Halkevimizde on gün teşhir edilmiş olan sergi, yalnız bir kaç amatörü mükâfatlandırmakla kalmamış, altı bine yaklaşan ziyaretçiyi memleketimizin güzellik kaynağı olan bucaklarında gezdirmiş, yurdumuzun bediî manzaralarını yurddaşlarımıza tanıtmıya çalışmıştır.

İnsanların duygularını, heyecanlarını bir makine ile tesbit etmek mümkün olsaydı güzel sanat eserlerinin yarattğı tesirler, o eserleri seyretmezden önceki durumlarile karşılaştırarak anlardık. Meselâ bir ressam fırçasının ruhlar üzerinde oynadığı rolü ve husule getirdiği coşkunluğu maddî olarak ölçmek imkânını da bulabilirdik. Fakat, şimdi biz bu neticeyi sergiyi gezerken, gözlerimiz önünde açılan geniş ufuklar, bediî âlemler karşısına serilen ve sanat zevkimizi yaşatan cihanlarla fark edebilmekteyiz. Yeter ki o seseri yaratan fırçada ibda ve icat kudreti bulunabilsin. O bize bir ağaç resminde, yaprakların kımıldadığını; bir vücut resminde ise damarlarımızdaki kanın dolaştığını gösterebiliyor mu? Eğer sanatkâr eserinde bunu yapabiliyorsa sanata can vermis duvardaki resimlere geçit resmi yaptırtının oynadığı rol tabiî daha başka bir şeydir. Temeli resim sanatı üzerine kurulmuş olan bu sanat, bazı tabiî kanunların tesiri altında olarak hayatı idare eden içtimaî kanunlara ışık vermekte ve insanların mukadderatı üzerinde en büyük roller oynamaktadır.

Eski çağların kör ve mantıksız zihniyeti resim sanatının lüzumunu anlayamadığı gibi resim yapmayı da günah saymakta idi. Osmanlı edebiyatının geri kalmasının sebebi de bu idi. Eski şairlerimizin resim sanatının önemini kavrayamamaları, onun yalnız estetik âleminin değil, hayatın en gizli safhalarına kadar nüfuz etmiş olduğunu fark edememeleri; onları edebiyatta da, tabiatı taklit etmek hususunda ihmale sevk etmiş ve netice itibarile edebiyatımızın geri kalmasına sebebiyet vermiştir. Halbuki bugün, her alandaki gelişme ve yükselme, muvaffakiyetini resme borçludur. Hatta tedris usulü fenninde bir söz vardır: resimden istifade edemiyen bir ilmin tedris usulü de noksan sayılmak icap eder.

Halkevimizdeki resim sergisinin uyandırdığı hareket dolayısiledir ki serge kaldırıldığı halde amatörler; güzel sanat havası dalgalanan biro dada, halâ sanat aşkının cazibesi altında ferağatle çalışıyorlar. Ve güzel sanat eserlerinin âdil sanatlere nisbetle karakteristik vasfı olan vasattan yukarıya tırmanmağa uğraşıyorlar. Ziya paşanın dediği gibi:

“Erbabi kemali çekemez nâkıs olanlar”

Rencide olur didei huffaş Zıyadan”

Sözlerimi meşhur ressam “Rafael” e ait bir vak’a ile bitireceğim:

“Rafael”i kıskanan başka bir Ressam yaptığı bir meyva tablosunu bir sergiye koymuş, bunu dışardaki kuşlardan birisi hakiki meyva zannederek pencereden içeriye girmiş ve meyva resmini gagalamağa başlamış.. Bunu muvaffakiyet vesilesi sanan o, Rafael’in rakibi olan ressam, Rafael’e, benim kadar Ressam olamazsın diye öğünürmüş. “Rafael” ertesi seneki sergide bir duvarın tamamen kendisine tahsis edilmesini rica etmiş ve uzun zaman bu duvarı kadife bir perde halinde boyamış, üzerine de kendi levhasını asmış, serge açıldığı gün, kendisini tenkit için koşarak gelen arkadaşı, “Rafael”in levhasını görünce kendisile alay etmek arzusuna kapılmış ve hızla o tarafa gitmiş, perdeyi açarak içeriye girmek istediği zaman küt diye kafasını duvara vurmuş, tabii sersemlemiştir. Bu sırada bir tarafa gizlenmiş olan “Rafael” meydana çıkmış ve “hangimizin daha üstün bir sanatkâr olduğunu takdir ettin mi? Sen nihayet hayvanları kandırabilirsin, fakat unutma ki, ben seni kandırdım” diyerek arkadaşını çok gülünç bir duruma düşürmüştür.

Ümid ederim ki, bugünkü küçük ressamlar da gelecek senelerdeki sergilerde kendilerini çekemiyenleri gülünç vaziyete düşürecek eserler meydana koyacaklardır.

Yazan: Sabri GÜZEL