Bu deyiş, Gaziantep Atasözlerindendir. Güneş, hepimizin bildiği şey. Meneş, bundan altmış yıl önce yaşamış, Antepli bir ses ve saz sanatkârını adıdır, Ermenidir. Meneş’in beş kişilik bir saz heyeti vardı. Çaldıkları aletler: Keman, Ud, Darbuka, Kanun ve zilli tef idi. Kemanı Zadik adlı bir Ermeni, Kanunu da (Kara) adlı biri çalardı. Kara da Ermeni idi. Bu heyet, zamanki Antep’in en seçkin bir saz takımı idi. (Zaik)’in keman çalması dillere destandı. Bu kemancı, güzelde okurdu. Sesi çok dokunaklı idi. Hele Meneş’in... Hele Meneş’in sesi o kadar tatlı ve tiz idi ki belki 3 kilometre mesafeden dinlenebilirdi.

“Yine sürgün avına çıktı gamzelerin” diye ünlemez mi? Allah!.. Taşları, ağaçları dile getirir, lisan-ı hal ile Meneş’e sanki alkış tutarlardı. Meneş’e darbuka çalardı.

Meneş’in saz heyetindeki kanuncu kara için şöyle bir fıkra anlatırlar:

Meneş’in sazını dinlemek için bir köylü, bir kaç arkadaş ile gelirler. Ömründe kanun denilen çalgı aletini görmiyen köylü, saz heyetini göstererek arkadaşlarına sormuş:

- Şunun çaldığı zilli def, Şunun çaldığı deplek, (Darbuka). Şunun çaldığı kemani (Keman). Ya şu kır deyyusun dırmaladığı ne?

Bu söz, şimdi Gaziantep’te, kanun bulunan her saz heyetinde söylenir ve bir yarenlik konusu olur.

Meneşle zadiğin bulunduğu bu saz heyeti her yaz mevsiminde. Alleben yazlık gazinosunda çalarlardı. Şimdiki (Emirgân)’ın ve (Kızılay) binasının bulunduğu yer o zaman (Alleben Gazinosu idi.) Bu gazinonun orta yerine 2 metre yüksekliğinde beş kişilik bir taht kurulur ve heyet burada çalar, söylerdi. Saza her gün akşamdan üç saat evvel başlanır, akşam ezanı son verilirdi. O zaman elektrik yoktu. Sarhoşların gece karanlığında dağılıp da hadise çıkarmamaları için bu karar inzibatî bir tedbirdi.

Alleben gazinosunda saz dinlemeye ve içmeye gelen ehl-i keyf, çayırlar ve çimenler üzerine serilmiş kamış hasırlar, ya da hasırlı küçük iskemleler üstüne dof dof otururlur, serin söğüt gölgeleri altında, kevser sulu pınarlar başında, Alleben’in beyaz kumlu gümüş deresi kenarında içerler, içerler, içerlerdi. Bizim evimiz de bu gazino yakınlarında olduğu için bende geride bir yere söylenir, dinler ve seyrederdim.

Güneş batmıya yaklaşınca gazino garsonları avaz avaz bağrışmıya başlarlardı:

Den (Deyin) babam davranın, Güneş gediyy… Meneş gediyy! (Gidiyor) derler ve içkilerini çabuk bitirmelerini ihtar ederlerdi. İşte bu söz şimdi Gaziantep’in atasözlerindendir. Şimdi sayın okurlarım:

- Peki bu sözde ne var ki bunun önemi ne? diyebilirler.

Haaa! Bunu ben izah edeyim. Bu söz yalnız meneş için ve bir içki alemi için söylenmiş boş bir laf değildir. Bu atasözü aynı zamanda her Gaziantepliye bir ihtardır.

Bilirsiniz: Gaziantep’te, yazın ve güneşin hararetinden istifade edilerek bir çok kış, hazırlıkları yapılır: Bulgur kaynatılır. Kuruluk kurutulur.

(Gaziantep’te kış için kurutulan bamiya, fasulye, patlıcan, biber, dolmalık kabak ve benzeri şeylere: “Kuruluk” derler.)

“Güneş gediyy, Meneş gediyy” demek şu demektir:

Ey Gaziantepliler! Bu güneş, bu yazın sıcaklıkları fırr demeden geçer gider. Tenbel tenbel oturmayın, çalışın, kış tedariklerinizi görün. Yazın baş kaynar. Kışın aş kaynar!..

“Yazın gölge kovanın, kışın hulku dar olur;

Eller ekmek yiyende onun unu kar olur”

Demek bu atasözü, Anteplileri çalışmaya teşvik gibi sosyal bir önem taşır. Demek: “Güneş, Meneş” kelimeleri, kaçırılmaması gereken fırsatlar sembolüdür. Kâşki, bildiğimiz her atasözünün, söyleniş sebep ve hikmetlerini de bundaki kadar bilebilsek?

Şakir Sabri YENER