Bir ilkbahar günüydü. Güneş ortalığa altın ışıklarını saçmış, kuşlar baharın sevinciyle cıvıldaşıyorlar. Bülbül altı aydır ayrı kaldığı gülün hasretinden acıklı nağmelerini yeni açılmış çiçekli badem ağaçları üzerinden güllere anlatıyor, yarı yeşilli tepelerin arkasında güzel köy “Garibler” görünüyor. Garibler baharın temiz havasını almak için kırlara, bahçelere, seyrana çıkmışlar. İşte köyün ortasındaki iki katlı ve kırmızı kiremitli Mehmet Ağa'nın evi misafirperverliği ile açık duruyor. Avluda kızgın güneşin sevincinden sıçrayan serçelerin oyununu seyreden Mehmet ağa içini çekerek uzun uzun nefes alıyor, çubuğunu tüttürerek beşikten nişanlılı Ayşe'nin ip eğirmesine bakıyordu. Günler geçtikçe köyde üç yaşından yetmiş yaşına kadar aksaçlı ihtiyarların bile nazarı dikkatini Ayşe’nin düğünü çekiyor.
— Ayşe gelin olacak; şu güzel benli Ayşe.
Fakat Ayşe o ufak temiz hisler besleyen kalbinin verdiği taşkınlıkla oynuyor, köyün sayılı güzelleriyle kırlara çıkıyor, onların aşk maceralarını kalbi tıkanarak dinlerken içine birtakım şeylerin dolar gibi olduğunu gün geçtikçe kendinde bir güzellik meydana geldiğini hissediyordu. Gene bir gün yeni yeşeren çimenler zümrüt gibi renkli boyunlarını topraktan çıkaran buğdaylar Garipler’e başka bir güzellik bağışlıyordu. İşte Ayşe bugün kalaylı güğümlerini kollarına geçirmiş, kendine has kırıtmalarıyla suya iniyordu. Pınarın başı gelinlik kızlarla Garipler'in dilberleriyle doluydu. Kızlar gülüşerek konuşuyorlardı. Ayşe’yi görünce birbirleriyle söyleşmelere başladılar.
— Kız Behice Ayşe ne güzel giyinmiş!..
— Tabii kız, o giyinmeyip de bacım biz mi giyineceğiz ağa babası, zengin yavuklusu var.
İlerden dolmuş bakraçlarını eline alan bir esmer güzeli mahzun mahzun bakarak.
— Pek güzel kız Allah bahtından güldürsün. dedi ve kesti.
Çünkü Ayşe pınara yaklaşarak:
— Selâmün aleyküm kızlar. demişti.
Susamış güğümlerini kalbe heyecan veren birtakım şırıltılarla akan pınarın ağzına dayadı. Kızlar dolmuş güğümlerini ellerine almış, dolmuş kalplerinin verdiği hararetle batan güneşin ışıkları arasında evlerine dönüyorlardı. Ayşe siyah gözlerini dereye dikmiş bir şeyler arar gibi bakarken ilerden gözüne köyün en çapkın delikanlısı Kır Halil ilişti. Kır Halil, gözlerine bahar güneşi gibi tesir eder. Ayşe’nin yanına yaklaşarak şımarık bir eda ile:
— Ayşe seni seviyorum ben gel etme seninle kaçalım, diye mırıldanarak Ayşe’yi kollarından yakalamıştı.
Hiçbir çapkının kandırıcı sözlerine kanmayan saf ve temiz kalpli Ayşe:
— Halil ağabey sen delirdin mi? Nişanlı bir kız kaçırılır mı? Ben seni ağabey bildim, sende beni bacın (Güllü) bil dedi ve omuzuna yapışan nasırlı parmaklardan kurtarmaya uğraşırken kendisini karşı yoldan geçen ihtiyar kadınların gördüğünü zannederek bırakıp kaçan Halil’in arkasından nefretle söylenirken dolmuş taşan güğümlerini aldı ve mahzun mahzun evine döndü. O gece sabaha kadar uyumadı ve uyuyamazdı. Çünkü şimdiye kadar terbiyesiyle anılan bir ailenin kızına köyün benli Ayşe’sine nasıl olup da bir çapkının ilânı aşk ettiğine hayret ediyordu. Günlerce ve aylarca kalbi heyecandan çırpınıyordu artık ne kırlara ne de kızlar durağı olan çeşmeye gidebiliyordu. O yalnız penceresinden kendisine bir sözle yasak edilen güzel köyü Garibler'i seyrediyordu. Günler geçiyor düğün günü yaklaşıyordu, bir akşam köyün sığırları ufak tozlu yoldan dumanlar çıkararak köye girerken Mehmet Ağa'nın kapısında yağız bir atın üzerinde yirmilik bir delikanlı belirdi bu gelen Ayşe’nin nişanlısı Kâmil'di. Kâmil, sevinçli bağırmalar arasında içeri girmişti. Karşılıklı hâl hatır sorulmalardan, eller öpülmelerden sonra köyün gün görmüş eski delikanlısı Mehmet Ağa karısı (Elif) Hanım'ın bir göz ederek odadan ayrılmışlardı; biraz sonra elinde bir kahve tepsisi bulunan Ayşe içeri girdi ve gülerek Kâmil'e yaklaştı ve tepsiyi tutarak:
— Buyur Kâmil yorgunluk kahvesi. dedi.
İki güzdür görmediği için hasret çeken Kâmil gözlerini Ayşe’nin gözlerine çevirerek:
— Ayşe, anamla babam düğünü gel pazara bıraktılar, ağan gile haber vermek için geldim hazır mısınız? dedi.
Ayşe yarı utangaç ve gülen gözlerle her şeyin hazır olduğunu anlatır bir şekilde göz kırptı. Kahve içildikten sonra yatak odasına gitmeye hazırlanan Kâmil son olarak Ayşe’sine baktı ve ayrıldı. Ayşe anası ve babasının bulunduğu odaya gelmişti.
Kâmil o gece sabaha kadar uyuyamadı, düğün günlerini gözlerinde yaşattı sabah oldu .Kâmil, kayınanasının ve kayınbabasının hayırlı duaları Ayşe’sinin içine dökülen gözyaşları arasında ayrıldı. Fakat o gene köyün elle gösterilen Ayşe’sini düşünüyordu. Ayşe iftirasından ve şerrinden korktuğu Kır Halil'i görmemek için odasına çekildi öğle olmuştu, yemeğe inmek için dışarı çıktığı zaman avlunun ortasındaki kiler odasının önünde Kır Halil ile karşılaştı. Kır Halil türlü türlü kandırıcı sözlerle ağzından şu sözleri kaçırdı:
Yanak pembe, pembe gül mü açılmış?
Saçlar tel tel olmuş sırma mı Ayşem?
Meyil vermiş haktan sürmeli gözler
Kiprikler ıslanmış yaslı mı Ayşem?
Neye yaylalara konup göçmezsin
Doldurup pınardan bade içmezsin
Aşığın yolundan gelip geçmezsin
Yoksa deli gönlün paslı mı Ayşem?
Dedi.
— Ayşe, seni ben güzellikle kaçırırsam kaçırırım eğer olmazsa gerisini sen bilirsin dedi ve ümitsiz adımlarla gitti.
Nihayet düğün günü yaklaşmıştı. Başaroz'dan seymenler gelir, koca konak davul ve tef sesleriyle yıkılıyordu. Süslenmiş kızlar oyun oynuyor, kınalar yakılıyordu. Fakat Ayşe’nin benli Ayşe’nin içini bir kurt kemiriyor.
"Eğer güzellikle olmazsa gerisini sen bilirsin" bu tehdit neydi, bir köy çocukları arasında ne olabilirdi? O hep onu düşünüyordu.
— "Ayşe gel, azıcık oyna" diyenlere karşı başım ağrıyor bahanesini yapıştırıyor ve köyün arka tarafına doğru uzanan Başaroz'u Garibler'e bağlayan bu ufacık yolu seyrediyordu. Silahlar atıldı, haberciler geldi.
—Seymenler geliyor! Gelin almaya geliyor! Herkes onları karşılamak için çıkarken Ayşe, Kır Halil ve omuzları silahlı arkadaşlarını geçide doğru gittiklerini gözleri yaşararak, kalbi çarparak seyretti, bir daha göremeyeceği Garipler'i seyre koyuldu.
Gelin alıcılar geldi, misafir ağırlandı. Ayşe al gelinliklerini giymiş ellerine kınalar yakmıştı. Kınalı ellerini Kâmil'in elleri içine alarak annesinin ve babasının ellerini öptü ve onların hayır duaları arasında Kâmil'in kendisi için hazırlatmış olduğu yağız atına kuruldu. Yolun sonunda davul ve silah sesleri arasında gözden kayboldular. Fakat Ayşe’nin gözleri yaşarıyordu. Sırrını açmak için Kâmil’e yaklaştığı anda kulakları çınlatan atları ürküten silah sesleri arasında atından yerlere yuvarlandı. Ortalık toz duman olmuştu. İşte Kır Halil alayı bozmuştu. Boğuşmalar arasında çıkan birtakım korku verici sesler arasında kendinden geçmişti, biraz sonra yıldırım hızıyla yetişen Kâmil’in kolları arasında bu cenk alayından uzaklaştılar. Fakat ikisininde göğüslerinin altından aşağıya doğru ılık bir şeyin aktığını hissetmişlerdi. Biraz sonra iki nişanlı muradlarına ermeden attan yuvarlanarak (Cavlak) Gölü kenarına yıkılıverdiler. İşte bugün bu iki sevgilinin yan yana etrafları güllerle döşenmiş mezarları duruyor ve her bahar orada güller açıyor. Bülbül doyamadığı güle tatlı şarkılar söylüyor.
Çocuksuz anne, annesiz çocuktan daha talihsizdir.
Evlerimizi çocuklarla şenletelim..
Ç. E. K. Genel Merkezi