Gaziantep’le, Burç’la, Kampla, üstün kişilerle doluyum halâ.. Anılarım, düşündüklerim, anlattıklarım hep onlar.. Yaşam bugüne dek onların yaşantısı idi, ilerde de öyle olacak.. Geçirdiğim şu yirmibeş gün beni bir ömür boyu, hatta fazlasıyla bu üç gerçeğe ve onların içine kapsadıklarıyla beraber çok üstünlüklerine bağladı.

İstanbul geceleri Burç gecelerine benzemiyor hiç. Öyle donuklar ki.. Burç bambaşka göklere sahipti. Parlak, yıldız dolu, ümit dolu göklerdi bunlar.. Hem de yıldızlar yeryüzüne öylesine yakındılar ki.. Mehtap da güzeldi ama bana yıldızların verdiğini veremedi hiç. Halbuki mehtaplı gecelerde diğer kampçılar, “Ah, bu Türk geceleri” demekten kendilerini alamazlardı... Gündüzleri bir ceviz ağacının altında pınarın sesini duyup, yeşilliğin içinde kendimi kaybederek, tüm bunların ne kadar çabuk sona ereceğini bildiğimden uyumak istemeksizin dalardım: Burc’a.. Kampa tabiata... İnsanlara... Gaziantep’e gelirken kızgın çölde yaşayacağımı sanıp kendimi cennette buluşumu düşünürdüm...

Tabiat güzelliği kişiyi tek başına bir yere bağlayamaz. Halbuki insanlar memleketlerini başkalarına kolaylıkla sevdirebilirler... Ben Vatanımın üç büyük kentinden başka yerini bilmiyorum. Çok az gezdim, çok az gördüm.. Fakat, kendi çapımda, Gaziantep’liler kadar candan, çevreleri ile ilgili kent halkı düşünemiyorum. Türkiye’de çok gezmiş olan felsefe öğretmenim Mr. Webster, bana: “Senin Gazianteb’e gitmeni çok isterim. Çünkü Antep’liler diğer Anadolu kentlilerinden bambaşka bir özelliğe sahipler. Çok yenilikleri hemen benimsemişler, birçoklarına kendileri önayak olmuşlardır. Örneğin: Tüm kentlerden önce Antep’te bir Halk Kültür Derneği açıldı.. Ben de senin bu özellikleri anlamanı istiyorum.” Ben bunları Burçta yaşarken ancak farkettim, bugünse gözümde canlandırabiliyorum. Çevrelerindeki her olayla, herkesle ilgilenen Antep’liler bunu, sonra, yardıma, arkadaşlığa kadar götürüyorlar. Sanki bütün kent halkı gelenleri memnun etmek için elele çalışıyor. Ben Antebin tüm insanından, bakkalından, kasabından, manavından ve gittiğim her evde, her yerde, bana, bizlere gösterilen sevgiye, anlayışa hayran kaldım. Alacaklarınızı hazırlarken sizi oturtan, sonra, “çaymı içersiniz, kahvemi?” diye soran satıcıya dünyanın neresinde rastlamak mümkün?

Bana Gaziantep’te en çok dokunan şey akşamlarını evlerinden uzakta geçiren beyler oldu. Evde ailesi ile iyi vakit geçirmesi mümkünken mutluluğu tokantada, içkide arayanlarda... Bu kadar takdir ettiğim Gaziantep insanının bu zayıf tarafı dokunuyor bana. “Mükemmel, olmak varken niye iyi,”olmakla yetinmeli.

Kimi Gaziantep’linin diğer kentlilerde olduğu gibi yanlış bir düşünüşü var, bence: “Köylü tembel, çalışmaz, başkaları onun için çalışırda o kendi için bile çalışmaz.” diyorlar.

Burç köylüsü Türk köylüsünün ince ruhunu, misafirseverliğini, çok kişiler bana karşı çıksalar da çalışkan olma isteğini ortaya koydu. Yalnız köy insanının çekingen olduğunu unutmamak gerek. Dış bakışta “tembel” “kaba” hissini verir köylü kentliye. Onlardaki bu belirsiz unsurları ortaya çıkarmak, bunların üzerinde işlemek kentlilerin, okumuşların elinde, hep.. Onlara güleryüzle, iyilikle, insanca davranmak gerek. Ben her yönde, her şekilde sertliğe karşıyım. Çünkü bunun insanı insanlıktan uzaklaştıracağına inanıyorum.

Kamp.. Burç... Gaziantep. Uzak Burç’a hisler, anlayış, uzaklık bakımından... Kamp’ta yok Burç’ta. Artık, çok geride kaldı, o. Yalnız kampın yankısı belki daha kalımlı olacak. Belki Burç’lular çocuklarının yüzlerinden sinekleri kovmayı akıllarına getirip, burunlarını iyice silecekler, sonrada köylerinde çalışmış olanları düşünüp kazmayı daha istekle sallıyacaklar, çevrelerine rica edilmeksizin yardımda bulunacaklar..

İyi bir yaşantı sürmüyor Burç insanı.. 15. Yüzyıldan kalma tarım araç ve usullerini kullanıp hep silâhla geziyor. Fakat, o, bunun farkında: yerine göre, “ben cahilim, bizde öyle şeyler ne gezer,, diyor. Bu kötü yaşantı şartları makineleşmiş 20. yüzyıl adamını kendini bilmekten, tanımaktan güçsüz kıldığı kadar onu kılmamış. Tek kusuru bunun önüne geçmek için birşey yapmağa çalışmaması.. Bunu da kentli köylüye gösteremez mi?

Köylüsü kentlisi, ahçısı, şoförü bekçisi, kampçısı... Hepimize sonsuz kıvanç veren dünyanın bu kadar değişik yerlerinden gelen kişilerin aynı düşüncelere, aynı ülkelere sahip olmaları ve ‘Arkadaşlık’ şarkısını söylerken meydana getirdiğimiz halkanın diğer zamanlarda da sevgi ve anlayış halkası olarak devam etmesi idi.

Çıkarları olmıyan insanların yarattığı halka. Kamptan en çok faydalanabilecek durumda olan köylülerin bir mahiye binası ne işlerine yarardı? Kendimizin haklı olduğunu başkalarına kabul ettirmeksizin onları anlamaya çalışmanın yarattığı yaşam dolu zincir...

Bu halka; çokluk, ona tüm varlığı ile inananların, birşey beklemeksizin sevenlerin, anlamaya çalışanların ve “İnsanlık bütün Ulusların üstündedir.,, diyebilenlerin halkası idi.. Kamp, Burç, Gaziantep insanının yarattığı halka; tümümüzü öylesine kendine bağladı ki, Gazianteple, Burç’la Kamp’la, üstün kişilerle doluyuz, halâ.. Öylesine düşündük ki onları, biz de onlar olduk artık.