Güneş doğarken Halkevinden on iki arkadaşla doktorlarımızla birlikte makineye binerek şehitler caddesi (Şehre küstü) yolundan güneşin battığı yere doğru gözlerimiz kurulmakta olan köy enstütüleri, gönüllerimiz, kazalarda ve köylerde açılacak halkevleri ve halkodaları teşkilâtının bir an evel iş sahasına girmesi gayesinde ilerliyorduk. Her uğrağımız olan köyde gözlerimiz muallim arıyor du. Hem öyle muallim kî, köyündeki vazifesini gelecek yıl şehre nakletmek için senenin sonunu değil köylüyü başarı yolunda bekliyerı, talebesinin gözlerini yükselişe diken muallimler görmek istiyorduk.

İleride büyük Türk imparatorluğunun mamur şekirleri kurulacak olan yemyeşil ovalarda köy var köylü yok... Meydan var küheylan yok... Susamış toprak var su yok. Toprağın ayağına kapanan ırmak var, onu suya kandıran yok... Dertli çok, derman yok: Fakat bütün bunlar bizi ümütsüzlüğe düşürmeksizin, yalan bilmiyen, nankörlük etmiyen feyizli toprağı süze süze ilerliyorduk. Heyetimiz her vardığı yerde iş bölümü esasiya göre çalışmasına başlıyordu.

Köylü ile hasbihal ederken onu candan sevmemek kabil değildi, tetkikini istediğimiz folklor mevzuları üzerinde ilk önce kendimiz söze başlıyor, türküleri ilk önce biz çağırıyorduk. Biraz sonra köylüden herşeyi dinliyor, Öğreniyorduk. Güneyseye vardık. Halkevi sosyal yadım şubesi başkam dişçi Hayri Altunözün eli makina çabukluğuyla işliyordu. Yarım saatte "çekdiği dişin sayısını ben de yitirdim. Folklor tetkik ve derleme mütehassısı Ferruh Ar sunar, köylüyü söyletmek için vesileler buluyor, göz mütehassısı doktor zeki Onat göz hastalıklarını muayene ediyor, köylüler kar şısmda hehimizin kafası işliyordu.

Bu geziden asıl maksat Folklora vermek istediğimiz önemdi. Türk köylüsünün örf ve âdetleri, oyunları, inanışları, küçük sanatları; masal, fıkra, atasözleri, müzik ve manileri, kıyafetleri ve konuştukları dilleri başlı başına birer folklor tetkik mevzuları idi. Şimdiye kadar gereği gibi önem verilmemiş ve hatta ihmal edilmiş olan bu kısım araştırmalar bir milletin en milli davası ve bu tetikler neticesinde meydana gelmiş olan eserler de o milletin geçmişe ait en esaslı kültür ve sanat kaynakları olmuştur. Hatta denilebilirki bir milletin özü, temeli bu çeşit tetkikler üzerine kurulmaktadır ve bu bağ o milletin en çözülmez bağı olmuştur. Tarihin tetkik alanına sığamıyan, kendine mahsus İlmî araştırma usul lerine tâbi olan ve çok zengin müzeler tesisine yarayan bu tetkikler her milletin millî tarihîne şeref ve servet fasılları ilâve etmistir. Gezdiğimiz yerlerde, bu çalışmalara hız verilmesi icabettiğini, artık bekliyecek zaman kalmamış olduğunu anladık. Geçmiş zamanlarda buralara elli bin çadır kurarak yerleşmiş olan barak ve Eîbeyli Türklerinin dilden dile dolaşan ve bu havaliyi şerefle dolduran menkıbelerini bugünkü ozanlarının ağzından yanık, heyecanlı türkü ve maniler şeklinde dinlemek kadar zevkli bir şey tasavvur olunamaz. Bugün Suriye sınırları olan bu yerlerde, ihmal ve müsamaha ile geçen her an bu hazînelerin izlerinin bile silimtiesi neticesini verir. Bu tetkikler neticesinde meydana çıkan başka bir hakikat de şudur huduttan gelen folklor örnekleri ve Türk folklorunun onlar üzerinde yapmış olduğu müsbet tesirler...

Atalarımızın geleneklerini, her türlü yaşama, giyinme, konuşma bilgilerini şifahî olarak devam ettiren halk ve köylüden maddî ve manevî tetkik ve derleme uğrundaki çalışmaların neticesi olarak elde edilecek olan eserlerin de gaziantepte teşkil edilmekte olan Müze, tarihî mahafazası vazifesini görecek, gerek maddi gerek manevî her iki iş de beraberce yapılmış olacaktır.

Bu araştırmalar ne kadar derinleştirilirse kıymetçe o kadar yüksek olacaktır. Çünkü. Büyük Türk Milletinin çok eski bir tarih boyunca yaratmış olduğu büyük eserler şüphe kabul etmiyen bir hakikat olmuştur. Bu kadar büyük bir medeniyet yaratıcısı olan Büyük Türk Milletinin kültürünü tetkik etmek yalnız millî tarihimiz için değil medeniyetler tarihi için de çok önemlidir. Akşama doğru, ruhumuzun ezelî aşinası olan Fıratm esrarlı melodisile baş haşayız.. Kıyılarında renkli ışıklar gezen, güneşin yedi, rengini tahlil eden sularının aynasında temiz ve cömert Türk kanı çağlıyan Fırat... Her zerresinde millî benliğimi gördüğüm Müzike sesler veren Fırat... Renkleri mineliyen dalgacıkları üstünde dönen rüzgârları Türke ait destanlar okuyan Fırat.. .

Kararan hudut ufukları karşısında gözlerim de kararır gibi olmuştu, güneş de batmak üzere idi, makinemiz Nizibe doğru hareket etti kalbime de şu mısralar doğdu:

FIRAT

Ey yayla sularını çöle bırakan fırat,

Çağlayan bir kevserken bulanık akan Fırat!.

Niçin, durgun isteksiz bir hal almış akışın,

Damardan fışkırıp da yürekler yakan Fırat.

Rüzgârın Türk ruhunun ahengini taşıyor,

Kumsabn Bayrağımla kan rengini taşıyar...

Her zerrende Tarihin heyecanı yaşıyor,

Bir millî duygumuza bin yelken takan Fırat.

Âşıkların selamda.. Çevrene bakarak ak...

Yükseklerde gördüğün her ay yıldızlı Bayrak

Sana açıyor kucak, sana, açıyor kucak.

Ey yurdumun silinmez izleri çakan Fırat.

Hayat saçan suyunu hangi zikzaktır çeken,

Cennet vadilerinde kurbağalar mıdır sekeu,

Altın ovalarını şimdi kim sürüp eken?.

Ey bizim olan Fırat, Ey bize bakan Fırat

Yad ellerden geçerken adın serap mı şimdi?

Sorduğun anıtların hepsi harap mı şimdi ?

Abu hayat suların Abu azap mı şimdi ?

Hani çağlıyanların çağla Fırat, yan Fırat!

Coş sen de benim gibi âğla Fırat, yan Fırat!

Sabri GÜZEL