Konferansı veren: Ankara Dil- Tarih Coğrafya Fakültesi Sümeroloji Ordinaryüs Profesörü B. Landsberger

Türkçeye çeviren:

Sümeroloji asistanı Dr. Kemal Balkan

1- Kaynaklar:

İl dahilinde görülen sayısız höyükler memleketin en eski tarihinin şahitleridir. Bunlardan bir çoğu üzerinde binlerce sene evvel olduğu gibi bu günde Gaziantep’in kendisinde de görüldüğü veçhile, köyler ve şehirler bulunmaktadır. Fakat yakın zamanlara gelinceye kadar bu şahitler bize hiç bir şey söylemiyorlardı. Bunlar az zaman önce konuşmaya başlamışlardır. Takriben 100 yıl önce çözülmeye başlamış olan çivi yazısı vasıtası ile İsa’dan önce 2000 yıllarındaki tarihi vaziyete ve hatta daha eski çağlara nüfuz edilmiştir. Çivi yazısı başlıca üç dilin ifade vasıtası olmuştur: Sümerce, Akadca „Yani Asurca ve Bahilce,, ve Etice Akadca’nın anlaşılmasında bu gün en küçük bir müşkülata rastlanmamasına mukabil Sümerce ve Etice tamamen ve o derece kolay anlaşılamamaktadır.

Tarafımızdan incelenmekte olan bölgede diğer yazı nevileride görülüyor; Eti Hiyeroglif yazım ve Fenike yazısı, Bu yazılardan birincisinin çözülüşü bütün ilerlemelere rağmen başlangıç safhasındadır. Fakat Ceyhan Şehri yakınında ve son aylarda Karatepede’ki kazılarda ele geçen aynı zamanda Fenike ve Eti hiyerogliflerini ihtiva eden kitabeler yakında Eti Hiyerogliflerinin tam anlaşılmasına yol açacaktır. Hiyeroglif yazısının bu vilâyet toprakları üzerinde tekmil tarihî yerlerde kullanılmış olmasına mukabil, Fenike yazısı kısa bir devir için ancak İslahiye havalisinde kullanılmıştır.

Fakat henüz yazılı kaynakların bulunmadığı zamanlarda şahitler tamamen susmaz. Modern ilim iskân yerlerinin tarihini tespit etmek için çanak çömleklerden, mühürlerden ve diğer kalıntılardan istifade etmek usulünü koymuş olup bu vasıta ile kadim ye batmış kavimlerin aralarındaki münasebetleri araştırmaktadır. Sayılan yardımcı vasıtalarla Prehistorik kültürler birbirinden ayrılmakta ve kültür çevreleri çizilmektedir.

Fakat bu vazife hemen hemen hiç bir yerde hafriyat yapılmadığından dolayı bu vilâyet için bilhassa güçtür. Ancak vilâyet sınırlarında bir taraftan Kargamış’ta, öte taraftan. İslâhiye yanında Zincirlide kazılar yapılmıştır.

Bu kazılarla ancak M. Ö. 600-900 yılları arasındaki devirleri ilgilendiren tabakalar açığa çıkarılmıştır. Buna rağmen elde az miktardaki yazılı kaynaklara ve civar sahalarla kıyaslamalara göre şimdiden ancak umumi hatlarla bu çevrenin tarih çizgileri çizilebilir. Bu tecrübe kesin neticeler yerine bazen ancak sual halinde muayyen problemlerin varlığını gösterebilir.

2 — İlk yerleşmeler:

Gerek en eski yer adlarının tahlili ve höyüklerin, en eski tabakalarının incelenmesi şehirlerin kurulması tarihinin ön Asya’da ve Avrupa’da takriben aynı tarihlere düştüğünü göstermektedir. Umumî yerleşmenin vuku bulduğu, çağ kalkolitik denen prehistorik devirdir ki bu zamanda taştan âletlerle birlikte ilk maden âletler de kullanılmaya başlamıştır. Daha eski neolitik şehirler çok nadirdir. Yer adlarının incelenmesi göstermiştir ki ön Asya’dan İspanyaya kadar uzanan sahadaki şehirleri aynı kavim kurmuştur. Bu bölgedeki Argan’da ve Kargamış gibi eski yer isimleri adı geçen kavimlerinde buralarda da yerleşmiş bulunduğuna delildir. Fakat en eski çanak çömleği göz önüne alacak olursak kalkolitik devirde Torosları birbirinden ayrılmış iki büyük kültür vardı Torosların doğusunda bu çağın çanak çömlekleri çeşitli nakışlarla süslü ve boyalıdır. Buna mukabil sınırın garbindeki bölgede ta Ege denizine kadar boya süsü tamamiyle meçhuldür. Her ne kadar burada Orta Anadolu çanak çömleği de bulunmasına rağmen Gaziantep yine de şark kültür çevresine ait bir bölge idi. Burada medeniyet Tell — Halaf çağı denen devirde en parlak dereceye varmıştır. Bu kültürün merkezi Habur sahasıdır. Son derece sanatkârane yapılmış boyalı, nakışlı tabaklar, parlak kara taştan mühürler her şeyden evvel Obsidian âletler bu medeniyetin alâmetleridir. Obsidian ancak Ararat ve Erciyes dağlarında bulunduğuna göre bu devirde ticaretin varlığına hükmolunabilir. Maden son derece nadirdir. Gaziantep bölgesi Tell— Halaf kültür çevresine aitti. Fakat Habur mıntıkasında ele geçen ince eserlere şimdiye kadar buralarda rastlanmamıştır.. İyice araştırılmış olan Hatay’da da bu mütekâmil numunelere rastlanmamıştır.

3— Bakır devri:

Bütün höyüklerde kalın kalkolitik Kültür tabakaları bulunmuştur. kalkolitik devri takip eden Bakır devri tabakaları da ondan daha az kalın değildir, Orta Anadolu’da, birbirini takip eden çanak çömleği aşağıdaki şekilde adlandırırlar:

a) kalkolitik devir

b) Bakır devri,

c)Eti devri.

Bu üç nevi çanak çömlek, birbirinden bariz bir şekilde ayrıdır. Bunların umumi hatlarıyla tarihlenmesi şöyledir;'

a) 2500 - 3000.

b) 2000- 2500.

c) 1200 - 2000.

Üç tesmiyenin de tamimiyle isabetli olmadığından sarfı nazar Orta Anadolu’da kalkoilit çağda maden âletleri bol bol bulunur. Bakır devrinde klâsik tunç görülür ki bu, yüzde 80 bakır, yüzde 20 kalaydan mürekkep bir halitadır. Etilere atfedilen çanak çömleği Anadolu’ya Etilerin getirdiği de çok şüphelidir. Fakat bu tabirler o kadar kökleşmiştir ki artık değiştirilemez. Bizim bölgemize gelince; kazılar yapılmadan önce, şu noktaları tespit edebiliriz: Zikredilmiş olan Orta Anadolu çanak çömleği buralarda da bulunursa da bunlar hâkim nev’i teşkil etmez. Tel Halfa çanak çömleği ortadan kalktıktan sonra başka nevi boyalı çanak çömlek görülür. Belki de Habur keramiği denen ve Hatay’da Tell—Halaf keramiğinden sonra görülen keramik belki bu sahaya da yayılmıştı. Bakır devri denen çağda Hatay ve Doğu Anadolu için karakteristik olan hususiyetler belirir. Bunlar kaideleri hayvan tasvirleriyle süslü yarım küre ve saplı plâk şeklinde mühürlerdir. Bunlar vesikaların tasdiki için değil, kapıların ve büyük kapların pompajı içindir.

Bakır devrinin ikinci yarısında Mezopotamya’dan ithal edilmiş üstüvanî mühürler görülür. Bu suretle bu sahalar ilk defa olarak Sümer kültürü ile temasa gelmektedir. Bakır devrinde bu kültürün yayılma alanında hangi dilin konuşulmuş olduğunu söyleyemeyiz. Buraya batıdan Etilerin, doğudan hurilerin girdikleri yolundaki fikir bir faraziyeden başka bir şey değildir. Hurilerin dillerinden müteakip bahiste söz açılacaktır.

4 — Asur ticaret kolonileri devri

2000 yıllarından hemen sonra, merkezi bir taraftan Musul’un cenubunda Asur, diğer taraftan Kayseri yanında Kani; şehirleri olan, canlı bir ticaret başladı. Anadolu bu devirde iktisadî bakımdan büyük bir yükselme noktasına varmıştı. Kazılar, bu zamanda şehirlerin büyüdüğünü ve çeşitli esnafların mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Manzara ilk yazılı kaynaklardan edindiğimiz manzaraya da uyar. Bu vesikalar Kayseri yanında Kaniş’te bulunan tüccarların arşivinden ele geçmiştir. Bu ticaretin hedefi Anadolu’ya doğudan kalay ve kumaş sokmak, Anadolu’dan altın ve gümüş ihraç etmekti. Bunun yanında tüccarlar Anadolu içinde bakır ticaretiyle de uğraşıyorlardı. Asur dili ve yazısı yerli Anadolu beyleri tarafından alınmış ve vesikalar tanziminde kullanılmıştır. Asur ve Kaniş şehirleri arasında ticaret iki yol takip ediyordu. Kuzey yolu: Diyarbakır, Malatya ve Gürün üzerinden geçiyordu. Bu yol cenuptakine nazaran güç ve tehlikeli idi. Güney yolu; Birecik civarında Fırat’ı aşmakta ve Gaziantep — Maraş üzerinden Kaniş’e uzanmaktaydı.

Bu canlı ticaretin tarihi M. Ö . 1850 yılına düşer. Bundan 80 yıl kadar daha sonra, zamanın tarihini Rekonstrüe etmek için hiç beklenilmeyen bir tarih kaynağı ortaya çıkar. Şamşi - Adad adlı bir Sami kabile reisi Cezire’de büyük bir devlet kurmuştu. Asur’u ele geçirmişti. Hâkimiyeti zaman zaman Fırat’ın batısına kadar da uzandı. Şamşi—Adad Sümer kültürünün ateşli bir taraftarı idi. Babil idare sistemini muvaffakiyetle kopya etti. Devletini iki küçük krallığa ayırmıştı. Oğlu Yasmah—Adad’a ait olan aşağı krallığın arşivi orta Fırat’ta Mari şehrinde bulundu. Bu arşivin binlerce tabletinden şimdiye kadar birkaç yüz tanesi neşredildi. Bunlardan Fırat’ın batısında bulunan ve Şamşi—Adad’ın devletine komşu olan, güneyden kuzeye doğru uzanan şu memleketler hakkında bilgiler ediniyoruz; 1) Halep, 2) Kargamış, 3) Urşu , 4)Haşşu. Bunlara göre Urşu ve Haşşu memleketleri bugünkü Gaziantep Vilâyetinin güney ve kuzey parçalarını teşkil ediyordu. Urşu’yu belki de Birecik yanına ve Haşşu’yu Samsat civarına yerleştirebiliriz. Ticaret kolonileri zamanında Urşu önemli bir ticaret merkezi ve Asur’la Kaniş ara­sında mühim bir istasyon idi. Şamşi-Adad zamanında Urşu kralı Şevnam adlı birisi idi.

Tüccarların muhaberatından Urşu’dan başka, belki bu vilâyete yerleştirilmesi lâzım gelen iki ticaret şehri daha öğreniyoruz: Hurma ve Luhazantiya. Bunlardan Luhuzantiya, Kaniş ve Hatuş (Boğazköy) şehirlerine ıtriyat, baharat ve tuhafiye gönderilen bir pazardı.

Söylediğimiz gibi büyük bir ihtimalle vilâyetin doğusunun Hurri kavmî tarafından iskân edilmekte olduğunu kabul edebiliriz. Bu kavim grubu bakır devrinde Van ve Urmiye gölleri arasındaki dağlardan etekteki düzlüklere sızmaya başlamışlardı. Yayılma sahaları doğuda Kerkük'ten batıda Toroslara ve güneyde Filistin’e kadar uzanmakta idi. 2000 den sonra onlar henüz bir kral idaresi altında birleşmiş bir kavimler heyeti mecmuası halinde idiler.

5—Etiler ve Mitanniler:

Şamşi—Adad’ın devleti geçici bir tezahürdü. Ölümünden sonra parçalandı. Az sonra 1700 yıllarına doğru birinci Hattuş ili idaresinde Etiler ilk defa olarak Halep’e kadar uzandılar. Bu istilâ da uzun zaman devam etmedi. Boğazköy arşivinden edebi bir vesika, takriben bu tarihlerde adı henüz tayin edilememiş olan bir Eti kralının Urşu muhasarasını hikâye etmektedir. Bu hikâye idare yolsuluğundan doğan kötü neticeleri anlatmak için bir ibret numunesi olmak üzere ilerideki nesillere intikal ettirilmiştir. Urşu şehri netice alınmaksızın uzun zaman muhasara edildi. Ne muhasara aletleri ve ne de kuşatma iş görmüyordu. Muhasaraya rağmen tüccarlar ve demirciler Haşşu, Kargamış, Halep’e ve Fırat’ın doğusundaki. Hurilere gidip gelebilmekte idi. Eti kralı muhasara Komutanı raporunu vermesi için Luhuzantıya’ya çağırdı. Bu hikâyeden, sonunda Urşu’nun alınıp alınamadığını öğrenemiyoruz.

Eski Eti devletinin en parlak kralı Birinci Murşişlidir ki devrini Milâttan önce 1600 yılları olarak tarihleyebiliriz. Hâkimiyetini Babil'e kadar uzattığına göre Gaziantep mıntıkasını ele geçirmiş olmalıdır.

Milâttan önce 16. yüzyılda şarktan büyük bir kavimler grubu göç etti. Bu akın Kas’ları Babil’e ve benim faraziyeme göre henüz ismini bilemediğimiz bir kavmi de ta Ege denizi kıyılarına kadar getirdi. Bu göçün son dalgası olarak Ari yani Pers ve Hint isimli Beyler Cezire’ye vardılar. Her yerde Hurri’lerin başlarına geçerek Mitanni devletini kurdular. Bu devletin merkezi Mardin civarında bulunması gereken Vasşukani şehri idi. Hâkimiyetleri güneyde Mısır’a kadar uzanmakta idi. Birçok küçük krallıklara ayrılmıştı. Küçük krallar da Şarktan gelmiş olan Asilzadeler sınıfındandı. Meselâ merkezleri Tarsus olan Kizvatna’da böyle bir küçük devletti, Hatay’da buna mukabil mahalli hanedan Mitanni devletine bağlı bir küçük krallık olarak hüküm sürmekte devam etti. Gaziantep mıntıkasının da Mitanni’ye bağlı bir veya birkaç küçük krallık teşkil etmekte olması muhtemeldir. Fakat bu memleketin ve Hükümdarlarının adını bilmiyoruz.

Mitanni’lerin hakimiyet çağlarını 1400—1500 olarak tespit ediyoruz. Bunların arkeolojik şahitleri bütün höyüklerde bulunan muayyen sanatkârane bir mühürdür. Bu zamanda gerek Beyler ve gerekse İdarî ve hukukî alanda. Babil dili yazısı kullanılıyordu. Her Dere beyinin Babilli bir kâtibi vardı. Bu suretle Sümer kültürü batıya geçti. Vaşşukani sarayında Hurri dilinde bir edebiyatın inkişaf edip etmediğini bilmiyoruz. Fakat Hurri mitolojisi o kadar zengindi ki Hurri destanları 13. yüz yıllarında Eti’ce tercümeleriyle Boğazköy’de Eti ıral sarayında okunmaktaydı. Bu efsanelerde hassa Tanrı nesillerinin ve dünya çamlarının değişmesi ifade edilmiştir.

Evvelâ dünyada gök Tanrısı hâkimdi. İkinci Tanrı nesli tarafından bu hâkimiyet kendisinden zorla alındı. Fırtına Tanrısı tarafından temsil edilen üçüncü Tanrılar nesli bu hâkimiyeti ele geçirdikten sonra bu güne kadar devam ettirdi. Bu üç nesil arasındaki mücadeleler, Mitlerin mevzuunu teşkil etmektedir. Bu efsanelerin özü Fenikelilerin tavassutu ile Yunanlılara kadar gitmiş olup Hesiod mitolojisinin özünü teşkil etmiştir.

14. Yüzyıldan sonra Mitanni hâkimiyeti sarsılmıştır. Büyük fatih Eti kralı Şuppiluliuma, Mitanni devletinin tekmil topraklarını kendi devletine kattı. Halep, Kargamış veMitanni devletinin merkezi olan Vaşşukani Eti küçük devletleri haline getirildi. Vaşşukani’ye Mitanni prensi Şuppiluliuma’nın damadı Şathivaza kral olarak tayin edilmişti. Gaziantep vilâyetinin bir kısmı o zaman Kargamiş küçük kralığına ait bulunmuştur. Bu devrin arkeolojik vesikaları her iki yüzü Eti hiyeroglifli düğme şeklinde mühürlerdir. Büyük TiIbaşar höyüğünde bu neviden mühürler bulundu.

6 — Geç Etiler:

1200 yıllarına doğru Eti büyük devleti anî olarak yıkıldı. Balkan yarım adasından Firig1er Anadolu’ya girdiler. Bunların yıkıcı tesirlerini her yerde görüyoruz. Firikler tarafından isti- lâ edilmiş olan sahalarda Eti kültürü de sona erer. Fakat Toroslar Firikler için bir set teşkil etti. Bazı yerlerde Toros’un garbinde bile bir hat boyunca Firiklere karşı konabildi. 350 yıl boyunca yazılı kaynaklarımızın 850 yıllarına kadar tamamen susmasından sonra Firiklerden kurtarılabilmiş olan bu sahalarda birçok küçük Eti krallıkları görüyoruz. Bunlarda Eti ananesi devam etmekte ve Eti hiyeroglif yazıları kullanılmaktadır. Bununla beraber onların kültürünü doğrudan doğruya Etı’ li olarak vasıflandırmak doğru değildir. Zira bu Geç Etiler Boğazköy’de konuşulmuş olan dili konuşmadılar ve Boğazköy’de tebcil edilen tanrılara tapmadılar. Onların konuştuğu dil için bu gün uygun, bir isim bulunmamıştır. Şüphesiz onların dili eski Etice ile akraba idi. Fakat birçok unsurlar 5 inci bahiste zikredilen şarktaki Fatihlerden birine aittir. Panteon’un baş tanrısı olan hava tanrısı şimdi Tarkunt adını taşıyor. Onun yanında delikanlı kahraman Şarma ve eski zamanlardan beri tapılan tanrıça Rübaba ve ay tanrısı Orma tebcil edilmekte idi. Eti küçük krallıklarının meydana gelişi henüz karanlıktır. Benim nokta nazarıma göre bunlar bir istilâ neticesi meydana gelmiştir. 1200 yıllarından az sonra Eti kabile Reisleri Firig’lerden uzaklaşmak maksadıyla Torosları aşarak bir taraftan Fırat’a kadar bir tarafdan güneyde Hamat ’a kadar uzanan sahaları zapt ettiler. Fakat bazı yerlerde Eti büyük devleti kralları tarafından tayin edilmiş olan asilzadeler hâkimiyetlerine devam etmiş olabilirler. Nasıl olursa olsun Hurrice Geç Eti hakimiyeti devrinde tamamen ölür. Onun yerine yukarıda karekterize edilen yeni Eti dili geçer.

Başlıca yeni Eti küçük krallıkları şunlardır: I) Kayseri civarında Tabal 2) Malatya havalisinde Tohma suyu deresini içine alarak Elbistan’a uzanmakta olan Milit, 3) Gurgum veya Markasi Maraş, 4) Gaziantep havalisinde Kummuhi, 5) Kargamış (En mühim kültür merkezi), 6) Sacurun Fırat’a karıştığı yerde Til - Barsip, 7) Kilis’in güneyinde Arpad, 8) Suriye’de bu günkü Hama’nın yerinde Hamat, 9) Bu günkü Hatayda Hattena, 10) İslâhiye havalisinde Samalla II) Çukurova. 9. Yüz yıla doğru Tilbarsip, Sam’alla, Arpad Aramilerin eline geçti.

Bu günkü Gaziantep Vilâyetinin en büyük kısmı Kummuhi devletine dahildi. Bu devletin hudutları Gaziantep’ten, Samsat’a kadar uzanmakta idi. Vilâyet binasından az mesafede bulunmuş olan Kargamış üslubunu gösteren bir saray kapısı kalıntısını temsil eden hiyeroglif bir taşın bulunmasından hükmediyoruz ki bu günkü Gaziantep şehri büyük bir ihtimalle, Kummuhi devletinin merkezi idi, bu müesseseye ait hem hiyeroglif ve hem de kabartmalı bir taş 1908’de bulunmuş ve neşredilmiştir. Fakat taş bu gün kaybolmuştur. Son olarak müze müdürü Sabahat Göğüş’ün gayreti ile ayni binaya ait hiyeroglifti kırık bir parça bulunmuştur.

Geç Eti Kummuhi devletinin en eski vesikası benim nokta nazarıma göre Cağdın’da bulunmuş olan Kült Steladır. Köy şehirden 15 km. uzakta olup Stela’nın Sacur üzerinde her hangi bir iskân yerinden uzakta bulunmuş olması, Geç Etilerin tanrılarına nasıl tapdıklarını gösteren bir misaldir. Geç Etiler tanrılarının tenha tepelerde kabartma heykeller şeklinde tebcil ederlerdi. Cağdın tanrısı üzerindeki yazıya göre bir hava tanrısıdır. Fakat bunda hava tanrısının diğer atribüleri yani boğa, yıldırım ve balta görülmez. Daha ziyade elinde uzun bir mızrak tutmaktadır. Yazıya göre hususi bir hava tanrısı yani hava tanrısı şehirinin hava tanrısıdır. Hava tanrısı şehri acaba nerede idi? Acaba Geç Eti fatihlerinin asıl vatanlarında mıydı? Cağdın stelasının tarihi takriben 1000 yıllarına düşer. Fakat Kummuhi adı Milâttan önce 867 yılında ortaya çıkar. Kummuhi kralı Katazilu, kuzey doğudan gelen Asûr fatihi ikinci Asurnaşirpala haraç vermektedir. Bu hareketle Asur kiralının kendi memleketine girmesine mani olmuştur. II. Asurnaşirpal’dan sonraki kral üçüncü Salmanassarın ilk olarak yeni Eti devletçiklerini haraca bağlayarak geçtiği sırada aynı Katuzili memleketini ayni usulle çiğnemekten kurtardı. Katazilu’nun haracı gümüş ve katran ağacından ibaretti. Bu zengin Ormanlı yerlerin ' Kummuhı’ye ait olduğunu da gösterir. Katuzili adı da son Kummuhi kralı MutaIlu ’nın adı gibi, Eti büyük devleti ananelerinin Geç Eti devletlerinde devam ettirildiğine bir delildir. Zira Katuzili, Hattuşili isminden başka bir. şey değildir. Mutallu da Muvatalli isminin ayrıdır. Hattuşili ve Muvatalli bilindiği gibi yeni Eti devletinin iki büyük kralıdır. 854 yılında III. Salmanassar Katuzili’nin muakkibi Kundaspi ‘den haraç alır. Fakat 830 yıllarında Asur devletinin kudreti kırılmıştı. 743 Yıllarına kadar Kummu­hi müstakil olarak yaşadı. Ancak 750 ye doğru Asur kudreti tekrar canlandı. O zaman ki Kummuhi kralı Kuştaşpi bir taraftan Urartu (Van gölü havalisindeki büyük krallık) diğer taraftan Markas ve Arpad krallarıyla Asûr tehlikesini önlemek için ittifak yaptı. Fakat Asûr kıralı III. Tiglatpileser dahiyane idaresiyle bu müttefikler grubunu ezdi. Urartu kralı müttefikleriyle birleşmeden evvel Asûr kralı tarafından mağlup edildi. 743 yılında vukua gelen bu muharebe Asûr kralının yazılarına göre Kiştan ve Halpi arasında olmuştur. Kiştan ve Halpi, Kummuhi devletine ait iki Beylik idi. Kiştan ismi bugünkü Kuştan köyünün (Turlu ’ dan takriben 15 km. mesafede) adında kurulmuş olduğu için Halpi Beyliğinin yerini Keysûn havalisinde aramalıyız. Bu arazide ancak üstün bir tabiye kudretile bir muhare be kazanılabilir.III.. Tiglatpileser Urartu kralını Urartu hududundaki Fırat köprüsüne (Belkide bugünkü Malatya — Elazığ yolu üzerindeki Fırat köprüsü civarında bir yer) kadar takip etti. Bundan sonra III. Tıglatpileser diğer müttefiklere döndü. Bunlardan Kummuhi krallığına yüklenerek burayı yıllık haraca bağladı. Yukarıda adı geçen son Kumunuhi kralı Mutallu III. Tiglatpeleser’i ikinci halefi II. Sargon (705—722) ile iyi geçinmesini bildi. Sargon ona Sam’alla devletinin mühim bir kısmını vermekle kalmadı, hatta kendi mülkünden ayırarak Milit şehrini de ona hediye etti. Şüphesiz ki bu hediyeler Mutallu’nun silâh arkadaşlığının bir mükâfatı idi.

Mutallu, heykelini Milit sarayına diktirdi. Sakçagözü’ de bir yazlık saray yaptırdı ki bu sarayın sanatkârane yapılmış kabartmaları bulunmuştur. Fakat 709 da Sargon, Mutallu’yu ortadan kaldırmak ve Kummuhi’yi civardaki bölgeler gibi bir Asur eyaleti haline sokmak için bir bahane aradı. Mutallu inatçı bir mukavemetten sonra dağlara kaçtı. Milit’teki heykeli Asûrlar tarafından merasimle toprağa gömüldü. Hafriyatta ele geçen bu heykel şimdi Ankara müzesindedir. Kummuhi Geç Eti küçük krallıklarından istiklâlini en uzun müddet muhafaza edebilendir. Tilbaşar ovasının ait olduğu Tilbarsip 845’de, Arpad 739’da, Kargamış 719’da Asûr eyaletleri haline getirilmişti.

Burada yeni kurulmuş olan Asûr eyaleti Kummuhi adını korumakta devam etti. Asûr idare merkezi Dülükbaba ’ da kuruldu. Bu tepe, de hava tanrısı Tarkunt’un meşhur tapınak yeri de bulunmaktadır. Dülük baba tepesi bütün Antep havalisine hakim bir yüksekliktir. Asurluların İdarî ve askerî merkezlerini orada kurmuş olmalarına hayret etmemeliyiz. Aynı zamanda Kummuhi’nin Beyi olan tanrı Tarkunt’un tapınağı da orada idi. Az bir kazma ile ele geçen yüzlerce mühür Asur idaresinin şahitleridir.

605 yılında Asûr devletinin çöküşüne kadar Kummuhi bir Asûr eyaleti olarak kaldı. Müteakip 50 yılın tarihi karanlıktır. Belki MedIer Kummuhi’de gevşek bir hâkimiyet kurmuşlar belki burası yeni Babil kıralı Nebokadnezar’ın idaresine geçmiş, belki de burası Kilikya büyük devletine ait olmuştur. 545’de Küro burayı zaptetti. Mühür buluntuları Ali e menid Satraplarının idare merkezinin'de gene Dülükbaba olduğunu göstermektedir. Bu Satraplar, eski Kummuhi ananelerine bağladıkları bir asilzadeler hanedanı, kurdular. Büyük İskender’in Pers devletini yıkmasından sonra şimdi artık Kommagene denen Kummuhi'nin mahallî kralları kendi menşelerini Satrapların hanedanından reşet ettirdiler, O zamanlar Kommagene’nin merkezi Dülükbaba değil Samsat ’ da bulunuyordu. Vilâyetin güney bölgeleri ise Seloykid eyaleti otan Kürestene'ye aitti.

Fakat Dülükbaba’nın eski Tarkunt’u ve bu vesile ile eski din nazardan düşmedi. Şimdi Zeus Dolichenus adıyla bu eski kült yalnız bu vilâyetin hudutları içinde kalmadı. Bilâkis Roma askerleri bu dini Rayn nehri kenarlarına kadar yaydılar. Her yerde Dolichenus'un boğa üzerinde duran ve el ile yıldırım savuran heykellerine tesadüf olunur. Ancak İsa’dan sonra 72 yılında Romalılar eski Komagene hanedanını bertaraf ederek burayı Roma devletinin Suriye- devletine eklediler.