Üstünde taşıdığı parlak unvan ile feza tabakalarının sonsuz, nihayetsiz, hudutsuz sırlı ülkelerinde dolaşan kuyruklu yıldızlar gibi harp sonu yıllarında bütün dünyanın gözü önünden hayret, saygı ve sevgi uyandırarak geçen bu şehrin ilk kurumu kuyruklu yıldızların ilk başlangıcı gibi şimdilik zamanın kıvıranları arasında pırıltısını göremediğimiz bir sırdır.

Bu sırrın üstünü örten perdelerin kalkmasını, bu kahraman şehrin hangi anı tarihîde doğduğunu, ilcaatı zaman arasında nasıl serpilip büyüdüğünü adım adım takip etmek ne kadar zevkli bir iş olurdu!...

Bay Hikmet Turhan’ın epey bir zamandan beri müsait bir muhitte çalışmaları, çok ümit ederiz ki, her kesin gözü önüne bu hususta yeni yeni hakikatler koyacaktır.

Topraklar altında unutulmuş kalmış şahitleri lisana getirmeden kütüphaneler köşesinde, sayfalar arasında gizlenmiş satırları okumadan evvel birdenbire göze çarpan bir hakikat vardır.

Bu güzel ova… Her yanı kademe kademe dağlarla çevrilmiş bu verimli toprak, bu sağlam hava tarihin dört yol ağzı olan bir yerde nasıl ihmal edilebilirdi?...

Ganj, Nil, Fırat, Dicle kenarlarında çimlenen çok eski medeniyetleri biliyoruz. Fırat’ın içinden geçtiği tarihi bir kıtanın en müstesna bir yeri çok müsait hayatiyet şartları gösterirken nasıl olur da ilk insan kafilelerini kendi sinesine çekmez olur?

Doğuda Mezopotamya, Asur, Güldan, Sümer medeniyetleri, daha ötede Hint denizi Hindistan diyarı....

Batıda Akdeniz sahilleri, Akdeniz medeniyeti ....

Kuzeyde Anadolu, Karadeniz, Bizans alemi....

Güneyde Mısıra kadar uzanan Suriye ve Filistin ülkeleri var.

Acunun dört köşe ve bucağından gelen bütün medeni-yet cereyanları burada birbiri ile karşılaşmış, burada birbiri ile çarpışmış, burada daimi met ve cezir halinde yaşamıştır.

Askerî, iktisadi bütün münasebetler burada düğümlenmiş, bunları getirip götüren yollar burada birbirine karışmıştır.

Böyle bir yer nasıl olurda ihmal edilebilirdi?

Elbette edilemezdi

Gaziantep ve havalisinin Suriye arazisi dahilinde bulunduğuna zahip olanlar pek çoktur.

Bay Hikmet Turhan bu fahiş hatayı arazinin tabiat ve coğrafî vaziyeti bakımından tahlil ederek tamamıyla çürütüyor.

Bu hatayı çürütecek delillerden en mühimi de burasının hususî karakteridir.

Antep mensup olduğu cemaatin yasalarına daima sadık kalmış, bu hususta her türlü fedakârlığı yapmaktan hiçbir vakit çekilmemiştir.

Antep zulme karşı daima isyan etmiş, kendi benliğine tecavüz edenlerin karşısına daima tunçtan bir heykel gibi dikilmiştir.

Suriye’yi baştanbaşa saran Arap harsı buraya geldiği vakit durmuştur. O hars ki Mısırdan geçmiş, Mısırı Arap yapmış O hars ki Berberistan’a uğramış, Tunus’u dolaşmış, hep oralar dahi Arap kisvesine bürünmüş, Arap harsına, Arap diline boyanmıştır.

Burası, Suriye’nin karşısında, ümmet devrinin muhtelif dinî tesirleri altında budunmuş, bütün bunlar bir sel gibi geçmiş Gaziantep daima Türk olarak kalmıştır.

İşte bu varlık burada çok eski zamandan beri yerleşmiş, burasını Türklüğün aşınmaz, sarsılmaz bir hisari haline koymuştur.

Gaziantep ve havalisinde bulunan antikalar, burasının kadim bir Türk diyarı olduğunu göstermektedir.

Bay Ömer Asım Aksoy’un bu baptaki risalesi ile Bay Hikmet Turhan’ın birkaç makalesi bu sahayı mühim bir surette aydınlatmaktadır.

Bay Ömer Asım bu risaleyi, Liverpool asari atika profesörü John Garstangın Hitit imparatorluğu namındaki eserinin bu havaliye ait kısmı ile, 1906 da Gaziantep’te vefat eden" Amerikalı Charles Sondersin, Gaziantep’in eski mevkii olan Dülük hakkındaki notlardan terkip ediyor.

Garstangın, 1911’de Antep’in. 50 kilometre garbinde Sakçagöz köyü yanında Caba Hüyük’te yaptığı ve gördüğü âsarın resmini aldıktan sonra tekrar kapattığı mahalle gidiyor, bunları tekrar açtırarak bizzat ve kitaptaki gibi aynen görüyor.

Profesöre göre:

Milattan 800-1000 sene evvel Aksu ve Karasu vadisinde dört Eti krallığı vardı.

Zincirli, Sakçagöz, Maraş, Hacıbeyli

Etiler, Suriye’ye inerken Aksu ve Karasu vadilerinden geçmişlerdir:

Şimalda: Maraş Cenupta: Antakya ve Halep’i derenin şimalinde: Zincirliyi Şarkında; Sakçagözü Merkez ittihaz etmişlerdir.

Bundan otuz beş sene evvel muhtarın konağında bulunup şimdi Berlin’de Vorderesiat müzesinin. 971 numarasında mukayyet bulunan “Kralın Aslan av manzarası; profesörün bu araştırmasına vesile olmuştur. Çünkü o üç parça; taştan ibaret bu eser dolayısı ile yakında kiralın sarayı bulunduğunu tahmin ediyordu.’

Resimdeki Aslan, hem yeni bulunmuş Aslanlara, hem de Maraş Aslanına benzemektedir.

Bu eser, Milât ötesi sekizinci dokuzuncu aşra yani Etilerin düşmeye başladıkları bir zamana ait olduğundan bunda Asurilerin de tesiri görülmektedir. Birkaç höyükte yapılan sondajdan anlaşıldığına göre buraya Etiler gelmezden evvel de bir medeniyet vardı.

Caba Hüyük hafriyatında bulunan kale 120 metre uzunluğunda ve yüz metre enindedir. Arslan avı manzarasının bu kalenin kapısından çıkarıldığı zannolunuyor. Kale duvarının içi küçük, dışı büyük taşlarla yapılmış olup kalınlığı dört metredir. Duvarlar boyunca birkaç metre fasıla ile bir metre daha dışarı çıkan burçlar mevcut olup köşedekiler daha kuvvetlidir. Duvarın yüksekliği enine göre altı metre tahmin olunmaktadır. Profesör bunu ancak dört metreye kadar eşmiştir.

Bu kale , Boğaz köydeki büyük kaleye benzetiliyor.

Risalede, sarayın kapısında çok mühim abideler olduğu yazılmaktadır. Bilhassa Aslanlar çok mahfuz kalmış, diğer Eti eserleri gibi bozulmamıştır. Görülen eserler tavsif edilirken iki insanın başının üzerinde fese benzer bir şey görüldüğü ve bunun üstünde de çok şualı bir yıldız ile bir ay bulunduğu bildirilmektedir. Profesör, Türklerin ay ve yıldızlarının buradan alındığına ihtimal veriyor.

Kendisinden bahis gçen bir Sfenksin arkasında bulunan adam mühim görülmektedir. Bu adam Etilerin Anadoludaki eserleri gibi entarı geymiş, altıcdao gömleği bile görülüyor.

Gene iki hizmetçi çok tipiktir. Pabuşlarınıa ucu yukarı dönmüştür. Bu bavalide halâ kullanılan ve "yemeni" adı veri len ayakkabını andırıyor. Bunlardan birisinin elinde bir sinek kovacağı, bir elinde bir kayiş; diğeri bir elinde Doğan, bir elinde de kuşu çağırmıya mahsus sallıyacak bir şey tutuyor. Her iki adamın üzerinde de birer biçak var.

Bundan sonra profesör Garstang, o civarda hüyüklerin en büyüğü olan Songras hüyğünü eşmiş, Miladdan 1400 sene evveline müsadif ve Eti krallarının en büyüğü olan on sekizin ci sülâleye mensub Subbiluliuind devrine ait eserler bulmuştur.

Demek oluyor ki Gazianteb ve havalisi çok eski bir zamandanberi Eti medeniyetinin inkişaf ettiği bir sahadır. Yukarıdaki resimlerde görülen bazı hususiyetler bugüne kadar de vam etmiştir. Entari ve onun altındaki gömlek hala köylülerimizin kıyafeti olduğu gibi ayakkabbı da öyledir.

İki hizmetçinin ellerinde tuttukları kayiş ve Doğan, kuş avını göstermektedir. Bununla keklik, turaç ve buna benzer kuşır avlanır. Bu av şekli Gaziantebte yakın vakta. kadar yaşamış ve bu satırları yazan, bunu yapanların zamanını idrak etmiştir.

Bay Asımın risalesinde bahsi geçen Amerikalı Charles Sandersin Dülük hakkında verdiği malûmatın hulâsası şudur:

Gaziantebin 12 kilo metre şimalinde olup Dülük köyüne yakındır. Civarındaki Sam köyünde duvärli bir havuz var. Içindeki baliktara halk iiişmez. Dülükbaba tepesinin dibinde. olan bu havuz meşhur Dülük mihrabının yerini tayin etmektedir Burada bir tarafı kırık bir abide bulunmuştur. Bunun (Jupiter Dolichenuse) ait olduğu anlşılıyor. Bu, öküz üzerinde bir İlâh gösteriyor. İlas bir elinde bir ildırım, diğer elinde iki ağızlı bir balta tutuyor.. Bu, Etilerin Teşşüp adındaki fırtına ilâbıdır.

Fotoğraf: Gaziantep civarında bulunan eski eserlerden bazıları

Gazianteb mülhakatından Fevzipaşa civarındaki Zincirlide bulunan Teşşüp ile benzeyişleri var.

Dülük jüpiterinin cenuti Anadolu ve Suriyede bir arka- daşı vardı ki Aslan üzerinde gösterilir. Bu İlâh Etilerin bu havaliyi istilasından evvel vardı. Sonradan ikisnin bir arada gösterilmesi, Eti istilâsından ötürüder Şimdi Viyana müzesinde bulunan (Munbuc) parası üzerindek: resim, bunu açıkça göster mektedir. İki İlâhtan biri öküz, diğeri Aslan üzerindedir. Öküz üstündeki erkek, Aslan üstündeki dişi İlâhdır. Bunlar, Malatya ve Eyükte bulunan İlâhlara benzer.

Bay Asımın risalesinden, bize çok kıymetli malumat ve- ren müteveffa Charles Sandersin şu sözlerini aynen alıyorum: "Muhtelif merkezlerin ibadeilerini mükayese edersek an- layacağız ki merkezi Eti dini Dülükte kökleşmişti."

Dülük jüpiterinin âyini bütün batì âlemine yayılmış, Av. rupanın muhtelif yerlerinde 84 Dülük jüpiterinin heykeli dikil miştir. Romada Avantin tepesinde bir Dülük heykeli vardır. Bunun Roma imparatorlarından Antonius Pius zamanında ya- pıldığı zannolunuyor. (iazianteb Dülük mevkii Romalıların dört yollarının birleştiği bir yerdi.

Bay Hikmet Turhanın yazılarından öğrendiğimize göre 1907 de Liverpool arkeoloji ve antrepoloji cemiyeti, Anteb ve havalisinde bir araştırma yapmış, bulmuş olduğu iki taşa (An- teb taşları) adını komuştur. Bu taş şimdi Liverpool şehrinin müzesinde bulunmaktadır. Bu taşlardan birisi yazısız, öbürüsü bir kitabedir. Bununla meşğul olan âlimlere göre bu kitabe .Milâddan evvel onuncu asra ait olup bir mabed kitabesi yahut 'bir kahramana ait bir âbide parçası olduğu zannedilmektedir. Bu taşlar yukarıda bahsi geçen Kralın Aslanavi" eserin

den daha eski demektir.

Taşın üzerindeki bu yazı, üç pano yani sıradan ibaret olup ortadaki tamamıdır ve bir kenar içine alınmıştır.

Fotoğraf: Gaziantep civarında bulunan eski eserlerden bazıları

En aşağıdakinin yalnız sol taraftaki parça eksiktir. En üst panoda ise yalnız bazı işaretler kalmıştır. Profesör Sayaca göre bu abide memleket ilahına dikilmiştir. Bu abideden kalan bir parça bir adamın sağ dizine kadar görünüyor. Elbise ise kısa bir entariye benziyor. Alt kenarı aşağıdan yularıya doğru kıvrılmıştır. Sol bacak harekete hazır gibi bir vaziyet ifade ediyor. Bir cengaveri gösteren bu kabartmadaki bu adam belkide mızrak atar bir vaziyette bulunuyordu.

Kiliste, Tılbaşarda, Karavaburçta antebin her tatrafında pek çok hitit eseri gözükmekte ve bunların birçokları maalesef ne olduğu bilinmeden kaybolup gitmektedir. Köylüler her tarafı delik deşik edip bulabildikleri antikaları hudut ötesine gidip satmaktadırlar.

Yukarıda Caba Hüyük araştırmalarında adı geçen profesör Garstanga göre bilhassa dağ etrafındaki köylerin çehrelerinde hitit abidelerindeki resimleri anlatan bir çok husuiyetler vardır.

Gerek fizyonomi, gerek kıyafet itibar bir şeydir. Bu havalinin şimdiki sakinleri çok eski ced topraklarinda oturuyorlar demektir. Aradan geçen bir çok asurlar, birbiri arkasını takib eden vakalar zaman selinin yeryer husule getidiği sarsıntılar, çöküntüler bu sağlam irkin seciye. sine dokunamamıştır.

Sağlam bir kol. saf bir kalb, hiç bir tehlike karşısında irgilmek bilmiyen yüksek bir cesaret. temiz bir ruh, bu havali halkının çok eski atalarından aldığı bir cevher olup bu emaneti nasıl aldıysa, öylece sapasağlam en son neslinin eline teslim edecektir.

Antebin her tarafında büyük küçük birçok hüyükler mevcuddur. Bunların bazılarında hala eskiden kalma harabelerin izleri görülmektedir. "Homanız", "Balduzak,, hyüklerini bunlar arasında sayabiliriz. Buralarda Romalıların mezarlarına parala- rina tesadüf olunmaktadır. Fakat bu işin satha ait olan kısmıdir. Toprağın derin tabakalarında daha eski medeniyetlerin bulunamıyacağı ne malum!

Carabulus ve Truva taharriyatı bize tabaka tabaka bir birinin üstüne dizilmiş muhtelif medeniyetleri göstermiyor mu ?

Yukarıda bahsi geçen kadim eserler, Gaziantep ve havalisinin çok eskiden beri Hititler tarafından işgal edildiği ve buralardan Asur, Gülden, Acem, Roma, Bizans, Arap selleri gelip geçmiş olmakla beraber ilk atalarımızla sonradan elen oynaklarımız; Tolon oğulları, Atabekleler, Selçuklar, Timur Türkleri ve Osman oğlu Türklerinin hakkında bizi oldukça aydınlatıyor. Fakat bunlar büyük bir kitabın, içinden birkaç yaprak demektir. Bundan böyle yapılacak araştırmalar bu kitabın öbür sayfalarını da yaratacaktır.

Bazı kelimeler vardır ki birer yıldız gibi bu fikir etrafında hafif ışıltılar meydana getirmektedir.

“Atabek” adını taşıyan bir köyümüz var. Bize Amademdin ve Nureddin şehitleri hatırlatıyor.

İncesu köyünde ‘’Bayındır oğulları” ismini taşıyan bir aile yaşamaktadır.

Dülük harabesine halk “Geber’’ adını vermektedir. Bu kelime, görüş, görünüş manasına Türkçe bir isimdir. Saraylara ve büyük binalara verilmeye müsait bir isim. Bu bize kim bilir hangi uzun asırlardan beri geliyor?

Yukarıda bahsi göçen “alan’’ kelimesi dağ taraflarındaki köylerde ilerden beri kullanılmaktadır.

Çarşıda yoğurt küleklerinin, mahralar (tahtadan büyük ve mustatili küfeler) ın üstündeki eski damgalar. [1] Orhon ve Yeniçağ abidelerinin üzerindeki yazılarla bazen benzeyiş bazen ayniyet gösterir. [2]

Bu abideler üzerinde, yazı dilimize girmeyen bazı sözler vardır ki halkın dilinde canlı olarak yaşamaktadır.

Ellik

El malûm ve müteammimdir. Fakat eldiven manasına gelen ellik buraya mahsustur.

Öğüş

Abide’de çok ve ziyade manasına. Burada da hemen bu manaya da kullanılır. Canım öğüşlük vermedi, derler. Canım azaldı, yüreğim dayanmadı manasına:

Aknım

Abidede çok tekerrür eden bir lügat. Babam manasına.

Gaziantep mülhakatından Halfeti’de babaya çocuklaş tarafından çok vakit ‘’ağo’’ derler.

Bu havalide ‘K’, ‘G’ gibi söylenir. Bunların da aynî lügat olduğu belli.

Yoğun

Abidede kalın manasına.

Bunu halk ve köylülerimiz ayni manada kullanırlar.

Okuğlu gelti

Abidede manası; davetçi geldi.

Burada, düğün sahibi tarafından davet için gönderilen davetçi kadına okuyucu derler.

Şu birkaç kelime kara kurum ve Karabal fosunla, Suriye’nin karşısında ve Anavatanın cenub hududunda bulunan bir memleketin ön münasetlerini ne kadar güzel gösteriyor!

Dede Korkut’un Oğuz namesinde birçok tabirler vardır ki yazı dilimize girmemiş burada halkın dilinde daima canlı olarak yaşamıştır:

“Ağırlar, aziz gönderir’’ izaz ve ikram etmek.

Bazlambaç

Köylü ve halkın saç (Kızgın, muhaddeb siyah demir) üzerinde yaptığı yufka.

“Tıka basa yer’’

Tamamı tamamına yemek, mideyi doldurmak.

“Kov kıldı’’ Birinin sözünü öbürüne ulaştırdı,

Toy edip Oğuz beylerin konuklardı.” Burada:

Toy düğün etti

“Yığnak,, Adi toplantıdan farklı. Harp esnasında, karışıklarda toplantı.

“Bekyiğitler, cilasınalar birbirine.” Burada cilasın gibi babayiğit

“Koç öldürgil’’ Burada köylere hatırlı bir misafir gittiği vakit koyun, keçi keserler. “Koyun öldürdü, koç öldürdü” ilerler.

“Boğa götün götün gitti Boğa arka arka gitti. Burada çok kullanılan bir tabir.

“Çiğini: omuz Burada; seni sağ çiğnim ağrırsa sol çiğnimde, sol çiğni ağrırsa, sağ çiğnimde götürürüm.

“Av avladılar, kuş kuşladılar Burada aynen.

"... Güzüm derse han yaman seğirir” Burada aynen.

“Yüğrük suda bir oğul akıttı ki değil mana„ yüğrük su, keskin ve çabuk akan su. Burada yüğrük at derler.

“Uyhu;, Burada uyku yerine aynen uyhu.

“Baş kaldırdı, yalabbadak gözünü açtı, yani birdenbire gözünü açtı. Burada aynen.

“Ağ pürçeklu„ Burada aynen.

‘’Yaramı sığadı, yaram onuldu” Burada aynen.

Menini elümü şeşin şeşmek çözmek manasına.

Burada köylüler çözmek, yerine şeşmeği çok kullanırlar.

Allar ... kulun vermez, Kulun at yavrusu. Burada aynen.

“Altı perli gürz ile Per köşe manasına :

Burada köşeli tahtadan değirmen dolabı.

“... Beşik kertme yavuklu olsun ..„ Burada aynen.

“Çapar,, Alaca bulaca manasına. Burada halk ve köylü tarafından çok kullanılır.

“Arı sudan abdest aldık” arı kelimesini köylüler kullanır.

“Çalımla, Azametle. Bura aynen.

“Kova kova bir yere geldi. Burada aynen.

“Çağırın haberleşelim, Burada aynen.

Kızın bağdamasın aldı , Ayağı, bağa geçirme, çelme.

(Fotoğraf): Gaziantep civarında bulunan eserlerinden bazıları

Burada bağda atmak, bağdaşını boşa düşürmek güreşçiler arasında kullanılır.

“Okun yirdi,, Yirmek: ayırmak- Burada halk ve köylü arasında kullanılır.

“Oğul, ya seni evermek mi lâzım? Burada evlendirmek yerine evermek kullanılır.

“Oğul, ya sen kız dilemezsin, kendine bir hampa istermişsin. Hampa: yardımcı.

(Fotoğraf):Gaziantep civarında buluttan Eti eserlerin den bazıları

Burada hampasını çalmak tabiri kullanılır. Yani gayretini gütmek.

Gen; geniş Burada çok kullanılan bir tabir.

Çobana gen yazı gerek, gönlünü gen tut.

Yazı dilimize girmemiş bu kabil tabir ve sözler pek çoktur. Fakat fikir verebilmek için bu kadarı kâfi görülmüştür.

Demek oluyor, ki Gaziantep ilerden beri bir Türk memleketi olup dilimizin mücevherden daha kıymetli sözlerini kendi ruhunda gizlemiş, yabancı harsların tesirine karşı kendi millî benliğini tamamı ile muhafaza etmiştir.

Yukarıdan beri yazılan yazılarda Antep’in eski bir şehir olduğu ve ahalisinin çok eskiden beri Türklere meskûn bulunduğu kanaati ispata çalışılmıştır.

“Antep,, ismi eski devirlere ait. vakalarda niçin geçmemiş. Acaba hakikatten geçmemiş mi, yoksa biz mi bilmiyoruz?. Buna şimdilik bir cevap vermek pek erken olur.

İşte bu sebeple Antep’in yeni bir şehir olduğu, hemen hemen klasik bilgiler sırasına geçmiştir.

Bu zehabı "veren sebeplerden birisi dg. Antep isminin muhtelif şekiller ve telaffuzlar geçirmiş olmasıdır.

Antep Hamtab Antiochia ad Töurum, Kalatülfüsus, Dolichenus Dolchenus Dulchenus ... Dolicenus Dulcenus Dülük Doulouk Tolipa.

ANTEP

Güya bu “Ayin’’ ile “Tab” anasırından mürekkep bir kelime imiş. Bazılarına göre de “Ta„ harfinin kalın telaffuzu olan thap kelimesinden muharref imiş. Bu da Güldanice güzel manasına imiş.

Buna bakılırsa. Antep’in hiç olmazsa, Güldaniler zamanına kadar çıkması icap eder.

Bana geliyor ki şu tahlil bir kelime oyuncağından, ilâl ve igdamdan başka bir şey değildir. Yalnız haricî bir benzeyişten başka bir kıymeti yoktur.

Bay Hikmet Turhan’ın, büyük kent taşımız merhum Antep’li Ayninin (Akdülhican tarihi ehlüzzaman) adlı 24 ciltlik tarihinden şu parçayı alıyor:

Medinei Antebin bu isimle tesmiye olunduğuna sebep böyle mesmumuz olmuştur ki aslında Antep’in ismi (Kalei Fusus) olup anın (Ayin) isminde bir hakimi vardı. Kem, fesad ve katitarik ile meşhuru âfak idi. Allah tarafından bir gün şahsı mezkûre hidayet erişip yaptıklarına bilkülliye taib ve müstağfir olup izhari ferağ etmekle bunu görüp istima edenlerin Aynitab” demeleri, şehri mezkûrun isminin böylece kalmasına sebep olmuştur.

Yahut suyunun güzelliğinden kinaye olarak (Aynitap) demişlerdir.

Merhum kenttaşımız da bunu, bu işittiğini söylüyor, geçiyor, bu baba kat’î bir hüküm vermiyor.

Antiöchla ad Tourum

Bu da terkipli bir isimdir. ‘’Antep„ kelimesindeki savtî unsurları ile bu isminkinin arasında çok yakınlık vardır.

Dülük

Bu isim ve bunun muhtelif benzerlerde “Antep,, ismini tevlit, bizim bilgimizin yetişemeyeceği bir şeydir.

Yalnız Dülük Jüpiter’inin, Etilerin Fırtına ilâhı olan “Teşşüp” den başka bir şey olmadığını yukarıda bir mütehassısım Lisa omdan işitmiştik. Şu halde Antep yahut Dülüğün Etiler zama­nına kadar dayandığım, şimdilik kabul etmek, en tabiî ve zaruri bir mantık icabıdır.

Dülük ve Antep’i ayrı ayrı iki şehir halinde düşünmek Kendi kanaatine göre doğru bir şey değildir.

Yukarıda bundan bir nebze bahsetmiştik. Bir şehre kendi şahsiyetini veren hususiyetler nedir?

Toprak, iklim, Su, Irk, Coğrafî vaziyet ve tarihi mukadderat Dil, Anane, Yaşayış tarzı, Kıyafet.

Birbirine muttasıl denecek derecede omuz omuza yaşayan Dülük ve Antep aynı şeyler değil midir?

Birçok şehirlerin biraz öteye, biraz beriye doğru kımıldayışları tarih ve Coğrafya bilgilerinin bize gösterdiği mütearifelerdendir.

Şu izahata nazaran Antep ve Dülük kelimeleri altında ayrı ayrı iki şehir düşünmek doğru değildir.

Eski Halep salnameleri, Antep’in 800 Hicrî senesinden sonra inkişafa başladığını bu bapta Dülükten Antep’e intikal eden Mahkeme sicilli de bunu müeyyed olduğunu yazarlar.

Bunun doğru olup olmadığını gösteren en büyük bir delil, Merhum Ayninin Antep için yazdığı şu satırlardır. [3]

Bir güzel belde olup taştan oyulma bir kalesi vardır. Suları ve bağ ve bostanlan çoktur ve ol nahiyenin (yani havaimin) şehridir. Mükellef çarşıları vardır ki etraftan tüccar ve misafirin kast edip gelirler, ve bizim zamanımızda dokuz cami ve yüz yirmi kadar mescidi ve yirmiye yakın hamamı vardı.

Havarice ve zalimden birkaç kere harap olup husussan o havalide gezen Türkmen taifesinden nice istilalar görüp 797’de Emir Sulî ile Mintaş müstevli oldu. Ol sebepten ahali azim zahmetler çekmişlerdi ve badehu (803) te Timur’u be zuhur olan taciri bedin asker ve mütakarribini ile gelip ol havalileri bilcümle harap eylemişlerdir. Badehu 823’de sahibi İrakıyan olan Emir Kara Yusuf gelip ol dahi askerine "çiğnetmiş idi.”

Beldei mezkûre Türk ve’ Acemden mecmâi efazıl ve ulema olup enderunu şehirde on beş kadar yerde ulumu Şetta dan tedris olunurdu. Hatta Antep’e Küçük Bu hay adendiği dillerde söylenirdi.

Bu hal elyevm münderis ve heba ve bu ulema âzimi dari beka olup elân bir mes’leden hakkı ile cevap veren bir kimse kalmamış denir ise caizdir.”

Bu Medine bu memleketi hükmeden Juslin elinde idi. Nureddin şehit bunu esireyleyip k beldei merkumeyı elinden alıp kemali mertebe nizam verdi. Sonra oğluna intikal eyledi. Oğlu da Togruluttatarî bu şehri Melik Aziz, bini Melik Tahire teslim eyledi. Badehu Melik Salih Ahmed bibi Melikin nasır Salâhaddine geçti ve gelip bunda sakin oldu. Bu Medine’de bir âli köşk bina eyledi ki altın haller ile tezyin ve mermerler ile döşedi ve etrafına bostanlar ve türlü ağaçlar gars edip mamur eyledi. Kalesine nazik evler bina eyleyip: anları dahi mermer ve altın haller ile süsledi ve şehrin dışarısında etbaına yetişecek kadar evler yaptı. Bu şehre Küçük Şam denirdi.

‘’Burası benim maskati re’sim olup 762 Ramazan’ı şerifinin onuncu gününde vucuda geldim.”

Yukarıdaki satırlarda pek çok hakikatlar vardır.

Halep salnamesinde yazıldığı gibi Antep 800 tarihinden sonra inkişaf etmiş ise 762’de nasıl necmai ulema vefuzala olur, bu kadar camileri ve mescitleri bulunur, bir taraftan Küçükbuhara”, bir taraftan da Küçükşam” ismini alırdı.

Dülükteki mahkeme seçilinin buraya.800 tarihinde 'intikal etmesi orada artık bir mahkemeye lüzum kalmadığını gösterir, Antep’in bu tarihten sonra inkişafı değil. Nasıl ki Osman oğulları zamanında Tılbaşr ve Burç köylerinde naipler vardı. Sonradan kaldırılmıştır. Bunlardan Antep mahkeme sicilleri bahsetmektedir.

762 tarihinde mükemmel, mamur, münkeşif ve o zaman çok eski bir kaleyi havi bulunan bir şehir bu dereceye gelmek için ne kadar uzun asırlar lâzımdır. Bunlara bakarak Antep’in çok eski olduğuna hükmetmemek mümkün değildir. Yukarıda zikrettiğim gibi bu toprak bu haya, bu iklim, beşerî münasebetlerin birbirleri ile kaynaştığı bu yer, nasıl olur da ihmale uğrayabilirdi^'.

Yukarda Dülük Jüpiter’ini gösteren tasvirin bir Hitit ilâhı olduğunu bir mütehassısın lisanından dinledik. Antep taşları adını taşıyan eserin de Hititlere ait olduğunu gene bir mütehassısın yardımı ile anladık. Bay Hikmet Turhan’ın himmeti ile büyük kandaşımız AynI merhumun bu baptaki yazılarını okuduk. Antep’in çök eski bir şehir olduğuna hükmetmekte bir tereddüt varsa, işte bir şahit daha:

Antep kalesi

Eski bir hisardır.

Ne zaman ve Kimler tarafından yapıldığı malûm değildir. Fakat bu mecburiyetini karanlık ve kesif tabakalarını şuradan buradan delen ışıltılar var.

Bay Hikmet Turhan’ı dinleyelim:

Milattan 'evvel 13’üncü asırdan 7 inci asra kadar Antep Hititlerin kuvvetli merkezlerinden birisiydi. Antep kalesi tamamı ile bir Hitit eseridir. Çünkü Hitit medeniyetinin mühim vasıflarından biri de bu milletin askeri mimariye verdiği ehemmiyettir.”

Hitit, Asurî, Aramı, İran, İskender, Roma, Bizans, Arap ve Türk ordularına güzergâh olan Antep, on ikinci ve on üçüncü asırda, Haçlıların, Frankların akınlarına, Ermenilerin hücumlarına karşı gelmiştir.

“O zaman burası mühim bir kale ve ticaretgâh bir şehirdi. Temeli Hititler tarafından atılan Antep kalesi, altıncı asır da Bizans imparatoru, Justinien tarafından tamir edilmiştir. Antep kalesi 1920, 1921 de olduğu gibi 14 uncu asırda da mühim vakalara sahne olmuştur.

Meşhur tarih sahibi Antepli Ayni Efendi o devirde Antep’in Menteş isminde birisinden çektiği sıkıntıdan ve kalede mahsur kalan halkın ıstırabından acıklı bir lisanla bahseder. O müdafaa da son müdafaa kadar merdane ve karham anane olmuştur, İki müdafaa arasında geçen 530 seneye yakın bir zaman bize Antep halkının ruhundaki istiklâl ve kahramanlık duygularının azaldığını değil bilâkis arttığını göstermiştir. Ve işte bunun içindir ki Antep tarihinin ehemmiyeti büyüktür.

Fotoğraf: Gazianteb kale kapısının şimdiki hali

Fotoğraf: Gazianteb Kale kapısnının yandan görünüşü

Antep şehri Hitit ve Firavun ordularının daimî bir mücadele silinesi olduğu için Hititler' Antep’te mühim bir kale yapmışlardır. Bu kaleyi sonra Asur, Acem, Roma'. Bizans Mısır ordusu kullanmış ve en nihayet Mısır memluklularından Melik Eşref Kabitay tarafından 866 tarihinde tamir edilmiştir ki bu kitabe Antep kalesinin kıbleye müteveccih kapısında görünmektedir. O halde Antep şehri aşağı: yukarı 3200) sene evvel tesis edilmiş eski bir şehirdir.”

Bu kale bir kaya üzerine yapılmış olup etrafı derin ve geniş bir hendek ile çevrilmiş idi.

Şarka bakan büyük bir cümle kapısı vardı, içeri girildik ti muhafızlara mahsus muhkem binalar görülürdü. Buradan da kıbleye müteveccih bir kapı, asıl kale ile muhafızların ikametine mahsus bu binayı birbirine bağlayan köprüye götürürdü.

Hikmet Turhan’ın yukarıda bahsettiği kitabe işte bu kapı üzerindedir.

Bu kapının hemen altında, hendeğin alt seviyesinde batıya doğru bakan kayadan oyma bir kapı daha vardır. Buradan evvelâ kalenin altına doğru giden kayadan oyma, muhtelit istikamette iki dehliz iki suda nihayetlenir. Bunlardan biri sine acı su ve diğerine de tatlı su derler.

Kalenin üstündeki büyük kapının bu tatlı suya indiği söylenir. Bu dehlizler gayet karanlık olup ışıksız yürüme imkânı yoktur.

Bu kapıdan yukarıya doğru iki yol daha tırmanarak birisi yan tarafa döner. Yer yer çöküntüler şimdi bu yollarda devama imkân bırakmamıştır.

Bu yollardan birisinin kalenin bütün çevresinde bulunan müdafilere mahsus mahallere gittiği ve birisinin yukarı çıktığı aşikâr görülmektedir.

Kalenin poyraz tarafındaki sathi maili som kayadan olup diğer tarafları toprakla doldurulmuş ve üstü burada keymıh denilen mermere yakın sert bir taşla döşenmiştir. Bu satıh haricinde her taraftan hendeğe hakim olmak üzere muntazam fasılalı yarıklar açılmıştır. İç tarafında müdafilere mahsus boşluk kalenin bütün çevresini dolaşır.

Kalenin üst kaidesinin muhit dairesini duvarlar ve mun­tazam fasılalarla bu duvarlara çıkıntı yapan burçlar teşkil eder. Bunların çıkıntısı 3-4 metre, irtifa tahminen on metreyi mütecaviz, arzları altı yedi metre arasındadır. Bu burçlar, müna­vebe ile üç satıhlı ve dört satıhlı olarak devam eder. Her iki burç arasındaki duvar kısımları otuz metre tahmin olunabilir.

Üstündeki evlerin enkazı halâ görülmektedir. Ayrıca bir hamam, birde cami harabası vardır.

Köprüden geçilip kaleye girildiği vakit geniş ve yüksek bir dehlize tesadüf olunur. Bu dehlizi son müntehasındaki köşede duvarın içine girmiş hücreye benzeyen bir yer var, burası İmam Gazalinin makamıdır.

İmam Gazali büyük bir şöhret ve şeref içinde tedrisatına devam ederken Bağdat’taki kürsüsünü, ayıbasınız, çok sevdiği ailesini birden bırakıyor, uzlet içinde riyazi hayata atılmak tefekkür ve murakabeye dalmak için Suriye’ye doğru yöneliyor.

Gaziantep; en tabiî bir uğrak yeridir. Bu tarih 488 sene hicrisine tesadüf etmektedir. Şu tarihe de bakarak, yukarıda söylediğimiz gibi Düklükten mahkeme şeriye sicillinin Antep’e intikali Antep te evvelce bir mahkemenin bulunmayışından değil, Tılbaşar ve Burç gibi burada da mahkemeye lüzum görünmeyişinden ileri gelmiştir.

Gaziantep’in şark ucunda Hamam gazali denilen bir su vardır. Yüz kadar basımla inilir. İmam Gazali’nin burada iştiham ettiği anlaşılıyor, önce burası da bir ziyaretgâh idi. Bu su, bir kaynak olmayıp hususî tertibat ile getirtilmiştir. Demek oluyor ki şehir, 488 Hicrî (Milâdî 1095) tarihinde şarka, doğru şimdiki kadar münkeşif bulunuyordu.

Halk buraya İmam Gazali’nin kardeşinin makama derler, hasta ve sıtmalı olanlar bu suda yıkanırlardı.

Halbuki İmam Gazali’nin kardeşi, kendisinden sonra Bağdat’taki kürsüsünü işgal etmiştin İsmin delâleti de İmam’ın burada yıkandığını gösteriyor.

Memlekette' Yuşa peygamberin de ayrıca bir makamı yardır. Bu da ileriden beri sürüp gelmektedir. Şu rivayet ve anane memleketin tarihini Milattan çök gerilere götürüyor. [4]

Eskiliği herhangi bir, bakımdan şüphe götürmeyen bu kalenin, arkasında yığılı olan asırları birer birer sayma başlangıcı kafi surette tespit etmek bugün mümkün değildir. Yukarıdaki yazılardan anlaşıldığına göre ta Hititler’ in zamanına dayandığına hükmedilirse hatalı bir hareket yapılmış olmaz.

Kalenin yapılışındaki büyük annelerimizin dilinden işittiğimize göre bir de hurafe vardır.

Güya bunu bir kral kızı yaptırmış. Bitmek üzere bulunduğu sıralarda aşağıdan bir cenaze götürürlermiş. ‘’Bu, ne?’’ diye sormuş.

‘’Ölü!’’ demişler. ‘’Ya! demek ölüm varmış bırakın öyleyse’’ demiş.

Şu hurafenin sonradan uydurulma bir şey olduğu anlaşılıyor. Ölüm karşısında faaliyeti gıcıklayacak yerde atalet telkin ediyor. Madam ki ölüm var hiç bir şey yapmamak gerektir gibi yanlış bir zihniyet taşıyor.

Antep’in 800 tarihinden sonra inkişaf ettiğini yazanlar gözlerinin önündeki canlı delilleri nasıl olmuşta görmemişlerdir. Antep’in çok evvelden beri mevcut ve münkeşif olduğunu yazarken eh mühim bir ciheti unutmuş idik. Bunu bize hala mevcut bulunan Antep camileri pek açık ve katı bir surette göstermektedir.

Bostancı camii 982, Ömeriye camii 706 hicri tarihlerinde tamir görmüş. Boyacı başka bir adla Kadı Kemaleddin Cami 608, Beşinci, bugünkü söylenişe göre Bişirici Camii 681 hicri tarihinde yapılmıştır.

Bostancı camii gene bugün şehrin şimal ucunda, Ömeriye Camii Alleben’e doğru hemen hemen garp ucunda, Kadı Kemalettin şark ucunda Bişirici camii, şehrin şark ve şarkı cenubi uçlarında bulunan Şehreküstü mahallesi civarındadır.

Demek oluyor ki Antep daha o zaman bugünkü genişlikte bulunuyordu. Bu eserler hakikatin bugüne kadar yaşayan, sarsılmaz, itiraz kabul etmez katî ifadeleridir.

Hikmet Turhan yazılacak bir "Antep tarihinin şöyle tasnifini teklif ediyor.

1- Milada kadar Antep tarihine bir bakış ... Hitit, Asurî, Aramî, Acem, büyük İskender Roma idaresi altında Antep.

2-Milattan Osmanlı hakimiyetine kadar Antep Bizans, Arap hakimiyeti Selçuk Türkleri ve Haçlılar seferinde Antep, Antep’te Mısır hakimiyeti ve Antep’in Osmanlı Türkleri tarafından fethi.

3-Antep’in Osmanlı Türkleri tarafından fethinin mütareke devrine kadar olan başlıca tarihi meseleler.

4-Müterakeden 337 Ankara itirafnamesine kadar Antep vakaydı Gaziantep müdafaası.

5-Cumhuriyet devrinde Antep

6-Antep kitabeleri (cami, mezar taşları, han, sebil ve saire)

7-Antep büyükleri (alimler, şairler, meşayıh, askerler ve saire)

Bunlardan 4 üncüsü bir arkadaş tarafından yazılıyor. Yedinci Şaki? Sabrının himmetine hemen hemen tatmin edilmiştir.

Fakat bu geniş çerçeveyi doldurmak bir zaman meselesidir. Halk evinin muhtelif şubeleri değerli gayretler göstermektedir. Bir gün bu emellerin husul bulacağına hiç şüphemiz, yoktur.

Bunlardan 1 ine’, 2 inci, 3 üncüsünü yazmak mümkün olsaydı, bizim işimiz olacaktı. Fakat eldeki sermaye o kadar azdır ki biz buna “gayri kabili taksim, diyeceğiz, izale şüyu icap ederse, ihalesi her halde Hikmet Turhan üzerine yapılacaktır.

Biz, dar bir sahada, şuradan buradan derleyip topladığımız malûmatı dürüstçe bir surette ifade edebilirsek, bizim içi bir muvaffakiyet demektir.

Antep ve havalisinde bulunan eserlerden ve büyük bir Hitit merkezi olan Kargamişe yakınlığından burasının çok eski zamandan beri Hititlerle meskûn olduğuna şüphe bırakmıyor. Türklük burada bidayeti bulunamayacak bir zamandan beri yer leşmiş, birbiri üzerine gelen akınlarla, kökleşmiş, kuvvetlenmiş. Irkın karakteri, lisan, âdet ve ananesi, ilcaatı zaman ve müessiratı tarihiye ile aşınmaz ve sarsılmaz bir hale gelmiştir.

Hikmet Turhan bize bir yazısında profesör Garstang (Hititler yurdu Lande of Hittites) adındaki eserinden şöyle bir parça naklediyor:

Dağa yakın Antep köylüleri daha serbesttirler. Bu köylülerin Türkmen olduklarını zannederim. Fakat yüzlerinde öyle bir şey vardır ki Hitit portrelerini hatırlatıyor. Hele bu hal kadınlarda hissedilir derecede görülmektedir. Bazı erkeklerin yüzleri tamamı ile Hitit tipidir. Bu herhalde kendilerinde^ evvel yaşamış bir kavinde karışmış olmalarından ileri, gelmiştir Dağ köylerinde şayanı dikkat simalarla karşılaşırız ki Hititler için Mısır üskültürlerinde gördüğümüz portrelerin bunlar vazıh birer modelidir.

Bunların karakteristik halleri, kalın kuvvetli bir burun, geriye kaçmış bir alın, arkası yuvarlak bir kafa, kalın dudaklar, ağır bakışlar, kalın ve kıssa, fakat enerji ifade eden bir vücuttur. Küçük kızıl hisarda [5] aldığımız fotografiler ve gördüğümüz adamlar bize bunu göstermiştir. Hititler idaresinde Antep nasıl yaşadı? Ne gibi vakalara şahit oldu?

Buna dair bir şey bilmiyoruz. Yalnız coğrafî vaziyetine geçmiş eski ve büyük medeniyetlerin inkişaf sahalarına bakarak burada birçok maceraların geçtiğine inanmak icabeder.

Gaziantep pek kıskanç olduğu istiklal ve hususiyetini muhafaza için kim bilir, son zamandaki ünlü savaşlarından kaç tanesini yapmıştır? Böyle olmasaydı burada, bazı şehirler gibi yabancı harsler altında ezilir kalırdı Şu netice, bu memlekete çok büyük bir Türklük kıvancı vermektedir. Birgün Hititlerin yazısı okunur ve bilhassa yukarıda taf­silâtı geçen (Anteb taşı) deşifre edilirse bu mevzuu aydınla­tacak malumatın bulunması, mümkün olacaktı,

Antep’in tarihî ismi olan Dülüğün pek eski zamandan beri Turanı olan Hititler tarafından tesis edildiğini İngiliz akademi azasından (David Corc Hofart) bildirmektedir.

Hititlerin büyük bir merkezi olan Karkamış bugün Antep mülhakatından olup ancak yetmiş kilometrelik bir mesafede vakidir.

Hikmet Turhan’ın makalesinden alıyorum:

Antep Hititlerin Doliche dedikleri bir şehridir. Boğazköy- de büyük Hitit devletinin başında bulunan üçüncü (Hattuşaş) in oğlu büyük kral (Şuppılulıuma) Milattan 1357 sene evvel Karkamış’ta yeni bir krallık teşkil etmişti. Antep, Dülük, Halep, Hama gibi şehirler bu krallığın teşekkülünden sonra vücuda gelmiş şehirlerdir.

Milattan evvel on üçüncü asırdan yedinci asra kadar Antep Hititlerin kuvvetli merkezlerinden birisiydi...

Antep’i ilkin Asur kralı ikinci Sargon (721—705) daha sonra büyük İskender ordusu harp etmiştir.

Milattan sonra Ponpe 65 tarihinde burayı fethederek Roma’ya tabi kıldı.

“ Sonra burası (Antiochia ad Tourum) isimle Romalılara tabi küçük bir krallığın merkezi olmuştu.

Yunan ve Roma halis Anadolu toprağı üzerinde kurulmuş olan Antep’i mamur bir halde bulmuş fakat harap ola­rak bırakmıştır. Anadolu’daki bir çok şehirlerimiz şarktan, Orta Asya’dan gelen büyük Türk soyuna mensup insanlar tarafından yapılmıştır., Yunan ve Roma haksız olarak bu şehirlere, mamurelere isimlerini vermiş üstelik birde buraları harap etmiştir... Antep’te Hititlerin zamandan beri malûm bir şehirdir...

Almanyalı Hititolog doktor Basel ve İngiliz heyet şinaslarından Hogart, Alman profesörlerinden E. Mezer buraların Hititlerin Luvî kıtasından olduğunu söylemektedir.

Dülük Antep diğer bütün büyük şehirler gibi Milat ihtidasında birer haraba haline gelmiştir, Tıpkı Asur, Babil Urfa telbassib yahut telbaşerib) gibi...

Dülük ismi üzerinde biraz durmak faydalı olacaktır.

Yunanlıların, Romalıların, Dolichenüs veya Dolicheniyüs dedikleri Jüpiter mabudu bütün ilim âlemi için henüz halledilememiş bir mevzudur. Tuna havalisinde bulunan tunçtan yapılmış bu mabut bugün Budapeşte refüzesindedir. Bu İlahın bir vahşi hayvan üzerinde durmakta olduğu görülmektedir.

Bütün şark ilahları birer vahşi hayvan meselâ bir Aslan veya sadece bir geyik, keçi ve saire üzerinde olarak görülebilir.

Büyük İskender ordusunun en mühim işi garbe şark dinini, şark meniskini, şark dini ananelerini ve şark mitolojini ve şark medeniyet ve kültürünü götürmek olmuştur.

Dülük ve Antep’e uğrayan bu ordular bu iki yeri tahrip etmiştir. Mabedilerdi bulup nakledebildikleri heykelleri beraber götürmüştür.)

Hikmet Turhan bu hayalide (1890) senesinde dolaşan Kari Humman ve Otto puckştien isminde iki Almanın yazdığı bu eserden şöyle bir parça naklediyor:

Antep’in Milattan sonraki vaziyeti de karışıktır. Bu devreyi de aydınlatmak için çok uğraşmak lâzımdır. Antep’in İslâm hakimiyetine geçişi ve Haçlılar seferindeki vaziyeti hakkında İslâm tarihlerinden hayli malûmat elde edilebilir. Lâkin bunları, tasnif etmek bir sıraya koymakta kolay bir iş değildir.

Büyük ansiklopedi Dülük kelimesi altında şunları yazıyor: Jüpiter’in mahlası olduğu Tuna havalisinde bulunan abidelerden anlaşılmıştır. Aslen Suriyeli olan bu dinin ayini bu ha­valiye şark garnizonlarında bulunan Lejyonlar tarafından ithal edilmiştir. Bu abidelerin en meraklısı 1815 de Macaristan bir komitesi olan Bottyan şehrinde bulundu. Şimdi bu abide Bu dapüştede milli müzede mahfuzdur. Gümüş yaldızlı olup tunçdan yapılmış ihram şeklinde olup Kalem ve çekiç ile işlenmiş


[1] Bakkallar eskidenberi külek ve mahralarının birbirine karışıp kaybolmaması içm hususî damgalara maliktirler. Şekli mahsûsu haiz olan bu demir .parçalarını ataş oluncaya kadar kızdırır, külek ve mahralara tatbik ederler.

[2] Buna burada önce dikkat eden şimdi adana aşari âtikâ müzesi müdürü Bay Ali Rıza olmuştur.

[3] (1) Bay Turhanın makalalesinden

[4] Yuşi peygamber Miladdan evvel 1680 tarihhinde Mısır’da doğmuş Musa’dan sonra Beniisrailin başına geçerek Kenan elini fethetmiştir. ölümü Miladdan evvel 1570.

[5] Antep’in bir saatlik garbinde bir köy.