Antep çetin yerdir.

Çukurovada, Maraşta, Antebde, Toroslarda, bütün güneyde en uzak, en kimsesiz bir köyde, yıllar yılı halkın ağzından düşmüyen, bir türkü vardır. Hoştur. Yiğittir.

Bir yaz akşamı geliyor gözümün önüne. Kayalıklardaki kalenin üstüne leylekler tünemişler. Takırdıyorlar. Sonra da susuyorlar. Kaç yaşındayım bilmiyorum. Hayal meyal geliyor aklıma. Çukurova köylüklerinde yaz geceleri yüksek çardaklarda yatılır. Her evin önünde bir çardak. Çardaksız ev yoktur. Yoksa insan sıcaktan ölür gider. Yerde yatanı sinek yer parçalar.

Uzaklardan yukarıdan, kel Mustafalar, o yandan bir türkü geldi yatsıya doğru. Aynı türküye bizim taraflardan biri katıldı. Derken bir oradan, bir burdan bütün köy koro halinde türküyü söylemeğe başladı.

Hiç bir türküyü bu şekilde söylemiş duymamıştım. Bu bir Antep türküsüydü. Sonraları, biraz büyüyünce aynı türküyü öteki köylerde de duydum. Yüreğin toprağında ırgadlar, Adanada fabrika işçileride söylüyorlardı. Toros köylerinde de duydum. Bir çeltik tarlasında çoluk çocuk bir Toros köyü, hep bir ağızdan aynı türküyü söylüyorlardı.

Antebe her gidişimde köydeki türkü gecesi düşer aklıma. Alışkanlık Antep denince bu türkü dudaklarıma gelir yerleşir.

Antebe trenle hiç gitmedim. Ya otomobille, yada otobüsle, Çukurova sıcaktır. Çukurova yanar kül olur. Adana Antep yolunda, Toroslara çıkarken, ağaçlı, çamlı bir yer vardır. Çam kokusu, suyun pırıl pırılı oradadır. Adı Alman pınarıdır bu yerin. İşte burada Çukurova biter, dağlar başlar. Bir yel eser, yel demeyin. İncecik, yüzüne dokunur mu, dokunmaz mı? İşte öyle bir yer. Alman pınarında anadan yeni doğmuşa dönersin.

Uzaktan Antep gözüktü. Antebin dört bir yanı kırmızı toprak. Kırmızı tepeler, Gümüş zeytinlikler, sarıya çalan bir yeşillik bağlar. Antebin üstünde sütbeyaz bulutlar. Yeşilin en yeşili, kırmızının en kırmızısı. Antep toprağı. Girerken yeni gidiyorsun. Bir koku geliyor burnuna, biber kokusu. Dükkânlardan fışkıran kebab kokusu, yağlı et kokusu.

Biber dedimde, biber yeme rekoru Antebde. Her ev yılda 3000 le 10.000 arası biber kurutuyor. Öyle de bir biberki amanallah: Bir dirhemini ağzına sokamazsın. Her yerin bir âdeti var. Antebliler avuc avuc yiyorlar.

Antebe girdik. Antebe girince ilk göze çarpan şey; büyük bir kahve olur. Günün her saatinde kahve tıklım tıklımdır. Kahvenin önünde bütün çarşıda sırtlarında pirinç güğümler. Güğümler pırıl pırıl, altın sarısında, Gaziantep güneşinin parlaklığında yanar döner. Bir takım adamlar, “Şerbet! Şerbet!” diye seslenirler, şerbetleri ucuzdur. Kendine hâs bir kokusu vardır. “Bir içen pişman, bir de içmeyen pişman” diye bağırırlar ama, bence içmiyen pişman. Şerbet Miyankökünden yapılır. Şifalıdır. Şu güneyde her şey şifalıdır zaten. Balık, su, şerbet, toz, ot, her şey.

Postaneden aşağı inerken, köşede gügümü güzel, ak sakallı bir adamda şerbet satıyordu. Kaç kere yanından geldim geçtim olduğu yerde öyle duruyor gördüm. kımıldamıyor. Yalnız “şerbet, şerbet!” diye bağırıyor. Yanında da bir çocuk. Çocuk bazı bazı adamın elinden tutuyor. Üç gün oradan geçtim, üç gün adamı öyle gördüm. Sonunda yanına vardım. Yaşlı adam bir âma; elinden tutanı da torunu.

-”Bir şerbet” dedim.

Doldurdu verdi.

-(Maşallah) dedim. Bu yaşta hâlâ çalışmak...

-(Ellere muhtaç olmadansa.) dedi.

-(Çok iyi,) dedim. (Ama yorulursunuz.)

-(Yoruluyorum, yoruluyorum, ama, bu dünyada gözden göze hayır yok. gözünden bile sana hayır yok.)

Gözleri açık gibi duruyordu ama, hiç görmüyordu.

Bir adam geldi, şerbet istedi. Doldurdu verdi.

-(Benim yaptığım şerbetin Antebde ünü vardır. Tiryakileri vardır şerbetimin.)

-(Kaç yıldır şerbetçisin?)

-(Otuz yılı geçkin)

-(Evinize siz mi bakarsanız yalnız?)

Güldü.

-Ya kim bakacak? Benim evime herkes gelip bakacak değil ya.

Sonra bana döndü; bakar gibi, görür gibi gözlerini dikti:

-”Antebin en güzel yeri Kavaklık,” dedi. “Bu sıcakta sen oraya gitsene”

Bir şerbet daha içtim. Yanından ayrıldım. Sakalı beyazdı. Rengi bakır rengi. Yanık esmer. Kaşları püskül püsküldü. Tertemizdi üstü başı. Torunu çocuk elinden tutmuştu. Güzel sesile, en güzel bir türkü gibi: “Meyan şerbeti! Kokulu şerbet” diye bağırıyordu.

Antep çetin yerdir. Kırmızı toprakları yeşil bağları var.

Alleben deresinde, Kavaklıkta, bizim köydeki türkü meselesini Antepli bir arkadaşıma açtım. Güzel sesliydi. Babam söylerdi dedi. (Fransızlar geldiği zaman koca Antep şehri aylarca hep bir ağızdan bu türküyü söylemiş. Köylü kentli söylemiş. Buralar aylarca bu türküyle çalkanmış.

Eli kulağa attı.

Sürerim sürerim gitmez kadana

Fransız kurşunu geçmez adama

Anama söyleyin damda yatmasın

Çuha şalvarıma uçkur takmasın

Oğlum geliyor diye yola bakmasın

Haydin Antepliler namus günüdür.

Ve Antep dişini tırnağına takmış. Gaziantep olmuş. Karayılanın kız kardeşini aradım. Bir gün akşama kadar aradım, bulamadım. Karayılan, Antebin Fransız işgaline karşı koyan kahramanlarından biridir. Fransızlar Antebe gelmeden önce dağda bir eşkiya imiş. Sonra çetesini almış, inmiş dağdan.. Fransızlara elâman dedirtmiş. Şehit düşmüş. Kız kardeşile, kız kardeşinin kocası da onun çetesindeymiş. Kız kardeşinin kocası Süleymanda şehid düşmüş. Kız kardeşinin adı Hane Hatun. Şimdi çok yaşlı. İşte Antebde bir gün akşama kadar arayıp da bulamadığım Hane Hatun bu Anteb kahramanı Hane Hatundur.

Bir türkü söyleniyor Antebde, Dağ taş söylüyor:

(Cumhuriyet Gazetesinden 25-7-1955)