Gaziantep il merkezi içme suyu boru içine alınmadan önce, kayadan oyma bir su yolu ile şehre gelirdi. Şöyle böyle 1,5 metre derinliğinde, 1 metre genişliğinde olan bu su yolunun üzeri sert merdiven taşlarile kapalıdır. Suyun atıl bekçileri de vardı. Gene de yolcuların su alabilmeleri için bu kapak taşları bazı yerlerde kaldırılıp atılmıştı. Halk bu açılan yere (KAPAK) derdi. Tersine bir deyiş. Çünkü kapak suyu kapatan taştır, açıklık değildir.

Su bekçileriyle: “Akan su pis tutmaz” diye bu kapakları kapatmak istemezlerdi, herkes istediği gibi kullanırdı.

KAPAK OLAYI

Antep Fransız harbi kahramanlarından Tahir KALELİ savaş başlamadan az önce, bir kapak başında, başından geçen bir olayı şöyle anlattı bana:

İngilizlerden sonra Antebi Fransızlar elleri altında aldılar. Batı yönde çevreye yukarıdan bakan Amerikan Koleji’nde yerleştiler. İşten güçten soğumuştuk, büyük küçük kan ağlıyorduk. Çünkü yurda düşman dolmuştu.

Can sıkıntısı içinde bir gün hava alayım, derdimi dağlara söyliyeyim diye kavaklık şosesine gezmiye çıktım susamıştım, içim yanıyordu.

Yol uğrağımdaki kapaklardan birinden canım su içmek istedi. Bu kapak kolleje yakın olduğu için, Fransız komutanlığınca başına bir nöbetçi dikilmişti, yüzü bıçak yarası izleri gibi dilik dilik senegallı bir siyahi idi, bu, kapaktan az ileride, arkası kapağa dönük duruyordu. Ben bu durumdan yararlanarak, Çömaldim avuçlarımla üç avuç kaçak su içtim son damlaları yudumlarken nöbetçi döndü beni gördü eğildi yerden bir taş kaptı, ben tabana kuvvet kaçmaya başladım, o var gücüyle taşı arkamdan fırlattı, bir daha bir daha attı. Hiç biri bana değmedi kaçtım, kurtuldum, ama bu işe çok içerlendim. (Kavaklık)’ta bir ağacın dibine oturdum beni hulk bastı, höngür höngür ağlamıya başladım. “Dağdaki gelmiş, bağdakini kovuyordu kendi kendime:

“Taaa filan ekeden gelip de, Atalarımın kanile sulanmış öz yurdumun topraklarından gürül gürül akan suyumu da, demek bundan böyle bana içirmiyeceksin Fransız Gâvuru, öyle mi? BEN GÖSTERİRİM” dedim. Hava alayım derken zehir aldım, içim hınç dolu eve döndüm, aradan çok geçmedi, Antep’te de (Kuvây-ı Milliyye) kurulu kuruldu, savaş hazırlıkları başladı, babamdan izin aldım. (Heyeti merkeziye) ye gittim. Çete yazıldım, bir takım çete elbisesi bir otomatik ile gereği kadarda cephane aldım, umduğum mutlu günü beklentiye başladım. 1 Nisan 1920 de Fransızlara karşı patlayan ilk silah sesi hakkın sesini haykırdı, beklediğim gün doğdu, otomatiğimle ben de bu kanlı savaşa seve seve katıldım. Tam on bir ay şehir içinde cepheden cepheye koştum. Kilis’ten Antep’e yardımcı gelen Fransız kuvvetlerini şehre sokmamak için şehir dışı savaşlarına da canla başla katıldım. İçeride dışarıda epi Fransız ile yerli Ermeni çeteleri geberterek bana içirmek istemedikleri 3 pençe suyun öcünü kat kat aldım.”

(ÇINARLI) SALDIRIŞI

Tahir Çavuş devam ediyor:

Hiç unutmam: Savaşın sonlarına doğru ne yapacaklarını şaşıran Fransızlar bir gün (Çınarlı cephesini 15,5 lu bir top ile dövdüler. Tam isabetli 400 mermi savurdular gök yüzünü kara dumanlar kapladı. Cephe Çınarlı Camii, cami avlusundaki Ulu Çınar ağaçları yer ile bir oldu.

400 ağır obüs mermisinden sonra top ateşi kesildi. Düşman cepheyi susturduğunu sandı. Taş yığınları arasında 4 aslanın gizlendiğinden haberi yoktu. Cephenin batısındaki Fransız kilisesindeki askerlerini, cepheyi almak için hücuma geçirdiler iki cephe arası 300 metre kadardı.

Hücumlar cephemize yaklaşır yaklaşmaz taş toprak arasında yatan dört aslanımızı yaylım ateşine tutuldular. Tam o sırada ben de (Alleben)’deki bir zibil kümesi arkasında makineli tüfekle onları yan ateşine tuttum. Darı sapı gibi döküldüler. Kalanlar da panik halinde kaçtılar, çıktıkları deliğe geri girdiler, başlarını kurtardılar.

Bunun üzerine halk Çınarlı cephesine (Çanakkale Boğazı) dedi. Fransız komutanı Abadi de “Antep için (Türk Verdün)’ü dememişmiydi?”

Tahir Çavuş’un geçen yıl Ankara’da bana anlattığı Gaziantep Savaşı anıları burada bitti.