket edeceksiniz... Buluşma yeriniz Suburcu. Şu vesikayı da alacaksınız, bizim çeteler sizi çevirirse gösterirsiniz.

Hasan: —Peki efendim.

Kumandan: —Haa... daha iş bitmedi şu üç tabanca ve mermiler de sizin.

Nurettin: —Bunlar da Fransızlara göstereceğimiz vesika mı efendim?..

Kumandan: —Aferin Nurettin. Dostlara asla kullanmayacaksınız. Bağlayın bakalım belinize. Hah şöyle... Birer cengâver oldunuz. Bunlar sizin namusunuz ölmek var bunları kimseye vermek yok.

Üçü birden: —Ölürüz vermeyiz.

Kumandan: —Gideceğiniz yolu da anlatayım. Suburcun’dan Göllüce istikametine gideceksiniz. Kuşatmanın tek açık yeri burada.

Hasan: —Ben Harpten önce babamla çok gittim kumandanım yolu bilirim. Kumandan —O halde yolunuz açık olsun.

Hasan: —Sağ olun. (Çıkarlar)

Nurettin: —Benim tabancam sizinkinden güzel.

(Gece saat iki. Şehir etrafından ara sıra patlayan silâh sesleri işitiliyor. Köşe başında Ali bir gölge gibi arkadaşlarım beklemektedir.)

Ali: — (Yavaş sesle) Haşan... Haşan buradayım.

Hasan: — (Sesini kısarak) sen misin Ali, Nurettin gelmedi mi?

Ali: —Bak bir gölge yaklaşıyor, galiba o.

Hasan: —Evet ona benziyor. Amma da karanlık gece.

Nurettin: —Yıldızlar da olmasa zindan olur büsbütün.

Hasan: —Nurettin sen misin?

Nurettin: —Evet benim. Tamam mıyız?

Hasan: —Tamam. Yürüyelim. (Yürürler)

Nurettin: —Hemen hemen şehir kayboldu.

Ali: —Düşmanla karşı karşıyayız.

Karanlıkta — (Birden ve şiddetli) Kıpırdamayın vururum... Kimsiniz siz?

Hasan: Üç çete.

Ses: —Yaklaşın. (Yaklaşırlar)

Hasan: —Siz kimsiniz?

Ses: —Nöbetçi çete.

Ali: —Biz Bedir köyüne gidiyoruz.

Çete: —Şehirden kimse çıkamaz.

Nurettin: —Bizde şehir kapısının anahtarı var.

Çete: —Ne biçim anahtarmış o.

Hasan: işte anahtarımız.

Çete: —Hııı bir kâğıt.

Ali: —Kumandanın verdiği vesika o. Bedir köyüne gidiyoruz.

Çete: —Kibrit yaksak düşman görür. Fakat siz çocuksunuz.

Nurettin: —Üçümüzün boyu senden uzun olur.

Çete: —Peki peki çocuklar dikkat edin kuşatmaya yakınsınız.

Hasan: —Yürüyün arkadaşlar. (Bir müddet sessiz yürürler)

Ali: —Nurettin bu gece silâh sesi az.

Hasan: — (Yavaş sesle) Susun, yavaş konuşun ayak sesi çıkarmayın.

Nurettin: —Sineğin pekmeze girdiği gibi düşman siperlerinin içine girdik galiba. Ya yapışır kalırız yahutta çıkarız.

Ali: —Şakanın sırası mı şimdi.

Hasan: —Şu tepeyi çıkacağız ama yolu göremiyorum.

Ali: —Şurası değil mi?

Nurettin: —Yolu kaybettik.

Ali: —İşte şu tarafa gidiyor galiba?

Hasan: —O gideceğimiz yola aykırı düşer.

Nurettin: —Bizi düşman siperlerine düşürmez misiniz?

Hasan: —Ne yapsak acaba?

Ali: —Mahvolduk hiçbir tarafa gidemeyiz.

Nurettin: —Ortalık ağarınca da bizi nişan tahtası yaparlar.

Hasan: —Mektubu bir yetiştirebilsek.

Nurettin: —Durun buldum.

Ali: —Yolu mu?

Nurettin: —Yolu demek.

Hasan: —Nerede?

Nurettin: —Şimdi göstereceğim. Fransızlar projektörle etrafı tarıyorlar Bakın ışık bu tarafa doğru kayıyor. Bize yolumuzu kendileri gösterecek.

Yaklaşıyor... yaklaşıyor.

Hasan: —İşte gördüm yolu, yol orada,

Ali: —Ben de gördüm.

Nurettin: —Yatın, ışığı bize tuttular. (Lafım bitirmeye kalmaz bir kurşun yağmu­ru başlar.) Kıpırdamayın sakın.) (Ateş kesilir)

Ali: —Kaybettiler yerimizi. Projektör başka yere kaydı.

Hasan: -Yürüyelim yola doğru çocuklar. (Yürürler) Şu yokuşun başına varabilsek kuşatmayı geçerdik.

Ali: —Ne kaldı ki hemen hemen geldik.

Hasan: —Şafak attı, ortalık ağarıyor

Ali: —Ne güzel tan yeri ne güzel kızıllık.

Nurettin: —Kurtuluş güneşi öyle doğar. İşte tepeye geldik. (Birden) Oraya bakın, biri yatıyor.

Hasan: -Kim acaba?

Nurettin: —Fransız askerine benzer. Yaklaşalım mı?

Hasan: —Tabancalarınızı çekin. (Yatana) Kimsin sen cevap ver ateş edeceğiz.

(Bir inilti duyulur)

Ali: —Fransız askeri imiş, bak oturdu.

Nurettin: —Elimizdeki tabancalara bakıyor korkuyla.

Ali: —Öldürelim mi?

Hasan: —O adam yaralı, bak bir eliyle kolunu tutuyor.

Nurettin: —Yaklaşalım öyleyse.. (Yaklaşırlar)

Fransız: —Oue voulez vous?

Hasan: —Ne diyor acaba?

Nurettin: —Teslim diyor her halde.

Fransız: —Les enfants...

Nurettin: —Fanfan sensin, senin baban.

Hasan: —Yolu göster Ali şuna kalksın önümüze düşsün.

Ali: —Ne olacak yani, öldürelim gitsin.

Hasan: —Yaralıdır olmaz.

Ali: —Ne olacak yani, öldürelim gitsin.

Hasan: —Yaralıdır olmaz.

Nurettin: —Bedir köydeki kumandana hediye.

Fransız: —Je blesse.

Ali: —Adam korkusundan önümüze düştü. (Yürürler) ,

Hasan: —Çok yaralı galiba, omuz başı kanla iyice ıslanmış.

Ali: —Güneş doğdu. Antep görünmez oldu.

Hasan: —Bedir Köye de iki saatlik yolumuz var.

Ali: —Dikkat edelim esirimiz kaçmasın.

Nurettin: —İmkân mı var ona, kurşunumu beyninden yer.

Hasan: —Kuzu gibi gidiyor zaten. Çocuklar şuraya bakın.

Ali: —Bir kan izi

Hasan: —Fransız’ın kanı değil bu. Eski, çoktan kurumuş.

Nurettin: —Hem de şu tarafa tarlaların içine doğru gidiyor.

Hasan: —Takip edelim. İşaret verin tutsağa.

Ali: —O kolay ne dersek yapıyor.

Nurettin: —Dön bakalım babalık. Tamam, işaretten iyi anlıyor.

Hasan: —Ne kadar kan akmış, bakın ayak izi de var hep yanında.

Ali: —Burada ayak izi karma karışık olmuş.

Hasan: —Yerde sürünmüş gibi âdeta. Toprak, kan karmakarışık*.

Nurettin: —Şu dereye doğru gitmiş,

Hasan: —İşte orada.

Ali: —Bir çete. (Yaklaşırlar)

Hasan: —Ölmüş... Çok yazık.

Ali: —Yüzüstü yatmış elini de toprağa gömmüş.

Hasan: —Çıkar elini topraktan.

Ali: —Pekâlâ. Bak elinde bir zarf var. Tıpkı bizdeki zarfa benzer.

Nurettin: —Bu haber götürüp dönmeyen çete herhalde.

Hasan: —Son dakikada bile zarfı saklamaya çalışmış.

Ali: —Bu Fransız mı vurdu acaba çetemizi?

Hasan: —Sanmam. Bu yeni yaralı. Çete çoktan ölmüş.

Ali: —Çok acıdım çetemize.

Hasan: —Ne diye gelir bizimle harp eder acaba bu Fransızlar?

Nurettin: —Kumandan” Onlar başka milletlerin hürriyeti ile kendilerininkini beslerler” dedi sordum da. Ama aslında iyice de anlayamadım.

(Bedir Köy kumandanının odasında)

Kumandan: —Çocuklar sizi tebrik ederim. Bir esir ve çok mühim bir haberle geldiniz.

Hasan: —Vazifemizi yaptık kumandanım.

Kumandan: —Fazlasıyla yaptınız. Bu mektup Fransızların karargahımıza saldıracağını bildiriyor. Kuvvetlerim sayenizde kurtuldu. (Dışarıya seslenir) Borazan savaş borusu öttür çabuk. (Hücum borusu öter)

İşte, sevgili çocuklar Antep harbi böyle başarıldı. Türk çocuklarının hepsi dün olduğu gibi bugünde yarında ayni şeyi yapacaktır.

SON

Celal GÖĞÜŞ

Not: Bu skeç Ankara Radyosu tarafından beğenilmiş ve temsil saatinde oynanmıştır.

Eserin yazarı Celal Göğüş’e bu başarısından dolayı takdirname gönderilmiştir.