Anlatacağımız vak’a hakikî olup 1945 yılında Şarday diye adlandıracağımız ve bilinen sebepler yüzünden asıl ismini, vermekten çekindiğimiz bir Fransız kasa basında geçer. Almanya’dan Fransız harp esirlerini getiren bir tren de on kişilik kompartımana on iki kişi sığışmış, yorgunluktan bitap olmakla beraber beş yıllık gaybubetten sonra nihayet memleketlerine, evlerine, ailelerine tekrar kavuşacakları için neşe ve se vinç içinde seyahat ediyorlar.

Hemen hepsinin, bu yolculuk esnasında, düşüncelerine hakim olan şey kadın hayalidir. Hepsi aşkla, ümitle, bazdan endişe ile karılarını düşünüyorlar. Onları es kişi gibi sadık, değişmemiş bulacaklar mı? Bu uzun yalnızlık yıllarında kimlerle görüşmüşler? Ne ile vakit geçirmişlerdir? Müşterek hayat yine mümkün olacak mı? En müsterihleri babalardır. Karılar bilhassa yavruları ile meşgul olmalılar. Bu yavrular ilk günlerim yabancılığını unutturacaklar. Kompartımanın bir köşesinde heyecanlı çehresi, aşk ateşiyle parlayan gözleri ile Fransız’dan daha çok bir İspanyol’a benzeyen zayıf, uzun boylu bir adam oturmuştur. İsmi Penoieymer olup aslen Şardöylüdür.

Tren gecenin sessizliği içinde yol alır ve'lokomotifin düdüğü tekerleklerin yeknesak gürültüsü içinde duyulurken o yanında oturan adamla konuşuyor:

— Sen evlisin değil mi Satürnen?

— Evliyim tabii.. Harpten iki yıl evvel evlendim.. İki de çocuğum var.. Karımın ismi M....’tır; görmek ister misin?

Kısa boylu; neşeli yüzünde bir bıçak yarası bulunan Satürnen iç cebinden eskimiş, yağlı bir cüzdan çıkarıyor ve yırtık bir fotoğrafı gururla gösteriyor..,

Leymer:

—Karın güzelmiş, diyor. E! söyle bakalım hiç endişe etmiyor musun? -

— Endişe mi? Sevinçten deli gibiyim. Neden endişe edecek mişim? .

— Güzel de ondan, hem de yalnız, sonra başka erkekler de var...

— Beni güldürüyorsun! Mart için başka erkekler yoktur. Birlikte çok mesuttuk... Ya sana beş yıldan beri yazdığı mektupları gösterirsem... , .

— Hal ha! mektuplar ha!.. Bu bir şey ifade etmez.. Ben de güzel mektuplar aldım... Bununla beraber endişedeyim.

— Karından emin değil misin?

— Eminim... Hiç olmazsa eskiden emindim. Belki de herkesten; daha çok.. Biz altı senelik evliyiz ve aramızda ufak bir hadise bile olmadı.

— O halde?

— Bu mizaç meselesi dostum.; Ben onların saadetlerine asla inanamayanlardanım. Kendi kendime Helen’in bana nazaran daha güzel, daha zeki, daha iyi bir insan olduğunu daima söyledim.. O elinden her iş gelen tahsilli bir kadındır. Tam bir ev hanımıdır da... Bir köylü evine girer orasını cennet yapar çıkar. Harp esnasında evlerimize sığınan mülteciler olduğunu ve oraların da ecnebilerden, müttefiklerden benden daha güzellerinin bulunabileceğini düşünüyorum da, kasabanın en güzel kadını herhalde onların nazar dikkatlerini çekmiştir diyorum.

— Fakat seni seviyorsa...

— Öyle ama dostum,. beş yıl yalnız kalmak ne demektir biliyor musun? Şardöy benim memleketim. Onun orada akrabası yok. İhanet: için şartlar hazır demektir.

Beni güldürüyorsun vallahi! sen çok sevimli bir adamsın.. Sonra farzetki bir şeyler olsun.. Unutmuşsa ne değeri var?. Bak, bana deseler ki Mart...Ben de "Pekâlâ! derim, deha fazla bir tek kelime söyleme!.. O benim karımdır; harp vardı; yalnızdı; şimdi sulh geldi. Herkes yerli yerine.

Leymari:

— Ben senin . gibi düşünmüyorum, diyor. Dönüşümde en ufak bir şey öğrenirsem.

— Ne yaparsın? Onu öldürecek değilsin ya?

— Haşa hiç bir şey yapmam. Bir tek lâkırdı bile etmem. Fakat ismimi değiştirir, başka bir yere gider kaybolurum. Ona para verir bırakırım. Benim elimde sana tim var. Belki de aptallık.. Fakat ne yapayım elimde değil, ben böyleyim: ya hep, ya hiç.

Tren düdük çaldı; ray değiştirdi, bir istasyona giriliyordu. Her iki adam da sustular.

Şardöy belediye reisi ayni zamanda kasabanın öğretmeniy­di. Bu mert, babacan/ ihtiyatlı bir adamdı, Bir sabah, vekâletten, kuzey-batı istikametinde hareket etmiş kafileye mensup Röno Leymerin 20 ağustosta döneceğini bildiren bir tel alınca, madam Leymere haber etmeye karar verdi. Onu bahçesinde çalışır buldu; bu, kapının her iki tarafında yük selen asma gülleri ile kasabanın en güzel bahçesiydi.

— Madame Leymer, herhangi bir tehlikeli sürprizi önlemek için kocalarının dönüşünden haberdar edilmesi icap eden kadınlardan olmadığınızı biliyorum. Hattâ müsaadenizle söyleyeyim, terbiyeniz ve hattı haşekatinizle herkesin hayranlığını celp ettiniz. Boşboğaz kadınlar bile hakkınız da dedikodu yapacak hiç bir şey bulamadılar.

Madame Leymer, dudakların­da tebessüm:

— Sayın belediye reisi, insanlar her zaman söyleyecek bir şey bulurlar, cevabını verdi.

— Biliyorum, hanımefendi, biliyorum... Fakat siz onların hepsinin dillerini bağladınız. Haber vermemin yegâne sebebi sevinç ve neşenizi görmek içindir. Onu güzel bir şekilde karşılayacağınıza eminim. Siz de bizler gibi her gün iyi yemekler yemiyorsunuz, fakat böyle bir günde...

— Çok haklısınız, sayın belediye reisi, Rönoya mükellef bir sofra hazırlayacağım, 20 Ağustos- demiştiniz değil mi? Kasabada saat kaçta olur acaba?

— Vekâlet “kafili: saat 23 te Faristea ayrılacak, diyor. Bu trenler yavaş giderler. Röno’nun Sivriye istasyonunda inmesi ve dört kilometrelik yolu yayan yürümesi icap eder. En erken öğleye burada olmalı.

— Müsterih olun, sayın belediye reisi, iyi bir öğle yemeği yiyecek.” Sizi yemeğe neden da­vet etmediğimi tabii anlarsınız. Ziyaretinizden ne kadar memnun olduğumu söylemeye hacet yok.

— Herkes sizi takdir ediyor, madam Leymer.. Buralı değilsiniz ama bizler buralı kabul ediyoruz.

20 Ağustos sabahı Helen Leymer saat 6 da kalktı Gece uyuyamamıştı. Bir gün evvel taşlıkları yıkamış, evi silip süpürmüş, perdeleri değiştirmiş, odayı döşemişti. Sonra Şardöyün en iyi her beri Marsiyal’a gitmiş, saçlarını ondüle yaptırmış ve kıvırcıklığın bozulmaması için file ile uyumuştu. Çamaşır dolabını gözden ge

çirmiş ve uzun yalnızlık yıllarında hiç giymediği ipekli gömleğini çı­karmıştı. Yalnız hangi elbiseyi giymeliydi? Kocası eskiden, mavi beyaz çizgili ipek elbisesini sever di; Onu giymiş fakat kemer hayli zayıflamış vücuduna çok bol gelmişti. Hayır kendi diktiği si­yah robu giyecek ve onu renkli bir kemer ve yaka ile süslüye çekti.

Sabah kahvaltısını yapmadan evvel kocasının sevdiği şeyleri hatırladı. Ne yaparsın ki 1945 yılı Fransa’sında her şey eksikti.. Yemek sonunda çikolataya bayılırdı, ama çikolatayı nereden bulmalı?

Bereket versin küçük kümesinde her zaman yumurta vardı, sonra kocası onun için herkesten iyi omlet yapmasını bilir derdi. Pişmiş elmayı, haşlanmış eti de severdi,

fakat Şardöy’de et de bulunmazdı. Bir tavuk kesmeğe karar ver di.. Sonra yakın bir ilde, bir bak kalın gizlice çikolata sattığını kendi eşine söylendiğini hatırladı, gi­dip almağa karar verdi.

“8 de hareket eder, 9 da dönerim. Döndüğüm zaman mutfak işleri ile uğraşmamak için gitmeden her şeyi hazırlarım.„.

Çok heyecanlı olmasına rağmen fevkâlâde neşeliydi. Hava ne kadar güzeldi! Sabah güneşi vadiyi hiç bir zaman bu günkü kadar aydınlatmış değildi, Bir ta raftan şarkı söylüyor, bir taraf dan da sofrayı hazırlıyordu.

"Kırmızı ve beyaz kareli sofra örtüsü... Birlikte yediğimiz ilk yemekte sofraya örtmüştük.. Bakmakla doyamadığı kareli pembe tabaklar... Bir şişe köpüklü şa­rap... ve bilhassa çiçekler.. Sofra masasında çiçeği ne kadar sever di. Benim için... Herkesten iyi buket yapar, derdi.,,

Beyaz kasımpatı, gelincik, peygamber çiçeği ile üç renkli bir buket yaptı. Hareket etmeden evvel kapının önünde, kolunu bisiklete dayamış bir-halde, açık pencereden uzun uzun odasına baktı Evet hakikaten her şey mükemmeldi. Bunca felaketli günlerden sonra Röno tekrar evine dönüp karısını hiç değişmemiş .bulacağı için şüphesiz hayret edecek. Hayret edecek ve sevinecek.. Pencereden büyük aynada kendine baktı. Biraz zayıflamıştı, fakat her zamankinden daha çok genç, da ha çok aşık... Mesuttu.

Kendi kendine.

“Haydi, dedi... Saatine baktı. Aman yarabbi ne çabuk 9 olmuş Tahminimden daha fazla vakit aldı bu işler. Belediye reisi öğleye gelir demişti. Ben ondan daha evvel eve yetişirim.

Leymerlerin küçük evi kasa banın obur ucunda öyle tenha bir yerde idi ki kimse zayıf, ateş gözlü bir askerin bahçeye girdiğini görmedi.

Bir an arıların vızıltısını dinleyerek çiçeklerin güzelliğine, evine temizliğine hayran bir halde baka kaldı. Sonra yavaşça:

— Helen!, diye seslendi.

Hiç kimse cevap vermedi. Bir çok kereler:

— Helen!. Helen!, diye bağırdı.

Ürkek adımlarla eve yaklaştı; pencereden baktı; iki kişi için hazırlanmış masayı, çiçekleri ve köpüklü şarabı gördü. Başı döndü, düşmemek için duvara dayandı. Kendi kendine:

— Korktuğum başıma geldi, dedi. Demek yalnız değil.

Helen eve döndükten bir saat sonra komşu kadın:

—Rönoyu gördüm dedi yolda alabildiğine koşuyordu; çağır dun, başını bile çevirmedi.

— Koşuyor muydu? Ne tarafa doğru?

— Siviyeye doğru.

Helen hiç bir şeyden haberi olmayan belediye reisine başvurdu:

— Korkuyorum, sayın bele diye reisi.. Röno hassas ..ve kıskanç mizaçlı bir insandır. İki senelik sofrayı gördü.. Kendisi için Olduğunu anlayamadı.. Onu hemen’ bulmalıyız sayın belediye reisi hemen, Eve bir daha dönmeyebilir. Bilseniz, onu ne kadar seviyorum!

Belediye reisi Tasviye istasyonuna bir bisikletli yolladı, etrafa haberler saldı, fakat Röno Leyiner kayıptı.

Helen sıcaktan solan çiçeklerin bulunduğu masa başında bütün gece oturdu. Ağzına hiç bir şey koymadı. Aradan günler, haftalar, aylar geçti' şimdi tam iki yıl oluyor, kocasından haber yok. Bu vakayı onun okuyup, hakikati öğrenerek eve dönmesi ümidiyle yazıyorum.